1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Osmanlı Hukukunda Tımar Sistemi ve İşleyişi


Tımar Sistemi Nedir?

Mirî tapulu arazi tımar sistemi kapsamında askerî veya idarî bir hizmet karşılığında has, zeamet veya tımar olarak bir kamu görevlisine tahsis edilen ve bu kamu görevlisi tarafından özel bir rejime tâbi olarak kişilere intifa hakkı[1] verilen arazilerdir.

Bu sistem büyük ölçüde Selçuklu İmparatorluğundaki ikta sistemine benzemektedir. Aradaki benzerlikler, farklılıklar ve tarihsel gelişim için şu yazımıza bakınız: Selçuklulardaki İkta Sisteminin Ormanlı İmparatorluğunda Tımar Sistemine Dönüşümü

Bizans ve Sasani uygulamasından da bir ölçüde etkilendiği ifade edilen  (Barkan, 1980: 815; Hatemi, 1977: 207) bu sistemde, devlet askerî veya idarî bir görev karşılığında maaş ödemek durumunda olduğu kamu görevlisine maaş ödemeyerek has, zeamet veya tımar olarak belirlenen taşınmazları tahsis etmekte idi.

a) Arazinin Tımar Sahibine Verilmesi

Tımar sisteminin ilk aşaması miri arazilerin sipahilere ve diğer tımar sahiplerine tevcih edilmesidir. Bu sistemde devlet topraktan alması gereken vergiyi doğrudan kendisi toplamamakta, devlete hizmeti olan kişilere ödenecek maaş karşılığında bu vergileri toplama yetkisi verilmekte ve bu kişilere taşınmaz tahsis edilmektedir. Devletin, tespit ettiği bu esasları uygulamak için bugünkü anlamda bir tarım, vergi ve millî emlâk memurluğu görevlerini yapmakta olan memurları yani sipahiler vardı. Devlet miri araziyi gördüğü hizmetlere ya da beslediği askerlere karşılık olarak bu kişilere tevcih etmektedir. Zaten bu nedenle, tımar tevcihi işlemi bir nevi vergi toplama işinin havalesi olarak yorumlanmıştır.[2]

Mirî tapulu arazi, dirlik sistemi kapsamında has, zeamet ve tımar olmak üzere üç şekilde tahsis edilebilmekteydi: Haslar; padişah hassı (havass-ı hümayun) ve vezirler hassı (havass-ı vüzera) olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Mirî araziden padişah hassı olarak ayrılan kısmın geliri padişah hazinesine (hazine-i hassa) girmekteydi. Vezirler hassı (havass-ı vüzera) ise yıllık geliri 100 bin akçenin üstünde olup, merkezde görevli vezirler, Divan-ı Hümayun üyeleri, eyalet beylerbeyi ile sancak beylerine görev süreleri ile sınırlı olmak üzere verilirdi. Görevden alınmaları veya vefat etmeleri durumunda tahsis edilen taşınmazlar geri alınmaktaydı.

Yıllık geliri 20 bin ile 100 bin akçe arasında olup, eyalet merkezlerinde bulunan hazine ve tımar defterdarlarına, zeamet kethüdalarına, sancaktaki alaybeylerine, kale dizdarlarına, divan kâtiplerine, defterhane ve Hazine-i Amire kâtiplerine verilen dirlikler ise zeamet olarak adlandırılmaktadır. Zeamet şeklinde verilen tımarlar görev ile sınırlı olmayıp miras yolu ile babadan oğla geçmekteydi.

Tımar ise yıllık geliri 3 bin akçe ile 20 bin akçe arasında değişen ve karşılığında Anadolu’da her üç bin akçe için 1, Rumeli’de her 5 bin akçe için 1 asker yetiştirmek üzere tahsis edilen sipahi dirliğidir. Tımarlı sipahi ölünce yerine oğlu geçmekteydi. Kendilerine miri arazi tahsis edilmiş kamu görevlileri, bu arazinin mülkiyetine değil, sadece gelirine sahip olmaktadır (Cin, 1966: 756). Padişahın bu araziler üzerinde her zaman tasarrufta bulunma imkanı vardı.

b) Arazinin Tımar Sahibi Tarafından Köylüye Tefviz Edilmesi

Tımar sisteminin ikinci aşaması, tımar sahiplerine tevcih edilen arazinin, halka dağıtılmasıdır ki bu işleme tefviz denilmektedir. Kendisine taşınmaz tahsis edilen kamu görevlileri bu taşınmazları önceden belirlenmiş kurallar dâhilinde köylüye dağıtırlardı. Sipahiler mirî araziyi kurallara uygun şekilde dağıtmak zorunda idiler. Sipahi, kendisine tevcih edilen araziyi kendisi işlemek hakkına sahip değildir, bu araziyi reayaya tefviz etmek mecburiyetindedir (Tuncay, 1984: 66). Sipahi ile köylü arasındaki bu tefviz işlemi, bugünkü anlamda sözleşme serbestisine dayanmamaktadır.

Bu ilişkinin kuralları, kamu hukuku düzenlemesi olarak kabul edilebilecek ferman ve fetvalarla önceden belirlenmiştir. Örneğin Arazi Kanunnamesi’nin 8. maddesine[3] göre bir köy ya da kasaba arazisi ne toptan ahalinin tümüne, ne de içlerinden bir kaçına verilemez. Arazi Kanunnamesi’nin 130. maddesi de bir köyün topraklarının çiftlik haline getirilerek bir ya da birkaç kişiye dağıtılamayacağını hüküm altına almıştır. [4] Bu maddeye göre bir köy ancak köy ahalisinin toptan kaybolması ve buraya yeniden ahali getirmek suretiyle iskan edilmezse çiftlik haline getirilerek bir ya da birkaç kişiye tevfiz edilebilir (Cin, 1966: 759). Her şahsa belirli bir arazi parçasının verilmesi ve verilen bu araziyi gösterir tapu senetlerinin düzenlenmesi gerekmekteydi. Ayrıca dağıtım esnasında pazarlık veya açık artırma yapılması mümkün değildi. Miri arazi mutasarrıfı kendisine tefviz edilen araziyi kullandıkça, bu arazinin elinden alınması mümkün değildir. Tımar sahibi ile mutasarrıf arasındaki hukuki ilişki süresiz olarak devam eder.

Tımarlı sipahi, köylüye dağıttığı toprağın karşılığında kişilerin Devlete ödemesi gereken vergileri toplama ve mirî arazinin intikali esnasında alınması gereken tapu harcını alma hakkı elde ederlerdi. Dolayısıyla tımar sahiplerinin tımarlı arazi üzerinde iki temel hakkı söz konusudur. Bunlardan ilki, ikinci bir tahsis (veya tevfiz) diyebileceğimiz taşınmazın kullanımın tapu senedi verilmek suretiyle tımar sahibi tarafından kişilere bırakılması, taşınmaz boş kaldığında başkalarına tahsis etmek, ferağ ve intikal gerektiğinde belli miktardaki harcını alarak tapu senedi verme hakkıdır. Tımar ve zeamet sahipleri, kendilerine tahsis edilen mirî araziyi önceden belirlenmiş kurallar dâhilinde kişilere tefviz ederler ve yapılan ilk tefviz karşılığında bu kimselerden tapu resmî adı altında bir miktar para alırlardı. Tımar sahipleri tarafından kendilerine taşınmaz tevfiz edilen kişilere yararlanma haklarını göstermek üzere sipahi senedi veya temessük senedi denilen bir tasarruf belgesi verilirdi. İşte buna tapu senedi verme hakkı denilmiştir.

Tapu senedi verme hakkı, esas itibarı ile devlete aittir ancak yukarda da belirttiğimiz gibi Devlet bu hakkını sosyal, idarî veya askerî bir hizmet (genellikle belli sayıda tımarlı sipahi beslemek, gerektiğinde bu sipahilerle beraber savaşa katılmak) karşılığında has, zeamet veya tımar olarak kişilere vermiştir. İkinci olarak köylünün, elde ettiği üründen devlete vermesi gereken vergi de sipahiye ödenmektedir. Kendisine tımar sahibi tarafından arazi verilen reaya bu toprağı ekip biçer, bunun karşılığında ödemesi gereken vergiyi Devlete değil tımar sahibine (sahib-i arz) öderdi. 

c) Arazinin Köylü Tarafından İşlenmesi

Kendisine arazi tahsis edilen köylü, bu arazide ziraat yapma hakkını elde etmektedir. Ayrıca miri arazinin mutasarrıfı araziye dilediği şeyi ekme ve dikme hakkına sahiptir. Arazi Kanunnamesi’nin 9. maddesi de bu yerlerde her türlü ürünün yetiştirilebileceğini hüküm altına almıştır. Mutasarrıf toprağın malikiymişçesine toprağa dilediği ürünü ekme hakkına sahiptir (Kenanoplu, 2006: 111). Buna karşılık mutasarrıfın kendisine tahsis edilen toprağı ekip biçerek kullanmak yükümlülüğü bulunmaktadır. Geçerli bir sebep olmadıkça miri arazinin boş bırakılmaması gerekmektedir. Bu anlamda ekip biçme mutasarrıf açısından sadece bir hak değil aynı zamanda bir yükümlülük niteliğindedir. Nadas ya da kabul edilebilir başka bir mazeret olmaksızın üç yıl boyunca ekilmeyen miri arazi, malikin elinden alınarak başka birine kiraya verilirdi (Barkan, 1980: 128). Üstelik bu kişiler çift bozan ya da levendlik akçesi denilen bir tazminat ödemeye mecbur tutulurlardı (Barkan, 1980: 136).

Arazi Kanunnamesi’nin 35. maddesine göre[5] mutasarrıf, kendisine verilen arazi üzerine başkalarının bina yapması ya da ağaç vb şeyler dikmesi durumunda bunların kaldırılmasını isteyebilir. Buna karşılık bir başkasının tasarrufunda bulunan miri araziye iyi niyetli olarak yapılan yapıların kıymeti, arazinin kıymetinden daha fazla olur ise arazinin değeri mutasarrıfına ödenerek arazi yapı sahibinin tasarrufuna bırakılır.

ç) Köylünün Tımarlı Arazi Üzerindeki Hakkı

Miri arazi rejiminde devlet, miri araziyi tımar sahiplerine dağıtmakta; tımar sahipleri de bu araziyi köylüye vererek, elde edilen gelirden pay almaktadır.

Kendisine tımar tevcih edilen tımar sahibinin, bu araziyi mutasarrıfın (kendisine toprak dağıtılan çiftçinin, reayanın) tasarrufuna bırakmasını öngören bu tür bir uygulamayı; şartları kanunname ve fermanlarla önceden belirlenmiş, dirlik sahibi ile mutasarrıf arasında yapılan süresiz ve mirasçılara intikal eden bir kira sözleşmesi olarak nitelendirmek mümkündür (aynı yönde Mardin, 1947: 15). Ancak tımar sahibi ile reaya arasındaki bu muamelenin niteliğinin bu konuyla ilgilenen yazarlar arasında ihtilaflı olduğunu belirtmekte yarar görüyoruz (Cin, 1966: 759). Miri arazinin mutasarrıfının kiracı olduğunu öne sürenler olduğu gibi  (Barkan, 1980; Mardin, 1947), intifa hakkı sahibi (S. Sami Onar), hatta malik olduğunu ileri sürenler (Sungurbey, 1970) de olmuştur.

Barkan, köylünün mülkiyet hakkının malike tanıdığı pek çok hakkı bulunmamasını dikkate alarak, miri arazi mutasarrıfının miri arazi üzerindeki hakkını kuralları önceden belirlenmiş ve süresiz bir kira mukavelesi olarak nitelendirmektedir (Barkan, 1980: 128). Sungurbey ise reayanın miri arazi üzerindeki haklarını mülkiyet hakkı olarak değerlendirmektedir. Yazar, bugün dahi mülkiyet hakkının bir takım ödevlerle yükümlü olduğunu vurgulayarak miri arazi mutasarrıfının, malik olarak nitelendirilmesi gerektiğini ifade etmekte ve mutasarrıfın tâbi olduğu sınırlamaları ve bu arada her yıl ödemek durumunda olduğu bedelleri ise gayrimenkul mükellefiyeti olarak kabul etmektedir. (Sungurbey, 1970: 60, 61). Buna karşılık Cin miri araziden mutasarrıfının yararlanma hakkının, mülkiyet hakkından açıkça farklı olduğunu, miri arazi mutasarrıfının her yıl ödemek durumunda olduğu bedelleri gayrimenkul mükellefiyeti olarak kabul etmenin mümkün olmadığı kanaatindedir (Cin, 1966: 765). Onar ise miri arazi verilen köylünün malik olarak görülemeyeceğini, köylünün sahip olduğu bu hakkın intifa hakkı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Kanaatimizce miri arazi üzerinde mutasarrıfın yararlanma hakkının koşulları önceden belirlenmiş bir kira sözleşmesine benzetilmesi en uygun yaklaşımdır. Başlangıçta mutasarrıfın miri arazi üzerindeki hakları son derece sert kısıtlamalara tabi idi. Bu dönemde mutasarrıf, mülkiyet hakkının malike sağladığı haklardan birçoğundan mahrumdur. Mülkü satma, hibe etme, kiraya verme, rehnetme gibi yetkileri bulunmamaktadır (Barkan, 1980: 128). Ancak zamanla ortaya çıkan iktisadi, siyasi ve sosyal ihtiyaçlar bu sınırlamaların yavaş yavaş kaldırılması sonucunu doğurmuştur (Cin, 1966: 785). Mirî arazi üzerindeki tasarruf hakkı tarihî bir süreç içinde gitgide sınırlarını genişletmiş, sürekli ve miras yoluyla intikal eden rehin tesisi ve başkasına devir yetkisi de veren bir aynî hak haline gelmiştir (Hatemi, 1977: 218). Başlangıçta zilyet olarak görülen mutasarrıfın durumu, bu süreç sonunda malik olmaya yüz tutmuştur (Cin, 1966: 785).

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  Parselasyona Tabi Tutulan Parsellerde Yüzölçümü Hatalarının Düzeltilmesi

d) Miri Arazinin Satışına İmkan Tanınması

Miri arazi üzerindeki tasarruf hakkının mülkiyet hakkına belki de en çok benzeyen yönü mutasarrıfın miri araziyi başkasına ferağ edebilmesidir. Arazi Kanunnamesi’nin 36. maddesine göre miri arazinin mutasarrıfı, tapu ile tasarrufunda bulunan araziyi yetkili memurun izniyle bedeli mukabilinde veya bedelsiz olarak başkasına ferağ etme yetkisine sahiptir. Yetkili memurun izni alınmaksızın yapılan ferağlar geçersizdir. Ancak şartların sağlanması durumunda da memur, ferağ muamelesine izin vermekten imtina edemez (Kenanoğlu, 2006: 111; Cin, 1978: 334). Üstelik 1911 yılında çıkarılan Emvali Gayrimenkulenin Sureti Tasarrufuna Dair Kanun’la mutasarrıfın miri araziyi görevli memurun izni olmaksızın devretmesi, rehnetmesi, kiraya vermesi yasallaşmıştır (Erdost, 2010: 21).

e) Miri Arazinin Miras Yoluyla İntikalinin Mümkün Kılınması

Öncelikle miri arazinin miras yoluyla intikalindeki hükümler mülk arazinin miras yoluyla intikalindeki hükümlere oldukça yaklaştırılmıştır. Miri arazi, başlangıçta olmasa da belirli bir evrimden miras yoluyla mirasçılara geçebilmiştir. 

f) Miri Arazinin Cebri İcra Yoluyla Satışının Mümkün Kılınması

Başlangıçta miri arazinin borç için cebri icra yoluyla satılması yasaktı. Gerek Arazi Kanunnamesi’nin henüz yürürlüğe girmediği dönemde ve gerekse Arazi Kanunnamesi hükümlerine göre miri arazinin borç için cebri icra ile satışı mümkün değildir. Her şeyden önce, Kanunname’nin yayınlandığı tarihe kadar “miri arazinin borç ödemeyeceği” ilkesi uygulanmıştır (Kenanoğlu, 2006: 121).

Miri arazilerin bu statüsünün devamının sağlanması amacını güden Arazi Kanunnamesi’nin 115. maddesi de miri arazinin borç için cebri icra yoluyla satışını yasaklamaktadır. 115. madde hükmüne göre “Medyun olan kimsenin mutasarrıf olduğu arazisini daini alacağı mukabilinde zaptedemediği misillü ahara ferağa dahi cebir ederek bedelinden istifayı deyin etmeğe salahiyeti yoktur ve medyunun vefatında gerek emval ve eşyayı sairesi olsun ve gerek olmasın mutasarrıf olduğu arazi hakkı intikale nail olan varisleri var ise anlara intikal eder yoksa ol arazi müstahikkı tapu olup hakkı tapu sahibi var ise tapuyu misil ile ana ve olmadığı surette bilmüzayede talibine tefviz olunur.” Madde hükmüne göre borçlunun mutasarrıf olduğu miri arazisinin borcuna karşılık zaptedilmesi mümkün olmadığı gibi araziyi başkasına satmaya zorlanarak alacağın tahsil edilmesine imkan yoktur. Üstelik aynı madde borçlunun vefatından sonra dahi miri arazinin cebri icra yoluyla satışını yasaklamaktadır. Madde hükmüne göre borçlunun vefat etmesi durumunda miri arazi intikal hakkı olan mirasçılara intikal eder. Eğer mirasçı yok ise genel hükümlere göre bir başkasına tevfiz edilirdi. Miri arazinin cebri icra ile satışının yasaklanmasının temel sebebi miri arazinin kuru mülkiyetinin devlette olmasıdır (Cin, 1966: 776).

Fakat bu yasak 1277, 1278 ve 1288 tarihli iradelerle gerek devlet borçları ve gerekse adi borçlar için kaldırılarak miri arazinin tasarruf hakkının borç için satılmasının önü açılmıştır. 1870’lerden sonra çıkarılan çeşitli fermanlarla miri arazinin gerek kamu alacakları ve gerekse adi borçlar için cebri icra yoluyla satışı mümkün kılınmıştır.

g) Miri Arazinin Rehnedilebilmesi

Aslında uzunca bir süre miri arazinin rehnedilmesi yasaktır. Arazi Kanunnamesi’nin 116. maddesi de miri arazinin rehnedilmesini yasaklamıştır.

Madde hükmüne göre miri arazinin ve vakıf arazilerin rehnedilmesi mümkün değildir. Fakat 116. madde rehine benzer bir müessese kabul etmiştir. Buna göre miri arazi vefaen ferağ edilebilmekteydi (Cin, 1966: 776). Bu uygulamada miri arazinin mutasarrıfı taşınmazı borcuna karşılık alacaklıya ferağ etmekte, fakat borcunu ödediği takdirde taşınmazını geri alma hakkını saklı tutmaktadır. Borçlu borcunu eda ederse taşınmazını geri almaktadır. Buna karşılık borç eda edilmedikçe taşınmazın geri alınması söz konusu değildir. Arazi Kanunnamesi’nin 117. maddesine göre alacaklının taşınmazı bir başkasına satabilmesi ancak borçlunun rıza göstermesi durumunda söz konusudur. Bütün bu hükümler miri arazinin rehnedilmesi konusundaki yasağın bertaraf edilmesi konusunda önemli bir uygulamadır (Padel ve Steeg, 1966: 825).

Ayrıca miri arazinin rehnedilmesine ilişkin yasak da zamanla kaldırılmıştır. 1911 yılında çıkarılan Emvali Gayrimenkulenin Sureti Tasarrufuna Dair Kanun’la mutasarrıfın miri araziyi görevli memurun izni olmaksızın devretmesi, rehnetmesi, kiraya vermesi yasallaşmıştır (Erdost, 2010: 21). Bütün bu gelişmeler sonucu mutasarrıfın, miri arazi üzerindeki hakları mülkiyet hakkına oldukça yaklaşmıştır. Barkan bu durumu mülk arazinin satışı ile miri arazinin ferağı arasında bir kalmaması olarak yorumlamaktadır  (Barkan, 1980: 68).

Fakat tam bir mülkiyet hakkından söz etmek de mümkün değildir. Elbette ki, miri arazi üzerinde mutasarrıfının mülkiyet hakkına benzeyen bazı hakları söz konusudur. Miri arazinin ferağı, rehnedilebilmesi, borç için satılabilmesi hususları mutasarrıfın sanki mülkiyet hakkına sahip olduğunu göstermektedir. Ancak dikkat etmek gerekir ki miri arazinin rekabesi daima devlete aittir. Ayrıca ferağa, rehne ve cebri icraya konu olan husus, sadece miri araziden yararlanma hakkıdır. Bundan dolayı mutasarrıfın hakkını, mülkiyet hakkı olarak nitelendirmek oldukça zordur. Üstelik miri arazi mutasarrıfı üç yıl üst üste tarlasını ekmediğinde arazi elinden alınmaktadır. Bu nedenle mutasarrıfın miri arazi üzerindeki hakkını, koşulları önceden belirlenmiş süresiz bir kira sözleşmesine benzetmek daha doğru olacaktır.

[1] Ancak burada şunu da belirtmek gerekir ki burada kullanılan intifa hakkı ifadesi, günümüz Türk Medeni Kanunundaki intifa hakkından nitelik olarak farklıdır.

[2] İnalcık’a göre “muayyen bir arazinin tevcihi veya araziye ait bazı hakların verilmesinden ziyade bazı vergilerin havalesinden ibarettir. Başka deyimle, havale sisteminin bir hususi tatbik şeklidir. Vergi kanunları muayyen kanunlara göre merkezi idare tarafından mahallinde yapılan, nüfus ve gelir tespiti ile hususi tabiri ile tahrir ile belli olmuş, sonra hizmet ve hak sahiplerine bu vergiden muayyen bir kısmı tahsis edilmiş vergi gelirini hangi vergiler olarak hangi şahıslardan toplayacağı defterlerde (icmâl defteri) ayrı ayrı tayin edilmiştir. Görülüyor ki tımar bir tahsis ve havaledir. Padişahın verdiği tımar tevcih vesikası, devlete ait muayyen bir geliri toplama salahiyetini veren bir nevi havale vesikasıdır.” (İnalcık, 1959: 43)

[3] Madde 8 – Bir kariye ve kasabanın bütün arazisi toptan olarak ahalisinin heyeti mecmuasına veyahut içlerinden bilintihap bir veya iki üç şahsa ihale ve tefviz olunmayıp ahaliden her şahsa başka başka arazi ihale olunarak keyfiyeti tasarruflarını mübeyyin yetlerine tapu senetleri ita olunur.

[4] Madde 130 – Ahalisi mevcut olan bir kariye çiftlik ittihaziyle arazisi müstakillen bir şahsın uhdesine ihale olunamaz. Fakat 72 inci maddede beyan olunduğu veçhile bir kariyenin ahalii müştemilası dağıtılıpta arazisi tapuya kesbi istikak eylediği halde müceddededen erbabı ziraat getirilerek iskan ve uhdelerine başka başka arazi tefviz olunarak ol kariye heyeti asliyesine irca edilmek mümkün olamaz ise ol kariye çiftlik ittihaz olunmak üzere arazisi toptan bir veya iki şahsın uhdesine ihale olunabilir.

[5] Madde 35 – Bir kimsenin sahihen mutasarrıf olduğu arazisi üzerinde diğer bir şahıs fuzulen ebniye ihdas veya gürum ve eşcar garseylese arazi mutasarrıfının ol ebniye ve gürum ve eşcarı memuru marifetiyle hedim ve kal’ ettirmeğe selahiyeti vardır. Biliştirak tasarruf olunan arazinin mecmuu üzerine müştereklerden biri diğerinin izni bulunmaksızın fuzulen ebniye ve eşcar ihdas ve garsederse diğer şerikin hissesi hakkında yine bu muamele olunur. Ancak bir kimse ahardan teferruğ veyahut mahlül zanniyle canibi miriden tefevvüz veya baba ve anasından intikal gibi esbabı tasarruftan bir sebep ile yedinde mamulünbih senet bulunduğu halde mutasarrıf olduğu arazisi üzerinde ebniye veya eşcar mahalline müstahik çıkarak ol mahalde hakkı tasarrufu tebeyyün ve tahakkuk eylediği surette ebniye ve eşcarın maktuan kıymeti ol mahallin kıymetinden ziyade ise mahalli mezkurun kıymeti sahihası müstahik çıkan şahsa verilerek ol mahal ebniye eşcar sahibinin yedinde ipka olunur ve eğer ol mahallin kıymeti ebniye ve eşcarın kıymetinden ezyed ise ol ebniye ve eşcarın müstahikulkal’ olduğu halde olan kıymeti sahibine verilerek ebniye ve eşcar şahsı mezbure verilir. Ve biliştirak tasarruf olunan arazinin bazı mahalli üzerinde şerikinin izni bulunmaksızın diğeri ebniye veya eşcar ihdas ve garseylediği surette 15 inci maddede beyan olunan veçhile ol arazi taksim olunup ebniye veya eşcar mahalli şerikinin hissesine isabet ederse yine bu muamele icra olunur.

Osmanli-Hukukunda-Timar-Sistemi-ve-Isleyisi
Osmanlı Hukukunda Tımar Sistemi ve İşleyişi