İçindekiler
AİSH ve Kamu Yararı
Mülkiyet hakkına devlet tarafından yapılacak herhangi bir müdahalenin kamu yararına olması gereklidir. Çünkü Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci fıkrası herhangi bir kimsenin ancak kamu yararı sebebiyle mal ve mülkünden yoksun bırakılabileceğini; ikinci fıkrası ise devletlerin, mülkiyetin genel çıkarlara uygun olarak kullanılmasını düzenlemek için gerekli gördükleri kanunları çıkarabileceklerini öngörmektedir.
Kamu Yararı
Kamu yararı kelimesi Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin gerek 6366 sayılı Kanun’la onaylanmış Türkçe metninde ve gerekse orijinal İngilizce ve Fransızca metinlerde maddenin birinci ve ikinci fıkralarında farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Türkçe metinde “amme menfaati” ve “umumi menfaat”, İngilizce metinde “public interest” ve “general interest”, Fransızca metinde ise “utilité publique” ve “intérêt général” ifadeleri kullanılmıştır. Kamu yararının bu şekilde farklı kavramlarla ifade edilmesi bazı davalarda davacıların genel çıkar kavramının kamu yararı kavramından daha geniş olduğunu vurgulamalarına neden olmuşsa da Mahkeme bu argümanı kabul etmemiştir. Mahkeme kamu yararı kavramı ile genel yarar kavramını aynı anlamda kullanmaktadır (Sarı, 2010:55).
Örneğin James ve Diğeri/Birleşik Krallık davasında (Doğru, 2011/c) başvurucular, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci fıkrasında “kamu yararı” (public interest) ve ikinci fıkrasında “genel yarar” (general interest) gibi aynı bağlamda farklı deyimlerin kullanılmasının, sözleşme yorumunun genel olarak tanınmış bir prensibine göre, farklı kavramlara atıfta bulunma niyetine işaret edildiği şeklinde kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, 1. maddesini Devlete, bir kimsenin mülkiyetini kontrol ederken, mülkiyeti elinden almaya göre daha fazla takdir alanı tanıdığı şeklinde yorumlamışlardır. Mahkeme ise Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesindeki “kamu yararı” ile “genel yarar” kavramları arasında fark bulunsa bile, incelenmekte olan noktada, aralarında başvurucuların ileri sürdüğü gibi temel bir ayrım yapılamacağını vurgulamıştır.
Kamu yararı kavramının sadece birinci paragrafın ikinci cümlesinde ve ikinci paragrafta yer alması, bu kriterin sadece bu hükümler için uygulanacağı anlamına gelmez. İleride açıklanacak olan müdahale şekillerinden hangisi söz konusu olursa olsun mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin kamu yararına olması gerekir (Carss-Frisk, 2003: 42). Bir başka ifadeyle, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinde yer alan hangi kural uygulanırsa uygulansın mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin kamu yararına olması gerekir (Grgiç vd, 2007: 15). Maddenin birinci ve ikinci fıkralarında bunun farklı kavramlarla ifade edilmiş olması neticeyi değiştirir bir durum değildir. Strazburg organları kamu yararı kavramı ile genel çıkar (yarar) kavramını aynı anlamda yorumlamaktadırlar (AİHM’nin James ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/c).
Kamu yararı kavramının mülkiyet hakkının sınırlandırılması bakımından iki yönü bulunmaktadır. Kavram, bir yönüyle sınırlama nedenidir; ancak bir yönden de sınırlamanın sınırı niteliğindedir. Devletler kamu yararı amacıyla sınırlama yapabilmektedirler, ancak sınırlamaların da kamu yararına olması gerekir.
Kamu Yararının Kapsamı
Bu konuda şu yazımıza bakınız: AİHM İçtihatlarına Göre Mülkiyet Hakkı, Kamu Yararı ve Devletlerin Takdir Hakkı
Özel Şahıslar Lehine Mülkiyet Hakkına Yapılan Müdahalelerde Kamu Yararı
AİHS’nin ve Ek 1 No’lu Protokol’ün özel hukuk kişileri arasındaki ilişkilerde de uygulanabileceği ve mülkiyet hakkına özel hukuk kişileri lehine yapılan müdahalelerin de kamu yararına olabileceği kabul edilmektedir. Mahkeme üçüncü kişilerin bireysel yararını sağlamak için mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerin de kamu yararına olabileceğini vurgulamaktadır. AİHM, bazı koşullarda, bir kimsenin özel mülkiyetinin başka bir kimseye zorunlu devrinin, kamu yararının gerçekleştirilmesi için meşru bir araç olabileceğini ifade etmektedir (AİHM’nin James ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/c).
Örneğin Bramelid ve Malström/İsveç davasında, o tarihte AİHS yargılamasının bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, Sözleşmeye taraf devletlerin tamamında özel hukuk kişileri arasındaki mülkiyet ilişkilerini düzenleyen ve gerektiğinde mülkü, bir başka özel kişiye devri zorunlu kılan kurallar bulunduğunu, liberal toplumların bir parçası olan bu tür uygulamaların Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine aykırı olamayacağına karar vermiştir. Komisyon bu kararında Sözleşmeye taraf olan bütün devletlerde özel hukuk kişileri arasındaki ilişkileri düzenleyen mevzuatta, bu hukuki ilişkilerin mülk ve mülkiyet ile yönlerini belirleyen ve bazı durumlarda kişileri mülklerini başkalarına devretmeye zorlayan kurallar bulunduğunu ifade etmiştir. Komisyona göre veraset yoluyla elde edilen özellikle tarımsal mülkün bölünmesinin yasaklanması, evlilikte elde edilmiş mülkün bölüşülmesi, özellikle de uygulama esnasında mülke el konulması ve satılması gibi örnekler verilebilecek bu tür müdahaleler ilke olarak Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine aykırı değildir (Carss-Frisk, 2003: 15).
AİHM de özel kişiler lehine mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde kamu yararı bulunabileceğini kabul etmiştir. Mahkeme, bazı koşullarda, bir kimsenin özel mülkiyetinin başka bir kimseye zorunlu devrinin, kamu yararının gerçekleştirilmesi için meşru bir araç olabileceğini ifade etmektedir (AİHM’nin James ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/c). Mahkeme’nin görüşüne göre “kamu yararına” (in the public interest) şeklindeki İngilizce ifade, devredilen mülkün kamunun veya genel olarak toplumun kullanımına sunulması gerektiği, hatta toplumun büyük bir oranının bu alımdan doğrudan faydalanması gerektiği şeklinde yorumlanamaz. Mahkeme’ye göre mülkiyet hakkına yapılan müdahaleden toplumun geneli yararlanmasa dahi, müdahale kamu yararına olabilir. Bu anlamda özel hukuk kişilerinin yararlandığı uygulamalar da kamu yararı kapsamında değerlendirilir. Özel hukuk kişilerinin sözleşmeden kaynaklanan veya mülkiyet haklarını düzenleyen bir yasal sistemin âdil oluşu da kamuyu ilgilendiren bir konudur; bu nedenle özel hukuk kişileri arasındaki mülkiyet ilişkilerinin devlet tarafından düzenlenmesi (hatta mal ve mülkün bir bireyden diğerine zorunlu devrinin kabul edilmesi) kamu yararı meşru amacı kapsamında değerlendirilir. Bu bağlamda Sözleşmeci devletlerin mevzuatında “kamunun kullanımı amacıyla” gibi ifadelerin yer aldığı metinlerde bile, kamu yararı kavramının, özel şahıslar arasında mülkiyetin zorunlu devrini hukuk dışı saydığı ortak bir prensip tespit edilemediğini belirten Mahkeme, bu nedenle mülkiyet hakkına özel kişiler yararına yapılan müdahalelerin de bazı durumlarda kamu yararı ilkesine aykırılık teşkil etmeyebileceğini vurgulamıştır (Dutertre, 2005: 449 – 450). Mahkeme James ve Diğerleri/Birleşik Krallık davasında şu görüşü ifade etmiştir (Dutertre, 2005: 449-450):
“Kamu yararına” (in the public interest) şeklindeki İngilizce ifade, devredilen mülkün kamunun veya genel olarak toplumun kullanımına sunulması gerektiği, hatta toplumun büyük bir oranının bu alımdan doğrudan faydalanması gerektiği şeklinde yorumlanamaz. Mülkün, toplum içinde sosyal adaleti arttırmak amacıyla uygulanan bir politika dahilinde alınması da “kamu yararına” olarak tanımlanabilir. Özel tarafların sözleşmelerden kaynaklanan veya mülkiyet haklarını düzenleyen bir yasal sistemin âdil oluşu da kamuyu ilgilendiren bir konudur, bu nedenle, mal ve mülkün bir bireyden diğerine zorunlu transferini öngörse de, böyle bir adaleti sağlamaya yönelik yasal önlemler de “kamu yararına” olarak değerlendirilebilir. Bu sebeplerle, Mahkeme Komisyon’la aynı sonuca varmaktadır: Toplumun geneli alınan mülkü doğrudan kullanmasa veya faydalanmasa da meşru sosyal, ekonomik veya diğer politikalar çerçevesinde mülkün alınması “kamu yararına” olabilir.”
Ancak özel hukuk kişileri arasındaki mülkiyet ilişkileri düzenlenirken kişilerin mülklerinden keyfi ve haksız bir şekilde mahrum bırakılmalarını önlemek için gerekli tedbirlerin öngörülmesi zorunludur. Örneğin bir mülkün bir başkasına kanun gereği zorunlu olarak devri öngörülürken mülkünden mahrum kalan kişiye uygun bir bedelin ödenmesi de şart koşulmalıdır. Aksi bir durum mülkiyet hakkının ihlali anlamına gelecektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Tarafından Kamu Yararına Sayılan Durumlar
Mahkeme kamu yararı kavramını irdelemesine rağmen kavramın tanımını yapmaktan özenle kaçınmıştır. Mahkeme tanım yapmaksızın, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına neden olan müdahalenin kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığını irdelemektedir. Bunda kavramın niteliği önemli bir rol oynamaktadır. Gerçekten de kamu yararı kavramı bağımsız ve mutlak bir kavram değildir (Eren, 1974: 782), tam aksine (doğası gereği) geniş, öznel ve bulanık bir kavramdır (Duran, 1982: 25) ve bu nedenledir ki üzerine uzlaşılmış bir kamu yararı kavramı bulunmamaktadır.
Üstelik kamu yararı kavramının durağan bir anlama sahip olmadığı, devletten devlete farklılık gösterebildiği gibi toplumun farklı dönemlerinde de kendisine farklı anlamlar yüklenebildiği bilinen bir gerçektir. Bunun yanı sıra kavram, tanımlayan kişinin siyasi görüşlerine göre oldukça değişik anlamlara bürünebilmektedir. Bir başka ifadeyle, neyin kamu yararına olduğunun, neyin olmadığının saptanması bir noktada siyasal bir sorun olmakta ve bu nedenle, üzerinde herkesin anlaşma olanağı bulunmamaktadır. Bundan dolayı Mahkeme kavramı tanımlamak yerine, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden uygulamanın kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığını denetlemektedir. Mahkeme, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bir uygulamanın açıkça dayanaktan yoksun olduğu durumlarda mülkiyet hakkının ihlaline karar vermektedir. Böyle bir durumda Mahkeme, uygulamanın kamu yararı amacıyla yapılmadığını değerlendirmektedir.
Değerlendirilmesi gereken ikinci nokta, Mahkeme’nin mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bir müdahalenin kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığını denetlemekle yetinip yetinmeyeceği, bunun yanı sıra söz konusu uygulamanın kamu yararını gerçekleştirmeye elverişli olup olmadığını denetleyip denetleyemeyeceğidir. Mahkeme’nin bu konudaki genel yaklaşımı, sadece müdahalenin kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığını denetlemekle yetinmektedir. Bir başka ifadeyle Mahkeme, yasama ya da yürütme organının faaliyetlerini denetlerken genellikle amaç noktasından hareket etmekte, buna karşılık yasama ya da yürütme organının aldığı tedbirlerin kamu yararını gerçekleştirmeye elverişli olup olmadığını sorgulamamaktadır. Zaten mülkiyet ilişkilerinin oldukça karmaşık olduğu günümüz dünyasında bu yönde bir değerlendirme yapılmasının zorluğu da dikkatlerden kaçmamalıdır.
Mahkeme; dar gelirli ailelerin barınma problemlerinin çözülmesi, ormanların korunması, tarımda verimliliğin artırılması, çevrenin korunması, ülkenin ekonomik çıkarları ile bağdaşmayan sözleşmelerin ortadan kaldırılması, ülkenin ekonomik çıkarlarının korunması, ana yolların geliştirilmesi, ülkenin sanatsal ve kültürel mirasının korunması gibi amaçları kamu yararı kapsamında değerlendirmiştir.
Burada şu hususu da belirtmek gerekir. Mülkiyet hakkına ulusal makamlar tarafından yapılan bir müdahalenin karşılığı olarak malike yeterli veya hiç tazminat ödenmemesi durumunun, kamu yararı kavramı ile ilgisi yoktur. Kamu yararı, ulusal makamların müdahalede bulunurken ulaşmak istedikleri amaçlarla ilgilidir. Oysa tazminatın hiç veya yeterince ödenmemesi Ek 1 No’lu Protokol’ün yorumundan kaynaklanan bir zorunlulukla (tazminat ödeme zorunluluğu) ile alakalıdır (AİHM’nin Lightow ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/b).
1. Sosyal ve Ekonomik Politikalar
AİHM sosyal adaletsizliklerin giderilmesi, kamu yararınadır. AİHM içtihadına göre sosyal adaletsizlik olduğuna inandığı hususları ortadan kaldırmak, demokratik bir toplumda yasama organının işlevine güzel bir örnek teşkil eder.
Sosyal adaletsizliklerin giderilmesi söz konusu olduğunda akla gelen ilk konu bireylerin barınma (konut) ihtiyacının karşılanmasıdır. Modern toplumlarda konut sorununun önemli bir mesele olduğunu, bu nedenle bu meselenin çözümünün piyasa güçlerinin eline bırakılamayacağını vurgulayan Mahkeme, devletlerin konut sorunu çözebilmek amacıyla gerekli tedbirleri almasını kamu yararına olarak kabul etmektedir. Bu kapsamda kiracılara kira konusu taşınmazı (kiraya verenin iradesi olup olmadığına bakılmaksızın) satın alma hakkı verilmesi, kira bedelinin ve bu bedele uygulanacak artış oranlarının kanun ile belirlenmesi, kiraya konu olan konutun tahliyesinin sıkı şartlara bağlanması Mahkeme tarafından kamu yararına olarak değerlendirilmiştir. Konut sorunun çözümü kapsamında alınacak tedbirlerin, özel hukuk kişileri arasındaki sözleşmeye dayalı ilişkilere müdahalede bulunması ya da bu tedbirlerin özel kişiler lehine sonuç doğurması da, müdahalenin kamu yararına olmasını bertaraf etmemektedir (AİHM’nin James ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/c).
Sosyal güvenlik kurumlarının mali durumlarının zayıflaması engelleyecek tedbirlerin alınması da kamu yararına bulunmuştur (Kjartan Asmundson/İzlanda kararı). Mahkemeye göre sosyal sigorta fonlarının mali sorunlarının çözülmemesi sonucunu doğuracak mutlak bir mülkiyet hakkı, son tahlilde sosyal güvenlik sisteminin kendisine zarar verir (Gemalmaz, 2009: 484).
Alkol tüketiminin azaltılması amacıyla alkollü içki satma ruhsatının verilmesinin belirli koşullara bağlı kılınması da Tre Traktörer davasında kamu yararına olarak değerlendirilmiştir.
Ulusal Güvenlik
AİHM ulusal güvenlik amacıyla mülkiyet hakkına getirilen sınırlamaların meşru bir amacı olduğunu ve bunların kamu yararına olduğunu kabul etmektedir. Mahkeme Cevat Işık/Türkiye davasında askeri güvenlik bölgesi içinde kalan alanda yetkili makamlardan izin alınmaksızın yapılan yapının yıkılmasını mülkiyet hakkına aykırı bulmamıştır. Mahkemeye göre askeri yasak bölgelerde ve güvenlik bölgelerinde inşaat yapılmasının askeri makamların iznine tabi kılınması, devletin güvenliğine ilişkin askeri bilgilerin gizliliğinin korunması gibi meşru bir amaç gütmektedir (Gemalmaz, 2009: 515).
Ulusal güvenlikle ilgili bir diğer konu da yabancıların ve cemaat vakıflarının taşınmaz edinmelerinin kısıtlanmasıdır. AİHM, Sözleşmeci Devletlerin yabancıların ve cemaat vakıflarının taşınmaz edinmesine ilişkin rejimi düzenleme konusunda geniş bir takdir yetkisine sahip olduklarını vurgulamaktadır. Bu durumda, Sözleşmeci Devletler, genel menfaate uygun olarak kamu düzenini, kamu yararını ve vakfın üyelerinin çıkarlarını gözetecek tedbirleri hayata geçirme yetkisine sahiptirler (Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye kararı).
3. Tarihi ve Kültürel Varlıkların Korunması
AİHM tarihi ve kültürel varlıkların korunması amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleleri kamu yararı kapsamında değerlendirmektedir. Mahkeme Kozacıoğlu/Türkiye davasında verdiği kararında kültürel mirasın korunmasını, meşru bir amaç olarak değerlendirmiştir. Mahkeme taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının kamulaştırılmasını da kamu yararı amacıyla yapılmış bir müdahale olarak görmektedir. Mahkeme’ye göre kültürel mirasının korunması, kültürel varlık olarak nitelendirilen bir binanın devlet tarafından kamulaştırılmasını haklı kılabilecek meşru bir amaçtır. Taşınmazların kamulaştırılmasını öngören kanunların yürürlüğe konulmasının çoğu zaman siyasi, ekonomik ve sosyal konuların değerlendirilmesini gerektireceğini vurgulayan Mahkeme, sosyal ve ekonomik politikaların uygulamasında yasamanın kullanabileceği takdir hakkının geniş olması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme, açıkça makul bir temelden yoksun olmadığı müddetçe, yasama organının neyin “kamu yararına” olduğuna ilişkin muhakemesine saygı duyacağını, bu ilkenin çevrenin ya da bir ülkenin tarihi veya kültürel mirasının korunması için de geçerli olduğunu ifade etmiştir. Kültürel mirasın korunması ve gerektiğinde sürdürülebilir kullanımındaki amacın, belirli bir yaşam kalitesinin sürdürülebilmesine ek olarak, bir bölgenin ve o bölgenin sakinlerinin tarihi, kültürel ve sanatsal köklerinin de korunmasını ihtiva ettiğine işaret eden Mahkeme özellikle mimari mirasa ilişkin olmak üzere somut önlemler ortaya koyan Avrupa Mimari Mirasın Korunması Sözleşmesi’ni hatırlatarak tarihi, kültürel ve sanatsal değerlerin korunmasının kamu yararına olduğuna hükmetmiştir.
4. Tabiatın ve Çevrenin Korunması
AİHM, her ne kadar çevrenin genel olarak korunmasına yönelik AİHS’de özel bir hüküm bulunmasa da günümüz toplumunun çevrenin korunması konusundaki duyarlılığının her geçen gün daha da arttığını vurgulayarak (örneğin Turgut ve Diğerleri/Türkiye kararı) tabiatın ve ormanların korunması amacının kamu yararı kapsamına girdiğini vurgulamaktadır (Lazaridi/Yunanistan kararı, Ansay/Türkiye kararı). AİHM özellikle orman ve 2/B uygulamaları nedeniyle Türkiye aleyhine açılan pek çok davada çevrenin korunmasına bağlı sorunlara ve çevrenin korunmasının önemine değinmiştir. Mahkemeye göre tabiatın ve ormanların ve daha genel olarak da çevrenin korunması, kamuoyunda ve dolayısıyla kamu makamları nezdinde sürekli ve desteklenen bir ilgiyle savunulan bir değerdir. Çevrenin korunması söz konusu olduğunda, mülkiyet hakkı gibi bazı temel haklar öncelik arz etmemelidirler (Hamer/Belçika davası kararı). Bundan dolayı çevrenin korunması amacıyla mülkiyet hakkının sınırlandırılması kamu yararınadır. Mahkeme sınırsız bir mülkiyet hakkıyla, çevrenin korunmasının tezatlık oluşturduğunu belirterek tabiatın ve çevrenin korunabilmesinin, ancak mülkiyet hakkının sınırlandırılmasından geçtiğini vurgulamıştır (Fredin/İsveç davası kararı).
AİHM kıyıların korunması amacıyla alınacak önlemlerin de kamu yararına olduğunu vurgulamaktadır (Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararı, İNHAK BB, 2010/g). Mahkeme kıyıda kalan taşınmazın tapusunun Hazinece açılan tapu iptali davası neticesinde iptal edilmesi gerekçesiyle açılan N.A. ve Diğerleri/Türkiye davasında konuyla ilgili olarak şu yorumu yapmıştır:
“Mahkeme ayrıca, başvurucuların mülklerinden yargısal bir kararla yoksun bırakıldıklarını, bu kararın da hiç bir şekilde keyfi bir karar olmadığını kaydeder. Ulusal mahkemelerin gösterdikleri gerekçeleri göz önünde tutan Mahkeme, başvurucuların mülklerinden “kamu yararı” için yoksun bırakıldıklarında tereddüt bulunmadığını kabul etmektedir. Mahkeme, söz konusu arazinin deniz kıyısında bulunduğunda ve herkese açık kamusal bir alan olan sahilin bir parçası olduğunda tarafların mutabık olduğunu gözlemlemektedir. Gerçekten de bu durum, Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından belirtilmiştir. O halde mülkiyetten yoksun bırakma, meşru bir amaca sahiptir.”
5. Ülkenin Ekonomik Çıkarlarının Korunması
AİHM Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis/Yunanistan davasında verdiği kararında, bir ülkenin ekonomik çıkarlarına aykırı gördüğü sözleşmeleri feshetme konusunda yetkisi bulunduğuna ve bunun kamu yararı kapsamında değerlendirilebileceğine karar vermiştir. Uluslararası hukukun da devletlere bu yönde yetki tanıdığını vurgulayan Mahkeme devletlerin, tazminat ödemesi koşuluyla, gerçek kişilerle yaptığı sözleşmeleri feshetme özerkliğine sahip olduğuna karar vermiştir.
6. Tarımda Verimliliğin Artırılması
Mahkeme tarımda verimliliğin artırılması amacıyla, mülkiyet hakkına yapılacak müdahaleleri kamu yararı kapsamında değerlendirmiştir. Mahkeme Hakansson ve Sturesson/İsveç, Weisenger/Avusturya, Denev/İsveç, Almedia Garret/Portekiz davalarında arazi toplulaştırmalarını, meşru bir amaca hizmet eden uygulamalar olarak görmüştür.
7. Planlı Şehirleşme
Mahkeme planlı gelişmenin sağlanabilmesi için alınan pek çok önlemin kamu yararına meşru bir amaç güttüğüne karar vermiştir. Mahkeme imar planlarıyla ilgili hususları, genel yarar kapsamında görmektedir (Alan Jakopson/İsveç kararı). Örneğin Gıllow/Fransa davasında Mahkeme davalı devletin Guernsey adasında nüfusu belirli bir seviyede tutmak amacıyla iskan izni vermemesini meşru bir amaç olarak değerlendirmiştir. Mahkeme’ye göre yetkililerin adanın nüfusunu dengeli bir şekilde, ekonomik gelişime izin veren sınırlar içinde tutmaya çalışmaları haklı bir sebeptir. Pek çok dava da (örneğin Chapman/Birleşik Krallık, Varey/Birleşik Krallık, Buckley/Birleşik Krallık, Beard/Birleşik Krallık) planlama tedbirleri nedeniyle Roman ailesinin kendilerine ait arazide karavan içinde yaşamak üzere yerleşmelerine izin verilmemesini kamu yararına olarak değerlendirmiştir.
İmar planı gereğince kamu hizmetleri için yapılacak müdahaleler de kamu yararına uygundur.
8. Suçla Mücadele, Ahlakın Korunması
Genel yarara aykırı ya da genel yarar için tehlikeli olan ya da suçta kullanılan, suçtan elde edilen malların müsadere edilmesi, Mahkeme tarafından kamu yararı kavramı içerisinde değerlendirilmiştir.
Öncelikle genel yarara aykırı ve tehlikeli olan malların toplatılmasını ve imha edilmesini değerlendirelim. Mahkemeye göre Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ikinci fıkrası devletlere genel yarara aykırı ve tehlikeli gördükleri malları toplatma ve imha etme yetkisi vermektedir. Mahkeme bu yetkiyi Sözleşmeci Devletlerin hepsinde bulunan bir hukuk ilkesinin ışığında yorumlanmıştır; bu ilkeye göre, genel yarara aykırı ve tehlikeli olduğuna hukuken karar verilen mallar imha edilmek üzere hak kaybına uğratılır.
Bu durumda karşımıza genel yararın ne olduğu sorusu çıkacaktır. Mahkeme ikinci fıkrada geçen “genel yarar” kavramının oldukça geniş bir anlama sahip olduğunu vurgulamaktadır. Mahkeme kavramı tanımlamaktan kaçınarak, neyin genel yarara uygun olduğu konusunu belirlemeyi devletlere bırakmaktadır. Bunda ikinci fıkranın yapısı oldukça önem taşımaktadır. Bu fıkra, müdahalenin gerekliliği konusunda Sözleşmeci Devletleri tek karar makamı haline getirmektedir. Bu nedenle Mahkeme kendini, söz konusu yasaklamanın amaç ve hukukiliğinin denetlenmesiyle sınırlamaktadır. Mahkeme verdiği çeşitli kararlarında ahlakın korunmasını genel yarar içerisinde değerlendirmiştir. Mahkeme ünlü Handyside/Birleşik Krallık davasında verdiği kararında müstehcen unsurlar ihtiva eden kitabın, ahlakın korunması amacıyla toplatılmasını mülkiyet hakkına aykırı bulmamıştır. Mahkeme kitaplara el konulmasını ve bunların imha edilmesini, genel yarar kapsamında değerlendirmiştir. Mahkemeye göre genel yarar kavramı, ahlakın korunması kavramını da kapsamaktadır.
Suçla mücadele kapsamında suçta kullanılan ya da suçtan elde edilen malların ya da kazançların müsadere edilmesi de kamu yararınadır. Mahkeme Air Canada/Birleşik Krallık davasında verdiği kararında uyuşturucu taşımakta kullanılan uçağa el konulmasını kamu yararına olarak değerlendirmiştir. Agosi/Birleşik Krallık davası (Çev: Doğru, 2010/k) ise ülkeye kaçak olarak sokulan malların müsadere edilmesinin AİHM tarafından kamu yararı kapsamında değerlendirilmesine sahne olmuştur. Mahkeme Raimondo/İtalya davasında da mafya babası olduğu iddia edilen kişinin taşınır ve taşınmaz mallarının müsaderesini kamu yararına olarak değerlendirmiştir.
9. Vergilerin, Para Cezalarının ve Benzeri Katkılarının Tahsilinin Sağlanması
Her ne kadar vergilerin, para cezalarının ve benzeri katkıların tahsilinin sağlanması, başlı başına bir sınırlama amacı teşkil etse de bu amaçlar aynı zamanda kamu yararı kapsamına da girmektedir. Mahkeme, vergi konusunda alınacak önlemlerin kamu yararına olduğunu benimsemektedir. Mahkeme’ye göre vergilerin ve benzeri katkıların tahsilatını sağlamak, kolaylaştırmak ya da hızlandırmak amacıyla alınacak tedbirler kamu yararınadır (Saban, 2000: 467). Sözleşme’ye taraf devletlerce ülkenin ekonomik durumuna göre ekonomi politikasının iyileştirilmesi, mali düzenin sağlam temellere oturtulması amacıyla vergisel konularda yapılan düzenlemeler AİHM tarafından “kamu yararına uygun ve demokratik yapının bir gereği” olarak değerlendirilmiştir (Etgü, 2009: 187).
10. Ticari Hayatın Korunması
Ticari ve ekonomik hayatın korunması ve devamının sağlanması amacıyla alınan tedbirler de kamu yararınadır. Ancak bu tedbirlerin, diğer tedbirlerden önemli bir farkı, çoğu kez bu tedbirlerden bir başka özel hukuk kişisinin yararlanıyor olmasıdır. Mahkeme bu durumu önemsememektedir.
Mahkeme ve Komisyon bu tür düzenlemelerin Avrupa sistemine hakim olan liberal toplumda zorunlu olduğuna vurgu yapmışlardır. Buna göre liberalizmin en önemli yönlerinden birisi olan serbest ticaretin devamının sağlanabilmesi için ticaret hayatının devlet tarafından düzenlenmesi gereklidir.
Bunlardan en önemlilerden birisi liberal ekonomilerin en önemlilerinden birisi olan bankacılık sektörüne ilişkin düzenlemelerdir. Mahkeme Capital Bank/Bulgaristan davasında verdiği kararında ekonominin varlığını sürdürebilmesi ve bankacılık sisteminin istikrar kazanabilmesi için sisteme zarar vereceği düşünülen bankanın lisansının iptal edilmesini kamu yararına bulmuştur.
Ticaret hayatının devamı ve ticari alacakların korunması için gerekli önlemlerin alınması da kamu yararınadır. Mahkeme iflas eden kişiden olan alacakların korunabilmesi için iflas eden kişinin mallarının idaresinin, iflas idaresine verilmesini (Luordo/İtalya davası); iflas idaresine geçen malların tasfiye edilmesini (Fritz ve Hans Schlumpf/Fransa davası), iflas kararının sonradan iptal edildiği durumda, malların yönetimi iflas idaresindeyken bu idarenin çalışanlarının ücretlerinin iflas masasındaki mallardan karşılanmasını (Stockholms Försakrings-Och Skadestandsjuridik AB/İsveç davası) meşru amaca hizmet ediyor olarak değerlendirmiştir.