Gedik kelimesinin biri ticari anlamda, diğer ise arazi hukukunda (gedik hakkı) olmak üzere iki anlamı vardır. Aslında gedik kelimesi ilk olarak arazi hukukundaki anlamıyla kullanılmaya başlanmıştır. Fakat zamanla ticarette inhisar (tekel, yani belli miktarda esnafın belli sanatları icra edebilme usulü) kabul edilince ticari hayattaki manası ağır basmıştır.
Ticaret Hayatı Anlamında Gedik Hakkı
Ticaret hayatı açısından gedikler, sıkı devlet otoritesince kuralları belirlenen esnaf teşkilatlarıdır. Bu anlamda gedikler, Osmanlıdan önceki ahilik teşkilatının Osmanlıdaki devamı gibidir. Bu kurallara göre bir kişi çıraklıktan ve kalfalıktan yetişip de açık bulunan bir ustalık makamına geçmedikçe, gedik imtiyazı belgesi sahibi olmadıkça, dükkân açarak sanat ve ticaret yapamazdı.
İnhisar usulü, yani belli miktarda esnafın belli sanatları icra edebilme usulü kabul edildiğinde inhisarına karar verilen sanat ve esnaflık ruhsatı, önce bu sanatları eskiden beri icra eden ve çoğunluğu vakıf olan dükkânlarda gedik hakkına sahip olan kişilere verilmiştir. Bunun sebebi vakıf dükkânlarda bulunan “âlât-ı lâzime” olduğundan bunlar münhasıran bir sanatın icrasına ait ruhsat ve imtiyazın sembolü olmuş ve bu devirden sonra süknâ hakkı “gedik hakkı” diye anılmaya başlanmıştır.
Ticarette inhisar usulünün 1270 (1853) yılında kaldırılmasıyla imtiyaz ve ruhsat mânasını kaybetmiş ve tekrar eski anlamıyla tasarruf hakkı olarak kabul edilmiştir.
Gedik Hakkı Nedir?
Osmanlı arazi hukukunda, klasik arazi türlerinden farklı olarak bir arazi türü vardır ki hem nitelik olarak diğerlerinden oldukça farklıdır, hem de uygulaması büyük karışıklıklara neden olmuştur. Gedik olarak tabir edilen bu uygulama bir esnaf veya sanat mensubu tarafından daimi surette olmak üzere bir dükkan içine konmuş olan aletlere sahip olma ve bunlarla orada sanat ve ticaret edebilmek hakkıdır (Ansay, 1954: 111).
Burada bir dükkan içinde devamlı olarak ve inhisar usulüne bağlı bulunarak bir meslek veya sanatı icra etme hakkı bulunan kimsenin dükkandan sürekli olarak yararlanmasını sağlayan hukuki müesseseye gedik denmiştir (Hatemi, 1977: 211).
Bu uygulama yatırım yapmak isteyen fakat arazi temin edemeyen kişilerin ihtiyacından kaynaklanmıştır. Şöyle ki bir dükkan açmak isteyen kişi uygun bir arsa temin edemez ise bir arsa sahibiyle anlaşmakta ve arsa bedelinin yarısını ödeyerek arsa üzerinde dükkan inşa etme hakkı elde etmektedir. Dükkan inşa edildikten sonra dükkan sahibi her yıl belli bir kirayı arsa sahibine ödemektedir.
Bu sistemde dükkanın mülkiyeti ile arsanın mülkiyeti birbirinden ayrılmıştır. Arsa sahibi arsası üzerinde mülkiyet hakkını korumaktadır. Buna karşılık dükkan ya da ticarethanenin kullanma ve yararlanma hakkı dükkan sahibine ait olmakta, dükkan sahibi buraya malik gibi tasarruf edebilmekteydi. Bu hakkın tam bir mülkiyet hakkı mı, yoksa bir yararlanma hakkı mı olduğu konusu tartışmalıdır (Hatemi, 1977: 219).
Gedik hakkıyla ilgisi bulunmayan “örfî belde gediği” ise üst hakkı mahiyetinde özellikle İzmir ve çevresinde rastlanan bir gedik çeşididir. Gedikle münasebeti sadece arsasına, mülk ve bina yahut ağaçlarına gedik denmesinden ileri gelmektedir.
Örfî belde gediği, yerleri arazi sahiplerinin mülkü olarak kalmak ve gedik sahipleri de arazi mâliklerine yıllık takdir edilen kira bedelini vermek şartıyla arazi üzerinde “hakk-ı karâr”ı (devamlı kalma ve sahibine dâimî tasarruf hakkı sağlama özelliği) bulunan bina ve ağaçların mülkiyetini gedik sahibine kazandıran bir tasarruf çeşididir. Yani arazi mâlikleri, üzerine ağaç dikmek yahut bina inşa etmek için kiracıya arazilerini vermekte, ağaç ve binaların mülkiyeti kiracının, arazi ise mülk sahibinin olmaktadır.
Bu yönüyle tasarrufun kirdâr muamelesine benzediği görülür. En önemlisi de arazinin mülk veya vakıf olabilmesidir. Sözleşme hususi örfte böyle bir sözleşmeyi yapan arazi sahibinin adıyla anılmaktadır. Bu sözleşme mukātaa akdi (hukr) mahiyetindedir.
Bazı resmî görevlilerin bununla gedik hakkını birbirine karıştırmasından dolayı 2 Muharrem 1290 (2 Mart 1873) tarihinde bir nizamnâme neşredilmiştir. Bu nizamnâmeye göre, İzmir’in içinde üzerine bina yapılmak için kiralanan arazideki tasarruf hakkına “örfî belde gediği”, Karşıyaka ve Manisa civarında görülen ve üzerinde ağaç (özellikle palamut ağacı) dikilmek üzere kiralanan arazilerdeki tasarruf hakkına da “pafdos” yahut “bahşur” denilmektedir.
Örfî belde gediği ile pafdos arasında hukukî mahiyet itibariyle bir fark yoktur. Her ikisi de hukr ve mukātaaya benzemektedir, yani üst hakkı niteliğindedir. Bu sebeple binanın yıkılmış ve ağacın sökülmüş olması bu hakkı sona erdirmez.
Gedik Usulü Ne Zaman Kaldırıldı?
Ticarette inhisar usulünün 1270 (1853) yılında kaldırılmasıyla imtiyaz ve ruhsat mânasını kaybetmiş ve tekrar eski anlamıyla tasarruf hakkı olarak kabul edilmiştir.
Tasarruf hakkı anlamındaki gedikler ise zamanla kaldırılmıştır. İstanbul’daki gedikler 16 Şubat 1328 (1912) tarihli bir kanunla kaldırılmıştır. Buna göre gedikli taşınmazın mülkiyeti gedik mutasarrıfına intikal etmiş, gerçek malikin hakları ise bedele dönüştürülmüştür.
1963 yılında çıkarılan 0141 sayılı Bursa Merkez İlçesindeki Gedik ve Zeminlerin Tasfiyesine Dair Kanun’la Bursa Merkez İlçesindeki gedikler ve zemin hakları tasfiye edilmiştir. Taşınmaz malikinin zemin hakkı bedele çevrilmiştir.
Bu tarihten sonra diğer illerdeki gediklerin tasfiyesi için 6785 sayılı İmar Kanunu’nda 1605 sayılı Kanun’la değişiklik yapılmıştır. 11.7.1972 tarihli ve 1605 sayılı Kanun’la İmar Kanunu’na eklenen 9. ek madde ile belediye hudutları veya mücavir sahalar içinde olup da muntafî (yararlanan) veya münhedim (yükümlü) olarak varlıklarını kaybetmemiş bulunan gedik ve zeminlerin 141 sayılı Kanun gereğince tasfiye edileceği, zemin bedelinin taşınmazın vergi değerinin yirmi misli olacağı kuralı benimsenmiştir.
Benzer bir hüküm de 3194 sayılı İmar Kanunu’nda yer almıştır. Bu Kanun’un geçici 5. maddesine göre belediye hudutları ve mücavir sahalar içinde veya dışında bulunan gedik ve zeminler (örfü belde paftos) tamamen yıkılıp yok olarak (müntafi ve münhedim) varlıklarını kaybedip, kaybetmediklerine bakılmaksızın bu Kanun hükümlerine göre tasfiye olunurlar.
Tasfiyeye tabi tutulan taşınmaz mallardaki zemin hakları bedele çevrilmiştir. Zemin hakkı bedeli, ait olduğu taşınmaz malın zemine ait son emlak vergi değerinin 1/5’idir. Bu şekilde belirlenecek zemin hakkı bedeli, tapu idaresince gedik sahibinin müracaatı halinde zemin hakkı sahibi adına emaneten milli bir bankaya yatırılır. Müracaat edilmediği takdirde zemin sahibi lehine kanuni ipotek tesis edilir. Zemin hakkı bedelinin 1/4’ü peşin, bakiyesi en geç üç yıl içinde yıllık eşit taksitlerle ödenir ve bu bedele bankaca vadesiz mevduat faizi uygulanır. Peşin miktar ve taksitler 40.000 TL. dan az olamaz. Bu işlemlerden sonra tapu sicilinde gerekli terkin ve tashihler resen yapılır. Bankaya emaneten yatırılan veya ipotekle temin edilen zemin hakkı bedeli üzerindeki iddialar genel hükümlere tabidir.