İslam ve Osmanlı hukukunda özel mülkiyet tanınmakla birlikte toprağın büyük bir kısmının sahibi devlettir. Mirî arazi kuru mülkiyeti (rekabesi) Hazineye (Beytülmal) ait olmakla birlikte kullanım ve tasarruf hakkı ihale veya tefviz yolu ile kişilere verilen ve bu kişiler tarafından işletilen arazidir. Bu arazinin, kullanım hakkı ise tımar sistemi kapsamında, devlet hizmetinde bulunanlara ve savaşta yararlananlara verilirdi.
Fetih esnasında ele geçirilen arazinin beşte dördü ile fey olarak ele geçirilen arazinin tamamı bu niteliktedir. Bu araziler İslam toplumu yararına vakfedilmiş sayıldıkları için satılamaz, özel mülkiyete konu olamazdı; bu topraklar yalnızca tımar sistemi kapsamında kiracılıkla idare edilip geliri devlete aktarılırdı (Barkan, 1980: 140).
İkta ve Tımar Sistemi Arasındaki Benzerlikler Nelerdir?
Her iki sistemde de devlete ait araziler, belirli kişilere dağıtılmaktadır. Her iki sistemde de araziler, maaş karşılığı verilmektedir.
Tımar ve İkta Sistemi Arasındaki Farklar?
Osmanlıdaki tımar uygulaması, genellikle ikta sistemini çağrıştırmaktadır. Ancak İslamiyet’in ilk yıllarındaki ikta sistemi, Osmanlı İmparatorluğu dönemindekinden oldukça farklıdır. Hicri 4. asra kadar olan dönem içerisindeki ikta uygulaması askeri bir amaç taşımadığı gibi bir devlet hizmetinin görülmesi karşılığında verilmesi de söz konusu değildir. Ayrıca bu iktaların bir kısmı sadece gelirinden yararlanmak üzere verilmesine (intifaen ikta, ikta istiglal) rağmen, bir kısmının tamamen mülkiyeti (mülk ikta, ikta temlik) devredilmiştir. Mülk iktalar özel mülkiyet haline gelir. Buna karşılık intifaen iktalarda şahıslara verilen taşınmazın yalnızca menfaatidir, kuru mülkiyet (rekabe) devlette kalır (İnalcık, 1959: 33).
Fakat Hz. Ömer döneminden itibaren ikta uygulamasının yanı sıra, fethedilen arazinin devlet mülkiyetinde alıkonulup işletilmek üzere kişilere verilmesi de söz konusudur. Hz. Ömer Sevad bölgesinin fethi sonucu elde edilen diğer malları ganimet olarak değerlendirip savaşa katılanlara dağıtmasına rağmen toprakları dağıtmamış ve geliri bütün Müslümanların yararına olacak şekilde kullanım hakkını işleyicilere vermiştir. Bu kişiler toprağın mülkiyetini elde edememekle birlikte işleme hakkına sahiptirler. Vergilerini, amil olarak adlandırılan tahsildarlar vasıtasıyla devlete ödemektedirler (Ed-Duri, 1987: 225).
Zamanla hem mülk ya da intifaen ikta sistemi, hem de devlete ait arazilerin kişilerce işlenip verginin devlete ödenmesine ilişkin sistem değişim geçirmiştir. Bir yandan iktalar maaş karşılığı verilmeye başlanmış, bir yandan da vergi sistemi değişmiştir. Özellikle İran’ın ve bazı eski Roma eyaletlerinin fethedilmesi sonucu Halifeler, burada daimi ve ırsi kiracılıkla yönetilen bir kısım topraklarla karşılaşmışlardır. Halifeler bu sistemi değiştirmektense devam ettirmeyi tercih etmişler ve bu şekilde miri arazi sistemi ortaya çıkmıştır. Bu dönemden itibaren ikta sistemi ile toprağı köylünün işlemesine dayalı sistem birleştirilmiştir.
Hicri dördüncü asırdan itibaren iktalar, askeri amaçlarla verilmeye başlanmıştır. Bu dönemde Büveyhilerin Irak’a hakim olmasıyla birlikte ikta sistemi, askeri nitelik kazanmış ve askerlere maaş yerine arazi verilmeye başlanmıştır (Ed-Duri, 1987: 225). Bu şekilde verilen arazi, miras yoluyla geçmemekteydi. Hatta ömür boyu süreceğine dair bir şart da bulunmamaktaydı. Askerlere maaş yerine arazi verilmesini öngören bu sistem, kumandana belli sayıda asker yetiştirme görevi yüklemiyordu. Kumandanın emrindeki askerler de maaşlarını arazi olarak almaktaydılar (Ed-Duri, 1987: 225). İkta olarak verilen bu toprakları askerler bizzat kendileri işlememekteydiler. Bu toprak daimi ve ırsi bir kiracılık sistemi sayesinde köylüler tarafından işletilmekteydi (Barkan, 1980: 140).
Selçuklular zamanında ikta sahibine belli sayıda asker besleme görevi ortaya çıkmıştır (Ed-Duri, 1987: 224). Bu sistemde ikta sahibi kendisine verilen toprağı köylülere kiralamakta, buna karşılık elde ettiği vergi geliri ile de belli sayıda asker besleme görevini yerine getirmekteydi.
Bu sistem küçük değişikliklerle Osmanlı Devletine intikal etmiştir. Osmanlı İmparatorluğunda toprakların büyük bir kısmı miri arazi niteliğindedir. Mülk topraklar dışındaki tarım topraklarının hemen tamamına yakını bu statüdedir (Cin, 1966: 752).
Selçuklularda Uygulanan İkta Sisteminin Osmanlılardaki Karşılığı Nedir?
Bu sorunun cevabı, tımar sistemidir. Selçuklulardaki ikta sistemi, Osmanlılarda tımar sistemi ve miri arazi olarak devam etmiştir.
Miri arazi sisteminin devam ettirilmesinde çeşitli etkenler söz konusudur. Öncelikle İslam ve Selçuklu hukuklarından gelen devamın etkisi yadsınamaz. Dirlik ya da tımar sistemi olarak adlandırılan bu sistem; esasını Selçukluların ikta sisteminden almaktadır. Büyük Selçuklular tarafından Büveyhoğlullarından alınan bu sistem, Anadolu Selçuklularına, onlardan da Osmanlılara miras kalmıştır (Köprülü, 1981: 96). Bu sistem aynı zamanda İslam hukuku uygulamasıyla da paralel olduğu için Osmanlı Devleti tarafından benimsenmesi kolay olmuştur. Tımar sisteminin tercih edilmesinde önemli bir neden de Osmanlı tarafından gerek doğuda ve gerekse batıda fethedilen toprakların büyük bir kısmında benzer uygulamaların söz konusu olmasıdır.
Ayrıca İmparatorluğun takip ettiği toprak politikasının da önemli katkısı söz konusudur. Devlet toprağın belirli kişilerin elinde toplanmasını ya da şer’i miras hukukuna göre parçalanmasını önlemek için miri arazi sistemini daha da geliştirmiştir (Barkan, 1980: 131). Bu anlamda örfi hukuka tabi olan miri arazinin, devleti şer’i hukuk kurallarından kurtardığını söylemek yanlış olmaz.
Toprak politikası açısından bir diğer amaç tarım arazilerinin sürekli olarak ekilip dikilmesi ve sonuçta ekonomiye katkı sağlamaktır. Arazi Kanunnamesi 68. maddede bu amacı “terakk-i ziraat ve ümran-ı adalet” olarak vurgulamıştır. Toprağın sürekli olarak işletilmesini temin etmek amacıyla, verilen topraklarda, mazeretsiz üç yıl müddetle ziraat yapılmadığı takdirde, o toprak verilenden alınarak, başkalarına verilebilmiştir (Berki, 1973: 86). Bu sistem sayesinde hem toprağın verimsiz kalacak şekilde parçalanmasını önlemesi; hem de toprağın belirli kişilerde toplanmasının önlenmesi mümkün olmuştur.
Ancak belirtmek gerekir ki Osmanlı döneminde Cumhuriyet döneminde olduğu gibi topraksız olan ya da yeteri kadar toprağı olmayan çiftçilere bir toprak dağıtımı söz konusu değildir (Berki, 1973: 86). Araziyi işletmek isteyen kişinin topraksız olup olmadığına bakılmaksızın arazi dağıtımı yapılmıştır.
Bunun yanı sıra tarihi tecrübeler de tımar sistemini zorunlu kılmıştır. Bilindiği üzere eski Türk devletlerinde topraklar hakanın mülkü olarak kabul edilmekte ve hakan öldüğü zaman devlet toprakları çocukları arasında paylaşılmakta, bu da devletin yıkılmasına neden olmaktaydı. Bu sakıncaları önlemek için devlet topraklarını belirli bir sisteme tahsis ederek merkeziyetçi bir devlet yapılanması benimsenmiştir.
Ayrıca devletin kamu görevlilerine ödemek zorunda olduğu maaşı topraktan alması gereken vergiyle ödeyerek devlet hazinesinden daha fazla harcama yapılmasını önlemek de bir başka amaçtır.
Osmanlı tımar sistemi, Osman Gazi zamanında yapılan fetihlerle başlamış, teşkilâtın tam olarak kurulması 1. Murad zamanında olmuştur. Fatih Sultan Mehmet tımar sistemini düzene sokmak ve geliştirmek amacıyla meşhur kanunnamesini çıkarmıştır. Yavuz Sultan Selim zamanında mükemmelleşen tımar sistemi Kanunî zamanında zirvesine ulaşmıştır.