1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Kamulaştırma Bedelinin Geç Ödenmesi Konusunda AİHM Görüşü


AİHM, kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile uğranılan zararın tazmini konusundaki görüşünü Aka/Türkiye ve Akkuş/Türkiye kararlarında açıklamıştır. Bu konuda verilen kararlar genellikle bu kararların tekrarı niteliğinde olduğu ve bu iki karara atıfta bulunulduğu içinçalışmamızda bu iki karar açıklanacaktır.

Mahkemece bu davalarda yapılan değerlendirme bu konuya ilişkin diğer davalarda da göz önüne alınmış ve bu karara atıfta bulunulmuştur. Bu nedenle bu davaya ilişkin olarak Mahkeme tarafından yapılan yorumlar benzer tüm davalar açısından geçerli olarak nitelendirilebilir.

Bu iki kararda AİHM, kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile enflasyon karşısında uğranılan zararın tazmin edilmemesini mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir. Bu kararlardan Aka/Türkiye kararı konunun anlaşılması ve AİHM görüşünü yansıtması bakımından oldukça önemlidir.

Bu davada başvurucuya ait iki adet taşınmaz Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırılmış ve kamulaştırma bedelleri 4 Eylül 1987 tarihinde taşınmaz malikine ödenmiştir. Taşınmaz maliki tarafından açılan dava neticesinde yerel mahkeme tarafından kamulaştırma bedeli artırılmış ve bu kararlar Yargıtay tarafından sırasıyla 17 Eylül 1990 ve 6 Eylül 1991 tarihlerinde onaylanmıştır.

 Yargı kararı ile artırılan kamulaştırma bedelleri DSİ tarafından 30 Ocak 1992 ve 7 Ocak 1993 tarihlerinde, yani Yargıtay’ın kararından on altı ay sonra % 30 kanuni faizi içerecek şekilde ödenmiştir. Taşınmaz maliki tarafından yapılan başvuru üzerine konu AİHM önüne gitmiştir. Mahkemenin değerlendirmesi şu şekildedir:

Kabul Edilebilirlik Kriterleri Açısından

Kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile uğranılan zararların tazmin için açılan davalarda Türk Hükümeti, kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile uğranılan zararın tazmini için Borçlar Kanunu’nun 105. maddesi kapsamında tazminat davası açılması mümkün olduğunu, bu davalar açılmadan doğrudan AİHM nezdinde dava açmanın iç hukuk yollarını tüketme kuralına aykırı olduğu anlamına geleceğini iddia etmiştir. Ancak AİHM; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen emsal kararları gerekçe göstererek Borçlar Kanunu’nun 105. maddesinde yer alan hukuk yolunun etkin bir iç hukuk yolu olmadığı kanaatine varmıştır. Mahkemeye göre Yargıtay kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile uğranılan zararın 105. madde kapsamında tazmin edilemeyeceğine karar vermiştir ve bu kararlar ilk derece mahkemelerini bağlayıcı nitelik taşımaktadır. Bu nedenle bu iç hukuk yolu tüketilmesi gereken etkin bir iç hukuk yolu değildir.

Müdahalenin Türü

Mahkemeye göre mülkiyet hakkına yapılan müdahale Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ilk paragrafının ikinci cümlesi (ikinci kural) kapsamında mal ve mülkten yoksun bırakma teşkil etmektedir.

Müdahalede Bulunması Gereken Şartlar

Mahkeme kamusal ve bireysel menfaatler arasında adil dengenin kurulmasından bahsederek mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bu adil dengeyi bozucu nitelikte olmaması gerektiğini ifade etmiştir.

Mahkemeye göre kamulaştırma bedelinin ödeme süresi, artırılan kamulaştırma bedeline ilişkin Yargıtay kararından itibaren üç aydır. Bu süreyi geçen ödemeler mülkiyet hakkının ihlalini teşkil eder (AİHM’nin Alataş ve Kalkan/Türkiye Davası).

Mahkemeye göre kamulaştırma bedellerinin ödenmesindeki normal olmayan gecikmeler, özellikle belirli ülkelerde paranın değer kaybetmesi göz önünde tutulduğunda, arsası kamulaştırılan kişiyi belirsizlik içinde bırakarak büyük oranlarda maddi kayıplara yol açmaktadır. Bundan dolayı kamulaştırma bedelinin, kesinleşmesinden çok sonra ödendiği durumlarda enflasyon nedeniyle değer kaybetmesi, AİHM tarafından mülkiyet hakkının ihlali olarak nitelendirilmiştir (Çiçekli vd, 2007: 55).

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  Paylı Mülkiyette Paylaşmayı İsteme Hakkını Sınırlandıran Haller Nelerdir?

Her ne kadar geç ödenen kamulaştırma bedeline kanuni faiz oranı uygulanarak ödeme yapılmış ise de enflasyon oranının kanuni faiz oranından oldukça yüksek olduğu durumlarda kanuni faiz kişilerin kayıplarını tazmin etmekte yeterli olamamaktadır. Bir başka ifade ile bedelin kesinleşmesi ile idarece ödenmesi arasında geçen süre müddetince gerçekleşen enflasyon oranı hesaba katılmadan, sadece kanuni faiz dikkate alınarak yapılan ödemeler, taşınmaz malikinin zararını tam olarak telafi etmemektedir (Çağlayan, 2001: 628 – 629). Böyle bir durum, bireysel menfaatler ile kamusal menfaatler arasında bulunması ve korunması gereken adil dengeyi bozucu niteliktedir.

Hükümet tarafından gecikme faizi oranını belirleme yetkisinin Devletlerin sahip olduğu geniş takdir marjı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüşse de Mahkeme böyle bir takdir marjının adil dengenin bozulmasına neden olmaması gerektiğini ifade etmiştir.

Mahkeme davaların fazla uzamadığı ve mahkemeler tarafından belirlenen kamulaştırma bedellerinin yasal faizleriyle birlikte uygun taksitlerle taşınmaz maliklerine ödendiği durumlarda ise mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermektedir (Dinç, 2007: 86). Örneğin Mahkeme Hayrettin Karaman/Türkiye davasında yapılan ödemenin enflasyon kadar olduğunu dikkate alarak başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.[1]

Zararın Tespit Şekli

Mahkeme zararın tespit şeklini Akkuş/Türkiye kararında açıklamıştır. Buna göre zarar şu şekilde tespit edilecektir: Öncelikle kamulaştırma bedelinin artırılması için açılan davaya ilişkin Yargıtay’ın onama kararından itibaren makul bir süre olan 3 ay içerisinde ödemenin yapılması halinde ne kadar ödenmesi gerekeceği kanuni faiz uygulanarak tespit edilecektir. Bu tutar dikkate alınarak kamulaştırma bedelinin gecikme faizi uygulanarak ödenen bedel ile enflasyon oranı uygulandığında ödenmesi gereken bedel arasındaki fark bulunacaktır. Bu fark malikin zararıdır. AİHM, bu konuya ilişkin olarak verdiği birçok kararında bu hesaplama yöntemini kullanmıştır.

[1] Mahkeme bu kararında şu hususları vurgulamıştır: “Dosyada yer alan unsurların tamamının inceleyen AİHM’ye göre, başvuranın alacaklı olduğu paranın ödenmesinin kabul edilmesi, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi bakımından dile getirdiği taleplerinin karşılanmasını sağlamıştır. Üstelik AİHM, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yayınlanan listedeki endeksler dikkate alındığında başvurana ödenen toplam paranın enflasyon oranında olduğunu tespit etmektedir. Sonuç olarak AİHM, başvuranın 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edilmiş olmasından dolayı artık mağdur olduğunu iddia edemeyeceği kanaatindedir. Başvurunun, dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle AİHS’nin 35 §§ 3 ve 4. maddesi bakımından reddedilmesi uygun olacaktır.”