İçindekiler
- Anayasanın 169. Maddesi Nedir?
- Anayasasın 169. Maddesine Göre Ormanların Mülkiyeti ve Özel Orman Mülkiyetinin Tanınması
- Devlet Ormanlarının Mülkiyetinin Devrinin Yasaklanması
- Devlet Ormanlarında Bina – Tesis Yasağı ve İrtifak Hakkı Tesisi
- Devlet Ormanlarının Bizzat Devlet Tarafından İşletilmesi Zorunluluğu
- Ormanların Korunması Amacıyla Getirilen Kısıtlamalar
Anayasanın 169. Maddesi Nedir?
1982 Anayasasının “Ormanların korunması ve geliştirilmesi” başlıklı 169. maddesi şu şekildedir: “MADDE 169– Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasî propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.
Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.”
Buna göre Anayasa’nın 169. maddesine göre orman mülkiyetinin anayasal ilkeleri şunlardır.
Anayasasın 169. Maddesine Göre Ormanların Mülkiyeti ve Özel Orman Mülkiyetinin Tanınması
Gerek Osmanlı ve gerek Cumhuriyet hukuku, ormanlar üzerinde özel mülkiyeti benimsemiştir. Gerek 1961 ve gerekse 1982 Anayasalarında ormanları düzenleyen maddelerin bazı fıkralarında sadece devlet ormanlarından bahsedilmesi de bu görüşü doğrulamaktadır (Akipek, 1977: 7).
Her ne kadar Cumhuriyet dönemi ormancılığının temel hedeflerinden biri tüm ormanların devlet mülkiyetine alınması (Ayanoğlu, 1995: 54) ise de 3116 ve 6831 sayılı Orman Kanunları da özel ormanların varlığını vurgulayan hükümler ihtiva etmiştir.
Ancak bu durum, ormanlar üzerinde özel mülkiyetin tanınmasının anayasal bir zorunluluk olarak görülmesine neden olmamalıdır. Ormanlar üzerinde özel mülkiyet kurulmasına izin verilip verilmemesi siyasi ve toplumsal bir tercihtir.
Elbette ki özel mülkiyete izin verilmesi ya da verilmemesinin iktisadi ve sosyal yönden önemli etkileri ve sonuçları olacaktır. Bu konuda devlet mülkiyetini savunanlar olduğu gibi ormanlar aşçısından özel mülkiyetin devlet mülkiyetinden daha yararlı olduğunu ileri süren yazarlar da söz konusudur.
Örneğin Akipek memleket gerçekleri ve kamu yararının, bütün ormanların devlete ait olmasını zorunlu kıldığını vurgulamaktadır (Akipek, 1977: 7). Buna karşılık Ata, özel orman mülkiyetinin tanınmasının ormanların korunması açısından daha yararlı olduğunu ileri sürmektedir (Ata, 2010: 415-416). Yazara göre insanlar kendi mallarını daha iyi korur; topluma ait malları korumaya ise aynı derecede hevesli değillerdir. Eğer ormanlar üzerinde özel mülkiyete izin verilir ise kişiler kendi mallarını daha iyi koruyacaklar ve geliştireceklerdir. Batılı ülkelerde özel orman mülkiyetine izin verilmesi, bu ülkelerde ormanların daha iyi korunmasını sağlamıştır. Türkiye gibi ülkelerde özel mülkiyete izin verilmemesi ise 2/B gibi sorunlara yol açmıştır (Ata, 2010: 415-416).
Korkmaz da Ata ile aynı görüştedir. Yazara göre ormanlar en iyi şekilde, ancak özel mülkiyet konusu olduğu takdirde korunabilir, çünkü bir şeye sahip olma duygusu kişileri daha iyi çalışmaya ve yatırıma teşvik etmektedir (Korkmaz, 2010: 112). Bunun sonucu olarak kayıtlarda orman olarak görünmekle birlikte, boş olan alanları malik kısa zamanda ağaçlandıracaktır. Çünkü malik, mülkiyeti altındaki taşınmazdan en fazla verimi almayı hedefler. Özel mülkiyet söz konusu olduğunda kişinin çalışma, tasarruf ve yatırım yapma arzusu artar, böylece ekonomi daha işler bir hâle gelir (Korkmaz, 2010: 112).
Görüldüğü üzere her iki yaklaşımın da haklı olduğu konular söz konusudur. Fakat konuya mülkiyet hakkı açısından yaklaşıldığında ormanlar üzerinde mülkiyet hakkı tanınmamasının, mülkiyet hakkına ve dolayısıyla Anayasa’ya aykırılığı ileri sürebilmek de oldukça güçtür. Bu konu yasa koyucunun takdirindedir.
Anayasa’nın 169. maddesinin özel ormanlara yaklaşımı konusunda şu yazımıza bakınız: 1982 Anayasasına Göre Özel Orman Mülkiyeti ve Mülkiyet Hakkına Getirilen Sınırlamalar
Devlet Ormanlarının Mülkiyetinin Devrinin Yasaklanması
Anayasa’nın 169. maddesine göre Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz ve bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez.
a) 1924 Anayasası Döneminde Devlet Ormanlarının Mülkiyetinin Devri
1924 Anayasası’nda bu yönde bir hüküm bulunmamasına rağmen 3116 sayılı Orman Kanunu’nun 16. maddesi devlet ormanlarının mülkiyetinin devredilebilmesine imkan tanımıştır. Söz konusu maddeye göre devlet ormanlarının devir ve temliki, bir kanun ile izin alınmış olması şartına bağlıdır.
Her ne kadar 3116 sayılı Orman Kanunu’nun 16. maddesi devlet ormanlarının satılabileceğine dair bir hüküm ihtiva etse de 6831 sayılı Kanun döneminde bu uygulamadan vazgeçilmiştir. 1961 Anayasasından önce çıkarılan 6831 sayılı Orman Kanunu ormanların mülkiyetinin devredilebileceğine dair bir hüküm ihtiva etmediği gibi, 1961 ve 1982 Anayasaları da devlet ormanlarının mülkiyetinin devredilemeyeceğini açıkça vurgulamıştır.
b) 1961 Anayasası Döneminde Devlet Ormanlarının Mülkiyetinin Devri
Gerek 1961 Anayasası ve gerekse 1982 Anayasası getirdikleri çeşitli hükümler ile ormanlarda sürekliliği sağlamaya çalışmışlardır. 1961 Anayasası’nın 131. maddesinde yer alan “devlet, ormanların korunması ve ormanlık sahalarının genişletilmesi için gerekli tedbirleri alır, bütün ormanların gözetimi devlete aittir”, “yanan ormanların yerine yenisi yetiştirilir”, “Devlet ormanlarının mülkiyeti, yönetimi ve işletilmesi özel kişilere devrolunamaz” hükümleri, 37. maddesinde yer alan “toprak dağıtımı ormanların küçülmesi sonucunu doğuramayacağı” hükmü, hep orman alanlarının orman olarak muhafazasına yönelik hükümlerdir (Akipek, 1977: 6).
c) Anayasa’nın 169. Maddesinde Süreklilik İlkesi
1982 Anayasası da benzer hükümler ihtiva etmiştir. Bu Anayasa’nın 44. maddesinde topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanmasının, ormanların küçülmesi sonucunu doğuramayacağı hüküm altına alınmıştır.
Anayasanın 169. maddesinde ise yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirileceği, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamayacağı belirtilmiştir. Bir diğer önemli hüküm ise devlet ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağını düzenlemektedir. 1982 Anayasası’nın 169. maddesine göre Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz ve bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez. Bundan dolayı devlet ormanlarının mülkiyetinin devredilmesi ve bu alanların zamanaşımı ile mülk edinilmesi mümkün değildir.
ç) Anayasa’nın 169. Maddesinde Süreklilik İlkesinin Sonuçları
Bu hukuk kuralının iki önemli sonucu söz konusudur. Her şeyden önce devlet ormanlarının mülkiyetini devreden her türlü işlem Anayasa’ya aykırı olacaktır. Anayasa Mahkemesi 13.6.1989 tarihli ve E: 1989/7, K: 1989/25 sayılı kararında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 45. maddesinde yer alan “Orman sınırları içerisinde kalan veya orman dışına çıkarılan alanlarda tapulu yerlerle iskân suretiyle veya toprak tevzii yoluyla verilen yerler (işlemleri tamamlanmamış olsa dahi) başka bir şart aranmadan hak sahipleri adına tespit ve tescil edilir” hükmünü, Anayasa’nın 169. maddesine göre devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamayacağı gerekçesiyle Anayasaya aykırı bulmuştur.
Yargıtay ve Danıştay kararlarında da kamu malı niteliğinde olan alanlarının özel hukuk kişilerine satışının yok hükmünde olduğu vurgulanmaktadır. Bundan dolayı bu gibi yerlerin satışı herhangi bir sonuç doğurmaz. Ancak sehven satışı yapılan ormanları, satın alan kişiden tekrar satın alan kişilerin hukuksal durumları da önemli sıkıntılar doğurmaktadır. Bu kişiler bu alanları bedel ödeyerek satın almakta, çoğu durumda üzerine ev ya da diğer çeşit yatırımlar yapmaktadırlar. Bu alanların satışından yıllar sonra, orman olduğu gerekçesiyle satışı yok saymak da önemli sıkıntılar doğurmaktadır.
İkinci olarak devlet ormanların olağan ya da olağanüstü zamanaşımı ile edinilmesi mümkün değildir. Bundan dolayı devlete ait ormanlık bir yerin herhangi bir hukuksal nedene dayanılarak tapu siciline tescili o yer üzerinde özel mülkiyet hakkı yaratamaz. Zira tescilin hukuksal nedeni Anayasa’ya aykırı olur. Zaten Kadastro Kanunu’nun 18. maddesi de ormanların zamanaşımı ile iktisap edilemeyeceğini hüküm altına almıştır.
Bundan dolayı orman niteliğinde olan bir alanın, tapu sicilinde özel hukuk kişileri adına tescili hiçbir hukuki sonuç doğurmaz. Bu kişilerin 4721 sayılı Kanun’un 712. madde kapsamında on yıl süreyle malik sıfatıyla, davasız ve aralıksız ve iyi niyetle (yani geçerli bir hukuksal tescil nedeni olmadığını bilmeden) zilyet olması, ona herhangi bir hak kazandırmaz. Zira, ormanlık yerlerin zamanaşımı ile mülkiyetinin kazanılmasını Anayasa’nın 169. maddesinin ikinci fıkrası yasaklamaktadır (Anayasa Mahkemesinin 28.11.1989 tarihli ve E: 1988/63, K: 1989/47 sayılı kararı).
Buna paralel olarak devlet ormanlarının olağanüstü kazandırıcı zamanaşımıyla iktisabı da mümkün değildir. Bundan dolayı tapu siciline henüz kaydedilmemiş ormanlık alanların malik sıfatıyla, davasız ve aralıksız olarak malik sıfatıyla yirmi yıl süreyle zilyetlikte bulundurulması herhangi bir hukuki sonuç doğurmaz. Bu alanların gerek kadastro esnasında ve gerekse kadastro dışında olağanüstü kazandırıcı zamanaşımıyla kazanılması mümkün değildir. Ayrıca bu alanlarda yapılan imar ve ihya çalışmaları da herhangi bir hukuki sonuç doğurmaz.
Ancak ormanlarda süreklilik ilkesine en büyük darbeyi yine anayasalarımız vurmuştur. 1961 Anayasası’nın 131. ve 1982 Anayasası’nın 169. ve 170. maddeleri orman sınırları dışına çıkarma ile ilgili hükümler ihtiva etmiştir. Bu hükümlerin ormanların sürekliliği açısından önemli bir sakınca olduğu açıktır (Velioğlu, 2008: 76).
Devlet Ormanlarında Bina – Tesis Yasağı ve İrtifak Hakkı Tesisi
Orman mevzuatı açısından temel kural orman arazilerinde bina ve tesis yapılmasının yasak olmasıdır (Coşkun, 2009: 227). Bir başka ifadeyle, normal şartlar altında ormanların orman olarak kullanılması, başka amaçlara tahsis edilmemesi gerekir. 1961 Anayasası’nın 131. ve 1982 Anayasası’nın 169. maddesine göre devlet ormanları kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Bu hükmün anlamı kamu yararı amacıyla yapılacak bina ve tesisler hariç olmak üzere ormanlar üzerinde hiçbir bina ve tesis yapılamayacağıdır. Zaten 6831 sayılı Kanun’un 17. maddesi de Devlet ormanları içinde bu ormanların korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve tesisler müstesna olmak üzere; her çeşit bina ve ağıl inşasını yasaklamaktadır. Aynı maddenin devamında ise devlet ormanları içinde izinsiz olarak yapılan yapıların durumu düzenlenmiştir.
Buna göre Devlet ormanlarının herhangi bir suretle yanmasından veya açıklıklarından faydalanılarak işgal, açma veya herhangi şekilde olursa olsun kesme, sökme, budama veya boğma yollarıyla elde edilecek yerlerle buralarda yapılacak her türlü yapı ve tesisler, şahıslar adına tapuya tescil olunamaz. Buralara doğrudan doğruya orman idaresince el konulur.
Ancak bazı durumlarda kamu hizmetlerinin görülmesi için ihtiyaç duyulan tesislerin orman alanlarına rastlaması kaçınılmaz olmaktadır. Bu gibi durumlarda orman alanlarında yapılması istenen ve kamu hizmeti sağlayacak olan bina ve tesislerin yaratacağı yararın, ormanların orman olarak topluma sağlayacağı yarardan daha üstün olabileceği savunulmuş, buna bağlı olarak orman alanlarında izin ve irtifak hakkı verilebileceği çeşitli kanunlarla düzenlenmiştir (Gencay, 2010: 47-48).
Bunun gözeten kanun koyucu 3116 sayılı Kanun’dan bu yana ormanlar üzerinde kamu yararı amaçlı irtifak hakkı kurulabilmesine imkan tanımaktadır. Hukuk düzenimiz ormanları kamu malı olarak görmekle birlikte bu alanlar üzerinde irtifak hakkı kurulması yolunu tamamen kapatmamıştır. Anayasa’nın 169. maddesine göre ormanlar ancak kamu yararının varlığı halinde irtifak hakkına konu olabilmektedir. Anayasa ormanların ancak kamu yararının varlığı halinde irtifak hakkına konu olabileceğini belirtmekle yetinmiş ve kamu yararının mevcut olduğu durumları tespit yetkisini kanun koyucuya bırakmıştır.
Bu amaçla da 3116 sayılı Kanun’da ve 6831 sayılı Kanun’da irtifak hakkı tesis edilebilecek durumlar düzenlenmiştir. Ancak kanun koyucu burada tamamen serbest değildir, Anayasa’nın 169. maddesiyle bağlıdır. Bundan dolayı ormanlar üzerinde irtifak hakkı kurulabilecek durumlar mutlaka kamu yararına uygun olmalıdır.
Yürürlükte bulunan mevzuata göre ormanlar üzerinde irtifak hakkı tesisini; turizm amaçlı irtifak hakları ve diğer amaçlarla tesis edilen irtifak hakları olmak üzere iki kapsamda değerlendirmek mümkündür. Kamu taşınmazlarının turizmi teşvik amaçlı olarak tahsisi, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ile Kamu Taşınmazlarının Turizme Tahsisi Hakkında Yönetmelik kapsamında yapılmaktadır. Buradaki tahsis, yatırımcı lehine 49 veya 75 yıllığına irtifak hakkı tesisi, kiralama yapılması veya (tescili mümkün olmayan taşınmazlar üzerinde) kullanma izni verilmesi şeklinde olmaktadır. Bunun yanı sıra 6831 Orman Kanunu’nun 17. maddesine göre, ormanlar üzerinde çeşitli amaçlarla irtifak hakkı tesis edilmesi mümkündür.
Devlet Ormanlarının Bizzat Devlet Tarafından İşletilmesi Zorunluluğu
3116 sayılı Kanun dönemine kadar devlet ormanları sözleşme ile müteahhitler tarafından işletilmekteydi. Ancak bu sistemin ortaya çıkardığı zararlar, devlet ormanlarının devlet tarafından işletilmesi gerektiği görüşünün doğmasına neden olmuştur.
Bu anlamda devlet ormanlarının devlet tarafından işletilmesi Cumhuriyet ormancılığının en önemli ilkelerinden birini teşkil etmiştir (Ayanoğlu, 1995: 54).
Bundan dolayı 3116 sayılı Kanun devlet ormanları sözleşme ile müteahhitler tarafından işletilmesine yönelik uygulamaya son vererek 31. maddesinde devlet ormanlarının devlet tarafından işletileceğini hüküm altına almıştır. Bu dönemden itibaren devlet ormanları devlet tarafından işletilmeye başlanmıştır. 1961 Anayasası’nın 131. maddesi ve 1982 Anayasası’nın 169. maddesi de devlet ormanlarının devlet tarafından işletileceğini öngörmüştür.
Ormanların Korunması Amacıyla Getirilen Kısıtlamalar
Anayasa’nın 169. maddesine göre Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Bu amaçla alınan tedbirleri şu şekilde açıklamak mümkündür.
a) Kullanım Yasakları
6831 sayılı Orman Kanunu’nun 14. maddesine göre; a) Yetişmiş veya yetiştirilmiş fidanları kesmek, sökmek, ekim sahalarını bozmak, yaş ağaçları boğmak, yaralamak, tepelerini veya dallarını kesmek veya koparmak veya ağaçlardan yalamuk, pedavra hartama çıkarmak;
b) Dikili yaş veya kuru ağaçları kesmek veya bunları kökünden sökmek veya bunlardan kabuk veya çıra veya katran veya sakız çıkarmak, yatık veya devrik ağaçları kesmek veya götürmek, kök sökmek, kömür yapmak; c) Palamut, ıhlamur çiçeği, her çeşit orman örtüsü, mazı kozalağı tıbbi ve sınai nebatları veya orman tohumlarını toplayıp götürmek; d) Ormanlardaki göl, gölet, baraj ve derelerde dinamit atmak veya zehir bırakmak suretiyle avlanmak; e) Ticaret amacıyla olmaksızın kendi ihtiyacı için toprak, kum ve çakıl çıkarmak; yasaktır.
Kanun’un 49. ve 56. maddeleri gereği bu sınırlamalar özel ormanlarda ve tüzel kişiliğe sahip kamu idarelerine ait ormanlarda da uygulanır. Ancak ormanlarda (a), (b) ve (c) bentlerinde sayılan işlerin orman idaresinin izninin alınması şartıyla yapılması mümkündür.
b) Hayvan Otlatma Yasağı
6831 sayılı Orman Kanunu’nun 19. maddesine göre ormanlara her türlü hayvan sokulması yasaktır. Ancak, kuraklık gibi fevkalade haller nedeniyle hayvanlarının beslenmesinde güçlük çekildiği tespit edilen bölgeler halkına ait hayvanlar ile orman sınırları içerisinde bulunan köyler ve mülki hudutlarında Devlet ormanı bulunan köyler halkına ait hayvanların orman idaresince belirlenecek türlerine, tayin edilecek saha ve süreler dahilinde, ormanlara zarar vermeyecek şekilde otlatılmasına izin verilir. Yangın görmüş ormanlarla, gençleştirmeye ayrılmış veya ağaçlandırılmış sahalarda hiç bir surette hayvan otlatılamaz. Kanun’un 49. ve 56. maddeleri gereği bu sınırlamalar özel ormanlarda ve tüzel kişiliğe sahip kamu idarelerine ait ormanlarda da uygulanır.
c) Ormanlar İçindeki Meralardan Yararlanma
6831 sayılı Orman Kanunu’nun 20. maddesine göre Devlet ormanları (49. maddesi gereği tüzel kişiliğe sahip kamu idarelerine ait ormanlar) içinde bulunan yaylak, kışlak ve otlaklarla sulama yerlerinde hakları olanlardan buralara hayvanlarıyla yahut hayvansız olarak girip çıkmak isteyenler, bu yerlere orman idaresinin göstereceği yollardan geçmeye ve ormanlara zarar vermemeye matuf tedbirlere riayet etmeye mecburdurlar.
Aynı Kanun’un 21. maddesi ise Devlet ormanlarındaki (49. maddesi gereği tüzel kişiliğe sahip kamu idarelerine ait ormanlardaki) otlaklara dışarıdan toplu olarak veya sürü halinde hayvan sokulup otlatılmasının, tanzim olunacak planlara göre orman idaresinin iznine bağlı olduğunu; bu planların otlak zamanından evvel tanzim edilerek orman işletme müdürlüklerince onaylanacağını hüküm altına almıştır.
d) Orman Emvalinin Nakli
6831 sayılı Orman Kanunu’nun 41. ve 42. maddeleri orman emvalinin naklini düzenlemiştir. Kanun’un 49. ve 56. maddeleri gereği bu hükümler özel ormanlarda ve tüzel kişiliğe sahip kamu idarelerine ait ormanlarda da uygulanır. Söz konusu hükümlere göre herhangi bir suretle satışı yapılmış orman emvali, bedeli ödenmeden veya karşılığı banka teminat mektubu veya devlet tahvili temin edilmeden, damgaya tabi olanlar damgalanmadan ve gayri mamul orman emvali nakliye tezkeresi alınmadan, yarı mamul ve mamul orman emvali fatura veya sevk irsaliyesi olmaksızın nakledilemez.
e) Sınır İşaretleri Koyma
Bir başka zorunluluk ise sınır işaretleri koyma konusundadır. Kanun’un 50. maddesine göre özel orman sahipleri, orman hudutlarına Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığınca tespit edilecek işaretleri koymaya mecburdurlar.
f) Orman Sayılmayan Ağaç ve Ağaçlıklardan Sahiplerinin Yararlanma Hakkı
6831 sayılı Orman Kanunu’nun 116. maddesi orman sayılmayan yerlerdeki ağaç ve ağaççıklardan maliklerinin yararlanma hakkını düzenlemekte ve belirli kısıtlamalara tabi tutmaktadır. Madde hükmüne göre orman sayılmayan yerlerdeki ağaç ve ağaççıklardan, sahipleri aşağıda yazılı şekillerde faydalanırlar:
A) Parklardan ve sahipli arazide bulunan ve civarındaki ormanlarda tabii olarak yetişmeyen ağaç ve ağaççık nevilerinin bulunduğu yerlerden, şehir mezarlıklarından, (H) bendindeki her nevi meyveli ağaç ve ağaççıklarla örtülü yerlerden (fıstık çamlıkları ve palamut meşelikleri hariç), sahipleri her türlü zati ihtiyaçları ve pazar satışları için hiçbir kayıt ve şarta tabi olmadan kesim ve taşıma yapabilir. Kesilen ağaçların Devlet ormanlarında bulunan ağaç nevilerinden olması halinde bu ağaçlar için bir tutanak düzenlenir, ayrıca damga ve nakliye tezkeresi aranmaz.
B) Orman sınırları içinde veya bitişiğinde tapulu, orman sınırları dışında ise her türlü tasarruf belgeleriyle özel mülkiyette bulunan ve tarım arazisi olarak kullanılan, dağınık veya yer yer küme ve sıra halindeki her nevi ağaç ve ağaççıklarla örtülü yerler ile Orman sınırları dışında olup, yüzölçümü üç hektarı aşmayan sahipli arazideki her nevi ağaç ve ağaççıklarla örtülü yerlerden, kasaba ve köy hudutları içerisindeki mezarlıklardan, fıstık çamlıkları, palamut meşeliklerinden sahiplerinin her türlü yapacak ve yakacak ihtiyaçları mahalli orman idaresine haber vermek ve bir tutanakla tespit edilmek suretiyle karşılanabilir. Bu durumda damga ve nakliye tezkeresi aranmaz. Bu yerlerden sahiplerinin pazar satışları için yapacakları her türlü kesimler, keşif, damga ve nakliye işlemlerine tabidir. Orman idaresinin yapacağı masraflar arazi sahiplerinden peşin olarak tahsil edilir.
Bu kısıtlamalar mülkiyet hakkını da ilgilendirmektedir. Çünkü kişisel yapacak ve yakacak ihtiyacı için veya bu amaçlar dışında herhangi bir nedenle, orman idaresine haber verip tutanak düzenlettirmeden, başka bir deyişle izin almadan kesim yapılmasını suç sayan itiraz konusu kuralın, mülkiyet hakkını sınırladığı kuşkusuzdur.
Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası döneminde verdiği 28.11.1967 tarihli ve E: 1967/17, K: 1967/42 sayılı kararında 116. madde ile getirilen kısıtlamayı Anayasa’nın 11, 35 ve 131. maddelerine aykırı bulmamıştır. Anayasa Mahkemesine göre orman sayılmayan sahipli yerlerden kesilen ağaç ve ağaççıklar üzerinde mülkiyet hakkına getirilen sınırlama, bunların pazar yerlerine götürüp satılabilmelerinin damga ve nakliye işlemine bağlı tutulmasından ibarettir. Orman malikinin bu zorunluluğa uyulmamasından ötürü zarara uğranması haline karşı da kanun yollarının açık bulunduğuna göre mülkiyet hakkının özüne dokunan bir nitelik taşımamaktadır. Üstelik Anayasa, 131. maddesinde Devlete, ormanların korunması ve ormanlık sahaların genişletilmesi, için gerekli tedbirleri almayı emretmektedir. Bu bakımdan 116. maddedeki bu hüküm, bir Anayasa ödevini yerine getirmektedir. Bu tedbirlere uymayanlar için ceza müeyyidesi konulması bu ödevin bir gereğidir.
Anayasa Mahkemesi bu maddede geçen kısıtlamaları fıstık çamları yönünden incelediği 13.4.1999 tarihli ve E: 1997/75, K: 1999/10 sayılı kararında da maddede yer alan kısıtlamaları mülkiyet hakkına aykırı bulmamıştır. Anayasa Mahkemesine göre fıstık çamlarının kesiminin Orman İdaresinin iznine bağlı tutulması, bu ağaçların ürünü olan çam fıstığının gıda sanayiinde kullanılması, ülkemizde zaten az miktarda bulunan fıstık çamlarının, sahipleri tarafından da olsa gelişigüzel kesilip yok edilmesinin ülke ekonomisi açısından uygun görülmemesi gibi kamu yararına yönelik gerekçelerle açıklanabilir. Öte yandan, bu ağaçların, çevre güzelliğine, iklime ve turizme olumlu katkısı da göz ardı edilemez. Bu nedenlerle, fıstık çamları kesiminin denetim altına alınmasında kamu yararı bulunduğu açıktır. Anayasa Mahkemesi’ne göre, kamu yararı amacıyla getirilen bu sınırlama hakkın kullanılmasını ortadan kaldıran veya önemli ölçüde zorlaştıran bir nitelik taşımadığından demokratik toplum düzeninin gereklerine de aykırılık oluşturmamaktadır. Ayrıca bu düzenleme, Anayasa’nın 169. maddesinde yer alan “Devlet, ormanlarının korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır” kuralıyla da uyumludur. Bu nedenle kısıtlamalar Anayasa’nın 35 ve 169. maddelerine aykırı değildir.
g) Orman Suçlarında Kullanılan Malzemenin Müsaderesi
6831 sayılı Orman Kanunu’nun 27. maddesinin son fıkrasına göre damgasız ve nakliyesiz orman ürünleri kaçak sayılır. 108. maddenin dördüncü fıkrasında ise kaçak orman mallarının taşınmasında kullanılan canlı ve cansız bütün taşıtların kimin olursa olsun, zoralımı öngörülmüştür. Bundan dolayı kaçak orman malları taşınan taşıtlar, başkasının mülkiyetinde olsa dahi müsadere edilmektedir.
İlk bakışta kaçak orman malları taşınan taşıtların, başkasının mülkiyetinde olsa dahi müsadere edilmesi ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırı gibi görünmektedir. Çünkü bir kişinin eyleminden dolayı başkasına ait taşıtlar müsadere edilmektedir.
Fakat Anayasa Mahkemesi 30.9.1969 tarihli ve E: 1969/17, K: 1969/49 sayılı kararında Orman Kanunu’nun 108. maddesinde yer alan “Kaçak orman mallarının taşınmasında kullanılan canlı ve cansız bütün nakil vasıtaları kime ait olursa olsun idarece zapt ve mahkemelerce müsaderesine hükmolunur” hükmünü Anayasa’ya aykırı bulmamıştır. Anayasa Mahkemesine göre doğrudan doğruya suçluluğu veya suçla ortaklığı olmadığı halde taşıtı üzerinde zoralım hükmü uygulanan kimse gerçekte kusursuz ve olayla büsbütün ilişkisiz değildir. Bu kişinin kusuru, yükümlü olduğu dikkati ve özeni göstererek kendi taşıtıyla yasak eylemin işlenmesine engel olmamaktan doğmakta; böylece sorumlu tutulan kimsenin davranışı ve ortaya çıkan sonuç arasında nedensellik ilgisi oluşmaktadır. Kanunu bilen veya “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” kuralı uyarınca bildiği varsayılan kimse, taşıtının kaçak orman mallarının taşınmasında kullanılmaması için gereken dikkat ve özeni göstermekle yükümlüdür. Bu yükümü yerine getirmeyen taşıt sahibinin, yasak eylem işlendiğinde, kusurlu sayılması ve kusurlu davranışının sonucu olan zoralım cezasını görmesi gerekir. Üstelik orman emvalin kaçak şekilde kesilmesinin ve taşınmasının önlenmesi kamu yararına olduğu gibi, mülkiyet hakkının özüne de dokunmamaktadır. Öte yandan Anayasa’nın ilgili maddesi, ormanların korunması ve ormanlık sahaların genişletilmesi için gerekli kanunları koymak, tedbirleri almak ve ormanlara zarar verebilecek hiç bir faaliyet ve eyleme müsaade etmemekle Devleti ödevli kılmıştır. Kaçak orman emvalinin taşınmasını önlemek de bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir ödevdir. Bu nedenle hüküm Anayasa’ya aykırı değildir.