İçindekiler
- 1. Maddi Varlığı Olan Nesneler
- Taşınmazlar
- Para ve Diğer Kıymetli Mallar
- Şirket Hisseleri
- Taşıtlar, Hayvanlar, Bitkiler
- Taşınır Kültür Varlıkları
- Enerji ve Doğal Güçler
- 2. Maddi Varlığı Bulunmayan Unsurlar
- Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları
- Tazminatlar
- İmar Planlarına Dayanan Haklar
- Emekli Maaş Hakkı
- Müşteri Kitlesi
- Alkollü İçki Satma Ruhsatı
- Kira Alma Hakkı
- İşletme/İmtiyaz Hakları
- Konut Tahsis Hakkı
Sözleşme’de mülkiyet hakkının ve mülk kavramının açık bir tanımı bulunmamakla beraber AİHM, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesini yo-rumlayarak mülk ve mülkiyet kavramları üzerine içtihatlar geliştirmiştir. Bu anlamda Mahkeme, mülkiyet hakkını yorumlarken geleneksel yorumlardan uzak kalmış ve kendine has bir mülkiyet anlayışı geliştirmiştir. Mahkeme tarafından mülk olarak kabul edilen unsurlar şunlardır:
1. Maddi Varlığı Olan Nesneler
Maddi varlığı olan nesneleri taşınmazlar ve taşınırlar olarak ikiye ayırarak incelemek mümkündür.
Taşınmazlar
Taşınmazların mülkiyet hakkı kapsamında olduğunda duraksama yoktur. Ancak gerek taşınmazın tanımının ve gerekse taşınmaz tanımı kapsamına giren unsurların, ulusal hukuk dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir. Örneğin Türk hukuku arazi ve arsaları, tapu siciline kaydedilen bağımsız ve sürekli hakları ve kat mülkiyetine tabi bağımsız bölümleri taşınmaz olarak kabul etmektedir.
Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi anlamında bir fark oluşturmasa da bir hakkın tapu siciline kaydedilmesi ya da edilmemesi onu taşınmaz tanımı kapsamına dahil etmekte ya da dışlamaktadır.
Bir taşınmazın 1. maddenin getirdiği korumadan yararlanabilmesi için ya mevcut olması ya da bu konuda meşru bir beklentinin bulunması gerekir. Eğer kişi iç hukuka göre malik değilse ya da maliklik konusunda meşru bir beklentisi söz konusu değilse mülkiyet hakkından yararlanamaz.
AİHM Öneryıldız/Türkiye davasında Hazine arazisinin işgal edilmesinin ya da bu arazilerin gecekondu mevzuatı uyarınca devredileceği yönündeki beklentinin mülk olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir. Bu davada başvurucuların Hazine arazisi üzerine inşa ettikleri gecekondular yapı yakınlarında bulunan çöplüğün gaz sıkışması sonucu patlaması üzerine yıkılmıştır. 28 Nisan 1993’te saat 11:00 de meydana gelen metan gazı patlaması sonucu ortaya çıkan toprak kaymasını takiben, çöp dağlarına bağlı atıklar, çöplüğün yakınındaki başvuru sahibininki de dahil olmak üzere bir düzine gecekonduyu toprağa gömmüştür. Başvuru sahibi, zararlarının tazmini için iç hukukta yapmış olduğu çabalarından sonuç alamayınca, Sözleşmenin diğer maddeleri ile birlikte Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği gerekçeleriyle AİHM’ne başvurmuştur.
AİHM, gecekondunun üzerinde inşa edildiği taşınmazın Hazineye ait olduğunu, başvurucunun bu arazi üzerinde herhangi bir mülkiyet hakkı bulunduğunu ispat edemediğini ifade etmiştir.
Üstelik Mahkemeye göre Hazine arazisinin yaklaşık beş yıl süre ile işgal edilmesi Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilemez. Mahkeme Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin sadece mevcut mülk için uygulanabileceğini, başvurucunun Hazine arazisinin kendisine verilebileceğine yönelik bir beklentisinin ise mülkiyet hakkı olarak değerlendirilemeyeceğini vurgulamıştır. Mahkeme’ye göre kişilerin bir gün söz konusu arazinin kendisine devredileceği yolundaki ümitleri, mal varlığı olarak değerlendirilebilecek bir hak olarak kabul edilemez.
AİHM aynı davada Hazine arazisi üzerine yapılan gecekondunun mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir. Davada Türk Hükümeti tarafından, gecekondunun hiçbir müsaade almadan inşa edildiği, bu haliyle ne bir mülkiyet hakkı oluşturabileceğini ne de bir mülk sayılabileceği, ayrıca iç hukukta doğrudan veya dolaylı olarak böyle bir hak doğurmanın hiçbir zaman kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir.
Türk Hükümetinin bu itirazını reddeden Mahkeme, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinde geçen mülk kavramının kendine has bir anlam genişliği olduğunu ve bu hükme göre somut varlık oluşturan bazı hak ve menfaatlerin mülkiyet hakkı ve dolayısıyla mülk olarak kabul edilebileceğini vurgulamıştır. Mahkeme, taşınmaz üzerinde yapılan binanın imar mevzuatına aykırı olduğunu kabul etmekle beraber başvurucunun gecekondu bina ve bina içerisinde bulunan ev eşyaları bakımından malik olarak kabul edilebileceğini vurgulamıştır.
Mahkemeye göre başvuru sahibi 1988 yılından beri otoritelerden hiçbir zaman endişelenmeyerek bu meskende ikamet etmektedir ki bu sayede yakınlarının da ikametini kira sorunu olmadan sağlamıştır. Orada sosyal ve ailevi bir çevre oluşturmuş ve kaza gününe kadar, bu durumun kendisi ve ailesi için böyle kalacağını ümit etmesine de hiçbir unsur engel olamamıştır. Bu nedenle de Mahkeme, binanın üzerinde yapıldığı taşınmaz açısından bir mülkiyet hakkı söz konusu olmasa da başvurucunun kendisinin inşa ettiği ve içerisinde ailesiyle birlikte ikamet ettiği evin başvuru sahibi için önemli bir ekonomik menfaat ifade ettiğini kabul etmiştir.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta da 1. madde kapsamında bir hakkı söz konusu olabilmesi için, üzerinde özel mülkiyet kurulmaya elverişli bir taşınmazın bulunması gerekmektedir. Bu anlamda kıyılar, ormanlar, bir kamu hizmetinin görülmesinde kullanılan hizmet malları, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler üzerindeki mülkiyet iddiası 1. madde anlamında mülkiyet hakkı kapsamına girmez. Örneğin Mahkeme Karayazgan/Türkiye davasında Mahkeme kıyıların özel mülkiyete konu olamayacağını belirterek başvuruyu reddetmiştir.
Ancak şu noktaya dikkat etmekte fayda var. Yürürlükteki mevzuata uygun olarak, bu alanlarda bir özel mülkiyet teşkil edilmiş ise teşkil tarihinden yıllar sonra bu alanların özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle tapuların iptal edilmesi mülkiyet hakkının getirdiği korumadan yararlanır. Mahkeme Türkiye özelinde kıyı ve orman alanları ile ilgili olarak verdiği kararlarında bu alanlarda verilen tapuların iptal edilmesinin kıyıların ya da ormanların korunması bakımından meşru bir amacı olsa da bu alanlarda yürürlükteki mevzuata uygun olarak oluşturulan tapulara hukuki değer atfedilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Para ve Diğer Kıymetli Mallar
Para ve diğer kıymetli eşyaların taşınır kapsamına girdiğinde duraksama yoktur. Özellikle parasal değerlerin mülkiyet hakkı kapsamına girdiği açıktır. AİHM içtihatlarına göre yüksek enflasyon dönemlerinde kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi nedeni ile uğranılan gelir kayıpları da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmelidir.
Bilindiği üzere kamu hizmetleri için gerekli olan taşınmazlar 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında kamulaştırılmaktadır. Anayasa’nın 46. maddesi 03.10.2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun’la değişinceye kadar geç ödenen kamulaştırma bedellerine sadece kanuni faiz ödenmekte idi. Özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde enflasyon oranının kanuni faiz oranından yüksek olması nedeni ile taşınmazları kamulaştırılan kişiler, enflasyon karşısında zarara uğramakta idi. Bu zararın iç hukukta karşılanmaması üzerine taşınmaz malikleri AİHM nezdinde dava açmışlar, Mahkeme de kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile uğranılan zararın Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilebileceğine karar vermiştir.
Bunun dışında vergiler, para cezaları, diğer katkılar da 1. maddenin kapsamına girmektedir. Gerek AİHK ve gerekse AİHM vergilerle ilgili tedbirlerin malvarlığını etkilediğini vurgulamaktadır. Komisyon Wasa Liv Ömsesidigt/İsveç davasında verdiği kararda “bir çeşit mali yükümlülük getiren her türlü yasa ilgili malvarlığından, yani ödenmesi gereken para miktarından yoksun bırakmayı içerir” ifadesini kullanmıştır (Yaltı, 2006: 49). Mahkeme de Spacek S. R. O./Çek Cumhuriyeti davasında verdiği kararında vergilendirme yetkisi kapsamındaki önlemlerin malvarlığını etkilediğini vurgulayarak bu önlemleri mülkiyet hakkına müdahale olarak nitelendirmiştir.
Paranın yanı sıra altın, gümüş gibi değerli madenler de 1. maddenin kapsamına girmektedir. AİHM Agosi/Birleşik Krallık davasında (Çev: Doğru, 2010/k) gümüş sikkelerin 1. madde kapsamında kaldığına karar vermiştir.
Şirket Hisseleri
Mahkeme, Bramelid ve Malström/İsveç davasında şirket hisselerinin mülk tanımı kapsamında değerlendirilebileceğine karar vermiştir (Carss-Frisk, 2003: 13). Mahkemenin değerlendirmesine göre karmaşık bir kavram olan hisse, kendisini elinde bulunduran kişiye, başta oy hakkı olmak üzere bazı haklar sağlayan ve aynı zamanda, şirketin bir bölümüne sahip olma vaadini sunan bir belge anlamına gelmektedir. Mahkemeye göre hisse şirket varlıkları üzerinde dolaylı bir alacak hakkı iddia etmeyi de içermektedir (Sarı, 2010: 12). Bu durumda hisselerin ekonomik bir değeri olduğuna şüphe yoktur. Mahkeme, bu nedenle hisselerin mülk olduğuna karar vermiştir.
Taşıtlar, Hayvanlar, Bitkiler
Taşıtlar da 1. maddenin kapsamına girmektedir. Bu taşıtların özel sicillerine kaydedilmesi ve bunların devirlerinin özel usullere tabi tutulması sonucu değiştirmemektedir.
AİHM hayvanları eşya olarak görmektedir. Bu yaklaşımın doğal bir sonucu hayvanların da Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamına girmesidir. AİHK, Bullock/Birleşik Krallık davasında köpeklerin, Paul/Almanya davasında ise atların 1. madde kapsamına girdiğine karar vermiştir (Gemalmaz, 2009: 253).
Bunun yanı sıra Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan köy yakma olaylarında başvurucuların hayvanlarının telef olması da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmiş ve tazminatın hesaplanmasında dikkate alınmıştır.
Bitkiler de mülkiyet hakkı kapsamında korunmaktadır.
Taşınır Kültür Varlıkları
Taşınır kültür varlıkları da 1. maddenin kapsamına girmektedir. Bu taşınmazların alım satımının belirli usullere tabi tutulması ya da tamamen yasaklanması ya da alım satım yapılabilmesinin ruhsata bağlanması sonucu değiştirmez. Bunlar da mülkiyet hakkının getirdiği korumadan yararlanır. Mahkeme Beyeler/İtalya, Prens II. Hans-Adam/Almanya davalarında taşınır kültür varlıkları ile ilgili davaları karara bağlamış, bu varlıkların 1. maddenin kapsamına girmediği yönünde bir görüş bildirmemiştir.
Ancak bunun için temel şart ilgili ulusal hukukun bunların özel mülkiyete konu olabileceğini kabul etmesidir. Eğer bunlar üzerinde özel mülkiyet kurulması yasaklanmış ise 1. maddeyle getirilen koruma söz konusu olamayacaktır. İkinci bir husus ise taşınır kültür varlıklarının korunabilmesi için bunların yasal yollardan elde edilmesi ve bulundurulması gerekir.
Enerji ve Doğal Güçler
Elektrik gibi enerji kaynakları ve doğal güçler de Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamına girmektedir. Gerek Türk hukuku ve gerekse Avrupa Birliği mevzuatı bunların taşınır eşya statüsünde olduğunu kabul etmektedir. Türk hukuku açısından bakılırsa 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 762. maddesi, nitelikleri itibarıyla taşınabilen maddi şeyler ile edinmeye elverişli olan ve taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen doğal güçlerin taşınır mülkiyetinin konusuna girdiğini hüküm altına almıştır. Bu unsurlar iç hukukta taşınır mülkiyetinin konusu olduğu sürece 1. maddenin getirdiği korumadan da yararlanacaktır.
2. Maddi Varlığı Bulunmayan Unsurlar
AİHM 1.maddenin kapsamının sadece maddi varlığı olan nesnelerle sınırlı olmadığı, fiziki varlığı olmayana bazı menfaatlerin de mülkiyet hakkı kapsamında korunabileceğine karar vermektedir. AİHM, Gasus Dosier und Födertechnik GmbH/Hollanda davasında (1995) şu hususları vurgulamıştır: “Mahkeme 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinde geçen “mal ve mülk” kavramının (İngilizcede “possessions”, Fransızcada “biens”) fiziksel malların mülkiyeti ile sınırlı olmayan özerk bir anlamı olduğuna dikkat çekmektedir: Varlıkları oluşturan bazı diğer hak ve çıkarlar da “mülkiyet hakkı” kapsamına girebilir ve dolayısıyla da bu hüküm çerçevesinde “mal ve mülk” anlamına gelebilir.”
Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları
Fikri ve sınai mülkiyet haklarının da Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamına girdiği yönünde istikrarlı bir içtihat birikimi vardır. Bu kapsamda telif hakları, markalar, patentler, siber mülkiyet gibi unsurlar mülkiyet kapsamında değerlendirilmektedir.
Tazminatlar
AİHM Stran Grek Refineries ve Stralis Andreadis/Yunanistan davasında (1994) tahkim mahkemesi tarafından hükmedilen tazminatın da Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında mülkiyet unsuru olarak değerlendirilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Bu davada Stran Grek Refineries isimli Şirket ile Yunanistan Devleti arasında çıkan uyuşmazlıkta tahkim mahkemesi tarafından Stran Grek Refineries’e tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Dava Yargıtay’da görülmekte iken 1987 yılında çıkarılan bir kanunla Şirket lehine olan tahkim kararının uygulanması imkansız hale getirilmiştir.
Başvurucuların AİHM nezdinde dava açmaları sonucu AİHM tahkim kararı sonucu hak kazanılan bu tür tazminatların Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini tartışmıştır. Tahkim mahkemesi kararının Stran’ın lehine bir borç meydana getirdiğini, tahkim kararının nihai ve bağlayıcı olduğunu vurgulayan AİHM, Şirketin 1987 yılında çıkarılan yasa yürürlüğe girdiğinde Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamına giren bir mülkiyet hakkına sahip olduğuna karar vermiştir.
Mahkemeye göre istenebilir ve öne sürülebilir olduğu sürece bu tür alacaklar ve tazminatlar da mülk olarak kabul edilebilir. Mahkeme’ye göre bağlayıcı ve uygulanabilir nitelikteki mahkeme kararıyla tespit edilmiş bir tazminat alacağı, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilebilir. Böylece AİHM, Yunan Hükümetinin “ne kararın, ne de tahkim kararının, bir iddianın, dolayısıyla bir mülkün de varlığını belirlemeye yeterli olmadığı” şeklindeki itirazını reddetmiştir. Bu şekilde, iddianın 1. madde kapsamında bir “mülk” olarak sınıflandırılabileceğine karar vermiştir.
Mahkemenin bu davaya ilişkin kararında şu hususlar vurgulanmıştır (Dutertre, 2005: 440): “Başvurucuların 1 No.’lu Protokol’ün 1. Maddesi kapsamında bir “mülke” sahip olup olmadıklarını belirlemek için, Mahkeme’nin, Atina Birinci Derece Mahkemesi’nin 13910/79 sayılı kararının ve tahkim kararının kendi lehlerine icra edilecek kadar kesinlik kazanmış bir borç oluşturup oluşturmadığını incelemesi gereklidir. Yunanistan yasalarına göre tahkim kararları nihai karar niteliğindedir ve uygulanabilir olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle 1701/1987 Sayılı Yasa’nın kabul edildiği anda, 27 Şubat 1984 tarihli tahkim kararı, başvuruculara kararda belirtilen miktarlar üzerinden bir alacak tahakkuk ettirmiştir.
Bu çerçevede, Mahkeme’nin görüşüne göre, hak 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca “mal ve mülk” olarak kabul edilmektedir.”
Pressos Compania Naveria SA/Belçika davasındaki tazminat hakkı da yukarıda belirtilen tahkim kararı sonucu elde edilmeye hak kazanılan tazminata nitelik olarak oldukça benzemektedir.
Üstelik bu davada AİHM Stran davasından farklı olarak bir tazminat iddiasının dahi mülk kapsamında değerlendirilebileceğine karar vermiştir. Pressos Compania Naveria davasında Belçika kanunlarına göre devletin sorumluluğunda bulunan Belçikalı pilotların hatası nedeniyle çarpışan gemilerin sahiplerinin ileri sürdükleri tazminat iddiası dahi AİHM tarafından mülk olarak değerlendirilmiştir.
Davalı devlet (Belçika) davacıların nihai bir yargı kararıyla belirlenmiş bir hakka sahip olmadıklarını vurgulamış ise de AİHM tazminat hakkı iddiasının dahi mülk olarak değerlendirilebileceğine karar vermiştir (Carss-Frisk, 2003: 18). Mahkeme şu yorumu yapmıştır: “Böyle bir hak iddiası “varlık” sayılmaktadır ve bu nedenle de 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinin anlamı çerçevesinde “mülk” kapsamına girmektedir. (…) başvurucular, taleplerinin haksız fiillere ilişkin genel yasaya göre belirleneceği yönünde meşru bir beklentiye sahip olduklarını savunabilirler.”
Mahkeme Ülger/Türkiye davasında (2007) da yargı kararı ile elde edilen tazminatın “maliki olunan şey” kavramı içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini ve bu kararın icra ettirilememesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini vurgulamıştır.
İmar Planlarına Dayanan Haklar
AİHM mülkiyet kavramını oldukça geniş yorumlamaktadır. Bu kapsam de kişiler açısından meşru bir beklenti bile mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmektedir.
Pine Valley Developmenis Ltd/İrlanda davası mülk kavramının ne kadar geniş yorumlanabileceğine güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu davada başvurucu sanayi geliştirme çerçeve planlama konusundaki mevcut izne dayanarak 1978’de bir arazi satın almıştır.
Daha sonra, 1982’de, İrlanda Yüksek Mahkemesi verilen “çerçeve planlama izninin” ilgili mevzuata aykırı olduğundan “ultra vires” (bir yüksek mahkemenin bir metni, içtihat yaratmak amacı ile metnin amacı doğrultusunda ancak yetkisini aşarak yorumlaması) ve “ab initio” (en başından itibaren yok hükmünde, keenlemyekun) hükümsüzlüğüne karar vermiştir.
AİHM, öncelikle Yüksek Mahkemenin verdiği karar nedeniyle 1. madde kapsamında bir müdahaleye konu teşkil etmiş olabilecek herhangi bir arazi geliştirme hakkının başvurucu tarafından kullanılıp kullanılmadığını belirlemeye çalışmıştır. AİHM, başvurucunun bu hakka sahip olduğuna karar vermiştir, çünkü başvurucu araziyi geçerli olduğunu varsayabileceği kamuya açık kadastroda kayıtlı bir izne dayanarak satın almıştır.
AİHM, bu durumlarda Yüksek Mahkemenin kararının başvurucunun mülküne bir müdahale olarak kabul edilmemesinin “gereğinden fazla biçimci” olacağına karar vermiştir. Bu karar verilene kadar, başvurucunun arazi üzerinde söz konusu gelişmeyi gerçekleştireceği konusunda en azından meşru bir beklentisi bulunmaktadır ve 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine göre bunun söz konusu mülkün, yani arazinin bir bölümü olarak kabul edilmesi gereklidir.
Emekli Maaş Hakkı
Müler/Avusturya davasında AİHM, emekli maaş hakkının da mülkiyet olarak değerlendirilebileceğini kabul etmiştir (Carss-Frisk, 2003: 18). Mahkemeye göre emeklilik hakkının tek başına mülk olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Ancak, bir emeklilik fonuna zorunlu olarak yapılan katkı, fonun bir bölümü açısından bir sahiplik doğurabilecek ve böyle bir sahiplik fonun dağıtım şeklinden etkilenebilecektir. Bu nedenle emeklilik hakkının da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir (Çoban, 2008: 159).
Müşteri Kitlesi
Van Marle ve Diğerleri/Hollanda davası (1986), AİHM’nin mülk ve mülkiyet kavramını ne kadar geniş yorumladığına dair güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu davada AİHM, başvurucular tarafından kendi çabaları ile oluşturulan müşteri kitlesinin mülkiyet hakkına benzetilebileceğini belirtmiştir.
Bu olayda başvurucular 1947 ile 1950 yıllarından bu yana muhasebeci olarak çalışmışlar ve kendi çabaları ile bir müşteri kitlesi oluşturmuşlardır. 1972 yılında yürürlüğe konulan bir yasa ile çalışmalarına devam edebilmeleri için il idare kurulundan izin almaları gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Başvurucular, muhasebecilik mesleğini düzenleyen 13 Aralık 1972 tarihli Yasanın 65. maddesiyle ilgili yer alan geçici hüküm gereğince sertifikalı muhasebeci olarak kaydedilmek üzere başvurmuşlardır. Kabul Kurulu her bir başvurucudan, kendilerinin düzenledikleri beş tane yıllık hesap sunmalarını istemiş ve başvurucularla 1977 yılı içinde mülakat yapmıştır.
Sonuç olarak Kurul, başvurucuların muhasebecilik mesleğinin yapamayacağına karar vermiştir. Başvurucular Üst Kurula itiraz etmişlerse de Üst Kurul, başvurucuların bazı temel noktalardaki beyanlarının tatmin edici olmağı ve sorulara karşı verdikleri cevapların mesleki açıdan yeterli bulunmadığı gerekçesiyle itirazları reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucular diğer gerekçelerin yanı sıra Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında mülkiyet haklarının ihlal edildiği gerekçesi ile AİHM’ne başvurmuşlardır.
Hollanda Hükümeti, mülkiyet hakkının ihlali iddiası ile ilgili olarak, muhasebecilik unvanının kullanılmasını düzenleyen yasanın yürürlüğe girmesinden önce, başvurucuların muhasebeci unvanı kullanma şeklinde bir “kazanılmış hakkı” bulunmadığını belirtmiştir. Hükümet, bu tarihe kadar hukuken tanınmış ve korunmuş bir hak bulunmadığını, fakat sadece bu unvanı kullanma serbestliği bulunduğunu savunmuştur. Dahası Hükümete göre, kazanılmış bir hak bulunsa bile, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi anlamında “mal veya mülk” olarak nitelendirilemez. Hükümet ayrıca Hollanda hukukunda, mülkiyet hakkının korunması bakımından mülkiyet olarak görülebilecek nitelikte “itibar hakkı” gibi bir kavram bulunmadığına işaret etmiştir.
AİHM il idare kurulundan izin alınması gerekmesi ve bu iznin de başvurucular tarafından alınamaması üzerine başvurucuların çalışma imkanlarının oldukça kısıtlandığını, bunun sonucu olarak gelirlerinin oldukça azaldığını dikkate alarak profesyonel müşteri kitlesinin de Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilebileceğine karar vermiştir. Mahkemenin kanaatine göre, başvurucular kendi çalışmalarıyla bir müşteri çevresi oluşturmuşlardır; bu durum birçok bakımdan özel bir hak niteliği taşımakta ve bir malvarlığı ve böylece Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci cümlesindeki bir mal ve mülk oluşturmaktadır.
Mesleki faaliyet sonucu oluşturulan müşteri kitlesinin AİHM tarafından mülk olarak değerlendirildiği bir başka dava Iatridis/Yunanistan davasıdır. Bu davada K.N. isimli vatandaş, miras yolu ile kendisine intikal eden bir taşınmaz üzerinde açık hava sineması inşa etmeye karar vermiştir. Fakat sinemanın inşasından sonra arazinin mülkiyeti üzerinde ihtilaf çıkmış, bunun üzerine Devlet bu taşınmaza el koymuştur. Daha sonra sinema K.N. tarafından başvuruculara kiralanmıştır. Başvurucular sinemada tadilat yaparak sinemayı yenilemişlerdir. Başvurucular 1989 yılında yetkili makamlarca alınan bir karar üzerine taşınmazdan zorla çıkarılmışlardır. AİHM bu davada taşınmaz mülkiyetinin kime ait olduğunu kendisinin çözümleyemeyeceğini, ancak başvurucuların geçerli bir kira sözleşmesi gereği sinemayı kullandıklarını, bunu sonucu olarak bir müşteri kitlesine sahip olduklarını, bu müşteri kitlesinin de bir anlamda mülk olarak nitelendirilebileceğini, taşınmazın başvurucuların elinden alınmasının bu müşteri kitlesinin kaybına neden olacağını, dolayısıyla mülkiyet hakkına bir müdahalenin bulunduğunu vurgulamıştır.
AİHM Buzescu/Romanya ve Döring/Almanya davalarında bir avukatın temsil ettiği müvekkillerini de mülk kapsamında değerlendirmiştir (Dinç, 2007: 281). Mahkeme H. ve Belçika davasında avukatın müşteri çevresinin mülkiyet hakkı kapsamında olduğu tespitini yapmıştır (Dağlı, 2007: 35).
Ancak müşteri çevresinin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi açısından iki noktaya dikkat etmek gerekir. Öncelikle henüz bir mesleğe girmemiş kişiler açısından, bir mesleğe girmeye ve müşteri kitlesi edinmeye yönelik beklenti malvarlığı hakları yönünden hak beklentisi düzeyinde kalmaktadır (Dinç, 2007: 285).
İkinci olarak işletmecilerin belirli bir kazanç elde etme konusundaki meşru beklentileri mülkiyet hakkı kapsamında korunmamaktadır. Hükümetlerin yaptıkları hukuksal düzenlemeler veya kısıtlamalardan kaynaklanan kazanç azalmaları Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamına girmemektedir (Dağlı, 2007: 35). Mahkeme X/Almanya davasında noter ücretleriyle ilgili yönetmeliklerin değişmeyeceği beklentisinin tek başına mülkiyet hakkı oluşturmayacağına karar vermiştir.
Alkollü İçki Satma Ruhsatı
AİHM, Tre Traktörer Aktiebolag/İsveç davasında alkollü içki satma ruhsatının ve bu ruhsata bağlı olarak restoran işletilmesi ile ilgili ekonomik çıkarların mülk olarak kabul edilebileceğini değerlendirmiştir.
Bu davada restoran işleten başvurucu Şirket, belirli bir dönem alkollü içki satışı yapmış olmasına karşın, gerekli vergiyi ödemediği gerekçesiyle alkollü içki satış ruhsatı iptal edilmiştir. Başvurucu İnsan Hakları Avrupa Komisyonu’na başvurarak idarenin bu işlemine karşı iç hukukta mahkemeye ulaşma hakkının bulunmadığını ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
AİHM, alkollü içki satma ruhsatı il idare kurulu tarafından iptal edilen başvurucuların AİHM’ne yaptıkları başvuru sonucunda alkollü içki satma ruhsatının mülk olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunu irdelemiştir. Mahkemeye göre lisansın başvurucu Şirketin elinde bulunması, Şirketin faaliyetine devam etmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Ruhsatın iptal edilmesi Şirketin itibar ve müşteri kaybetmesine neden olmuştur ki bu durum Şirketin değeri üzerinde olumsuz etki yaratmıştır. Bu nedenle Mahkeme alkollü içki satma ruhsatını mülk olarak değerlendirmiş ve ruhsatın iptal edilmesinin mal ve mülk dokunulmazlığına müdahale anlamına geleceğini vurgulamıştır.
Kira Alma Hakkı
Mellacher/Avusturya davasında (Boyar, 2011/e) AİHM, kişilerin mülkiyetlerinde bulunan taşınmazların kiraya verilmesinden kaynaklanan kira alma hakkını da mülk olarak kabul etmiştir. Bu karara göre bina sahiplerinin kira alma haklarına yasa ile yapılan müdahale de mülkiyet hakkına müdahale olarak değerlendirilmiştir.
İşletme/İmtiyaz Hakları
AİHM, 1996 yılında verdiği Matos e Silva, Lda ve Diğerleri/Portekiz davasında, özel bir şirketin bir arazi üzerindeki işletme ve imtiyaz haklarının, mülk olarak değerlendirilebileceğine karar vermiştir. Matos e Silva arazi ekimi, balık çiftçiliği ve tuz çıkarımı yapan özel bir limitet şirkettir. İşlettiği arazinin bir bölümü şirketin mülkiyetindedir, geri kalan kısmı ise imtiyaz olarak elde tutulmaktadır.
Mahkeme bu davada da Gasus davasında vurguladığı “mal ve mülk kavramının özerk bir anlamı bulunduğuna” ilişkin içtihadını yenileyerek arazi üzerinde başvurucuların neredeyse yüz yıldır itiraza konu olmayan hakları ve bunu işletmekten elde ettikleri gelirin, “mal ve mülk” olarak değerlendirilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Mahkeme, mülk kavramının özerkliği ile ilgili bu kararında şu görüşlere yer vermiştir (Dutertre, 2005: 442): “Komisyon gibi, Mahkeme de arazinin bir bölümünün mülkiyetinin tartışmasız olduğunun altını çizmektedir. Diğer bölüme gelince […] Mahkeme, iç hukuka göre mülkiyet hakkının bulunup bulunmadığı kararının Mahkeme’ye ait olmadığı konusunda Devlet’e katılmaktadır. Ancak aynı zamanda, 1 No.’lu Protokol’ün 1. Maddesi çerçevesinde “mal ve mülk” (İngilizce’de “possessions”, Fransızca’da “biens”) kavramının özerk bir anlamı bulunduğuna da dikkat. Mevcut davada tartışmalı arazi üzerinde başvurucuların neredeyse yüz yıldır itiraza konu olmayan hakları ve bunu işletmekten elde ettikleri gelir, 1. Madde kapsamında “mal ve mülk” olarak tanımlanmasına yol açabilir”
Konut Tahsis Hakkı
Mahkeme Ponomarenko/Rusya davasında (Çev: Cengiz, 2007/a) verdiği kararında yasal mevzuat uyarınca yapılması zorunlu olan konut tahsisine ilişkin hakkı da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmiştir.