1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Munzam Zarar Nedir? Aşkın Zarar Nedir? Aşkın Zarar Şartları


Munzam Zarar Nedir? Aşkın Zarar Nedir?

Bilindiği üzere, 3095 sayılı Kanun hükümlerine göre, geçmiş günler faizinin ödenmesi için, borçlunun kusurlu olup olmadığı; alacaklının da bu geç ödemeden dolayı bir kayba yada zarara uğrayıp uğramadığı sonuca etkili değildir. Mevcut para borcunun geç ödenmesi, bu faizin ödenmesi için yeterli olup, bu hali ile gecikme faizi geç ödemeden kaynaklanan götürü bir tazminat olarak nitelendirilebilir.

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Munzam Zarar” başlıklı 105. maddesi “Alacaklının duçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiç bir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir. Bu munzam zarar derhal takdir olunabilirse hakim, esasa dair karar verir iken bu zararın miktarını dahi tayin edebilir.” hükmünü ihtiva etmekteydi. 

818 sayılı Kanunu yürürlükten kaldıran 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi de aynı hükmü ihtiva etmektedir. “Aşkın zarar” başlıklı madde şu şekildedir: “Madde 122 – Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.”

Madde hükmüne göre borcun geç ödenmesi sonucu alacaklının uğramış olduğu zarar kanuni faizden yüksek ise borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı da ödemek zorundadır.

Bu hüküm, alacaklının temerrüt faizini aşan zararını da istemesine imkan tanımaktaydı. Burada alacaklının uğradığı zarara ek zarar (munzam zarar) denilmektedir. Munzam zarar “borçlu temerrüde düşmeden borcunu zamanında ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüdün sonunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farkın temerrüt faizi ile karşılanmayan, onu asan bölüme tekabül eden zarar” şeklinde tanımlanmaktadır (Uygur, 2003: 3427).

Kanunda, geçmiş günler faizini aşan zararın türü ve niteliği konusunda bir açıklık yoksa da, buradaki zararın hukukumuzdaki müspet zarar tanımlamasıyla eşdeğer olduğu kuşkusuzdur. Hal böyle olunca bu zararın, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsa idi, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda oluşan durum arasındaki fark; temerrüt faizi ile karşılanamayan zarar olarak tanımlanabilir. Böyle bir zarar, her somut olayın özelliğinden kaynaklanabilir.

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 08.10.1999 tarihli ve E: 1997/2, K: 1999/1 sayılı kararına göre munzam zarar, “yalnız ve sürekli olarak değer kaybettiği dönemlerde paranın değer yitirmesi hukuki nedenine dayanan, bu dönemde paranın sağlayacağı kazanç kaybından doğan zarar istemleri ile sınırlıdır. Zarar bu niteliği ile kaybedilen kazanç, mahrum kalınan kar niteliğindedir”.

Aşkın Zarar Nasıl İspat Edilir?

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi ispat külfetini iki taraf (alacaklı ve borçlu) arasında dağıtmıştır. Alacaklı, borcun geç ödenmesinden doğan ek zararını, borçlu ise borcun geç ödenmesinde kusuru olmadığını ispat etmek zorundadır. 

Öncelikle faizi aşan zararın ödenebilmesi için, uğranılan zararın varlığı ile miktarının, alacaklı tarafından kanıtlanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 1996/144 K: 1996/503 T: 19.06.1996). Yani alacaklı, borcun geç ödenmesinden dolayı, kanuni faizden daha yüksek bir zarara uğradığını ispat etmekle mükelleftir. Bu konuda kanıtlanması gereken, muayyen paranın gününde ödenmemesinden doğan zarardır. Diğer bir deyimle alacaklı davacı, fiilen uğradığı zararın ne olduğunu ve miktarını kanıtlamak durumundadır.

Alacaklının zararı kanıtlandığı takdirde borçlu, ancak kendisinin geç ödemeden dolayı hiç bir kusuru bulunmadığını ispat etmesi halinde bu zararın ödenmesi yükümlülüğünden kurtulabilir. 

Munzam zararın munzam zararı olmaz. Yasa, asıl ilişkiden kaynaklanan ana borcun geç ödenmesi nedeniyle kusurlu borçluyu munzam zararı gidermekle yükümlü tutmuş olup, temerrüt faizini aşan munzam zararı faiziyle birlikte ödeyen borçlunun, bu alacağın da munzam zararını gidermekle yükümlü olacağı yönünde bir düzenleme getirmemiştir. Diğer bir deyişle, munzam zararın munzam zararı kavramına yer verilmemiştir (11. Hukuk Dairesi, 04.11.2003, E: 2003/5282 K: 2003/10398).

Munzam Zararın Şartları/Aşkın Zararın Şartları

Munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu alacağının geç ifa edilmesinden dolayı faizle karşılanamayan zararını ve miktarını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmek durumundadır. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlamakla sorumluluktan kurtulabilir.

Munzam zararın şartları şunlardır:

  1. Borçlunun Para Borcunun İfasında Temerrüde Düşmesi
  2. Alacaklının Temerrüt Faiziyle Karşılanamayan Zararının Bulunması
  3. Borçlunun Kusuru
  4. Borçlunun Fiili ile Munzam Zarar Arasında İlliyet Bağı

a. Borçlunun Para Borcunun İfasında Temerrüde Düşmesi

Munzam zararın oluşması için gereken ilk şart borçlunun para borcunu ifa etmekte gecikerek temerrüde düşmesidir. 

b. Alacaklının Temerrüt Faiziyle Karşılanamayan Zararının Bulunması

Yargıtay’a göre bu maddenin konuluş amacı, alacaklının uğradığı zararın her zaman için kanuni faiz ile karşılanmasının mümkün olmamasıdır. Yani öyle durumlar ortaya çıkabilir ki alacaklının zararı kanuni faizden daha yüksek olur. İşte bu durumda ortaya çıkan munzam zarar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) kapsamında tazmin edilir. Bir başka ifade ile bu. madde, alacaklının temerrüt faizi ile karşılanamayan zararlarının tazminini ve alacaklının zarara uğramasını engellemeyi amaçlamaktadır (Zeytinoğlu, 2005: 254). Dolayısıyla munzam zararda temel felsefe şudur: Borçlu, borcunu zamanında ifa etmiş olsaydı, alacaklı hangi durumda olacak idiyse, munzam zarar kapsamında ödenecek meblağ ile bunun giderilmesi gerekir.

c. Borçlunun Kusuru

Temerrüt faizi istemek için borçlunun kusuru gerekmediği halde, munzam zarar kapsamında talepte bulunabilmek için borçlunun kusurlu olması şarttır. Ancak burada borçlunun kusurlu olduğu karine olarak kabul edilir. Borçlu, ancak kusursuz olduğunu ispat ederek munzam zararı ödemekten kurtulabilir.

Ayrıca borçlu ödemeyi zamanında yapmış olsaydı bile, alacaklının elinde iken paranın alım gücünde yine azalmanın meydana geleceğini, yani borçlu borcunu zamanında ifa etseydi yine de zarara uğrayacağını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir (Zeytinoğlu, 2005: 257). Ayrıca Hukuk Genel Kurulunun 10.11.1999 tarihli ve E: 1999/13-353, K: 1999/929 sayılı kararında belirtildiği üzere; borçlu borcunu ödese dahi, alacaklının parayı değeri düşmeyecek şekilde değerlendiremeyeceğini ispat etmesi halinde munzam zarar ödemekten kurtulabilir.

ç. Borçlunun Fiili ile Munzam Zarar Arasında İlliyet Bağı

Alacaklının uğramış olduğu zararının, borçlunun borcunu geç ifa etmesi ya da temerrüde düşmesi sonucu gerçekleşmesi gerekir (Altaş, 2001: 122).

Munzam Zararın Talebi

Asıl borcun hukuki sebebi kural olarak haksız eylem, nedensiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde, munzam zarar nedeniyle ortaya çıkan bu borcun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması, farklı bir anlatımla borcun ödenmemesi veya zamanında ödenmemesi gibi hukuka aykırılıktır. O nedenle, asıl borcun takibi esnasında asıl borç ve temerrüt faizinin yanı sıra munzam zararın ileri sürülmemiş olması veya bu zarar hakkının saklı tutulmamış olması, munzam zararın ortadan kalkmasına neden olmaz.

Munzam zarar temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçecek zaman içinde artarak devam eden yeni bir borçtur. Bunun doğal sonucu olarak da asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında istenilmemiş olması halinde dahi takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hal böyle olunca,  asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde ve davada munzam zarar hakkı saklı tutulmasına gerek yoktur. Ayrı bir dava ile zamanaşımı süresi içinde her zaman istenmesi mümkündür.

Munzam zarardan doğan hak,  esas itibariyle bir alacak hakkıdır ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesinde (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) munzam zarar konusunda özel bir zaman aşımı süresi belirtilmemiştir. O nedenle, başka kanunlarda alacak haklarına ilişkin zamanaşımı süresi belirtilmemişse Borçlar Kanunu’nun 125. maddesindeki on yıllık zamanaşımı uygulanacaktır. Zamanaşımı süresi, alacağın muaccel olduğu zamandan başlar (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 01.06.1995, E: 1995/267 K: 1995/5451)

Enflasyon Nedeniyle Paranın Değerinde Meydana Gelen Azalma Munzam Zarar Olarak Kabul Edilebilir mi?

Peki, enflasyon oranının kanuni faiz oranından yüksek olması halinde alacağın geç ödenmesi nedeni ile uğranılan zarar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) kapsamında tazmin edilebilir mi? Örneğin enflasyon oranının % 100 olduğu bir durumda, kanuni faiz % 30 ise aradaki % 70’lik farkın munzam zarar olarak nitelendirilmesi mümkün müdür?  Yargıtay 1994 yılına kadar verdiği kararlarda geçmiş günler zararının kanuni faiz oranından daha yüksek olması durumunda aradaki farkın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) kapsamında tazmin edilebileceğini vurgulamıştır. Ancak daha sonra Yargıtay Hukuk Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu arasında bu konuda görüş ayrılığı ortaya çıktığı görülmektedir. Bu konuda 2, 4, 11 ve 13. Hukuk Daireleri, enflasyon oranı ile kanuni faiz oranı arasındaki farkın munzam zarar olarak tazmin edilebileceğini savunurken; 5, 15, 18. ve 19. Hukuk Daireleri bu farkın munzam zarar olarak nitelendirilemeyeceğini ve alacaklının munzam zararını ispat etmesi gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. Hukuk Genel Kurulunun bu konudaki kararlarının ise istikrar kazanmadığı görülmektedir. Hukuk Genel Kurulu bazen 11. ve 13. Hukuk Dairelerinin görüşünü benimserken, bazen de 5 ve 15. Hukuk Dairelerinin görüşleri yönünde karar vermiştir. Bu durumda karşıt görüşleri ayrı gruplar halinde değerlendirmekte fayda vardır:

a) 2, 4, 11 ve 13. Hukuk Dairelerin Görüşleri

Bu Daireler tarafından verilen kararlarda genel olarak enflasyonun olumsuz etkilerinden bahsedilerek enflasyon oranı ile kanuni faiz oranı arasındaki farkın munzam zarar olarak nitelendirilebileceği ve 16098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) kapsamında tazmin edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kararlarda özellikle yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü dönemlerde kanuni faiz oranının borcun geç ödenmesi nedeni ile alacaklının uğradığı zararı tazmin etmekte bazen yetersiz kaldığı, kanun koyucunun bu gibi durumları düşünerek bu. madde hükmünü getirdiği ifade edilmiştir (Örneğin 2. Hukuk Dairesi 22.05.2000, E: 2000/4720 K: 2000/6693; 4. Hukuk Dairesi 04.03.1986, E: 1986/685 K: 1986/2012; 11. Hukuk Dairesi 11.12.1997, E: 1997/8193, K: 1997/9122; 23.05.1996, E: 1996/1416, K: 1996/3723; 04.10.2005, E: 2004/10700, K: 2005/9181; 16.12.2004 E: 2004/1400 K: 2004/12440; 13. Hukuk Dairesi, 01.06.1995, E: 1995/267 K: 1995/5451; 13.02.1997, E: 1996/9985, K: 1997/810, 01.11.1999, E: 1998/9711 K: 1999/7773, 01.11.1999, E: 1999/9945 K: 1999/7822; 02.04.2001, E: 2001/2392, K: 2001/3355; 16.05.2002, E: 2002/7994, K: 2002/5671; 27.05.2002, E: 2002/3966 K: 2002/6178; 25.10.2005, E: 2005/9006 K: 2005/15905; 19.10.2004, E: 2004/5998 K: 2004/14915).

Bu Daireler tarafından verilen kararlara göre, munzam zararı ispat yükü kural olarak alacaklıdadır, hayatın doğal akışı gereği alacağını zamanında tahsil eden alacaklının bu alacağı banka mevduatı, döviz vb. şekillerde değerlendireceğine ilişkin fiili bir karine mevcuttur. Yani alacağını zamanında tahsil eden alacaklı, paranın değerinin düşmesi karşısında kendisini koruyabilmek amacı ile banka mevduatı, döviz vb. alanlara yönelecektir. Bu Dairelere göre yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü dönemlerde alacağını zamanında elde eden alacaklının; paranın alım gücü kaybını önlemek için elde ettiği parayı mal veya hizmet yatırımlarına yöneltmesi, banka mevduat faizine devlet tahviline yatırması veya dövize dönüştürmesi, yaşanan hayat gerçeklerine uygun bir davranış olarak benimsenmelidir. Enflasyon olgusu,  belirli düzeylerde devam ettiği müddetçe buna bağlı olarak para değerinin düşmesi, alım gücünün azalmasından alacağını geç tahsil eden alacaklının zarar gördüğü, enflasyondan düşük bir temerrüt faizinin bu zararı karşılamaya yetmeyeceği tartışmasız bir gerçektir. O nedenle hukukumuz da,  para değerinin düşmesi, alım gücünün azalması şeklinde ortaya çıkan zarar istemlerinin, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) kapsamında yorumlanması kaçınılmazdır. Hal böyle olunca, bu ekonomik olgular davacının ayrıca zararını ispat yönünden kanıt getirmesini ortadan kaldırır normal durumlar ve fiili karineler niteliğinde olduğunun kabulü zorunlu olmaktadır. Bu fiili karinelerin mevcudiyeti yadsınamaz. Üstelik ispat yükümlülüğünün alacaklı açısından bu kadar sıkı kurallara bağlanmaması gerekir. Bu nedenle enflasyonun kanuni faiz oranından yüksek olması durumunda munzam zararın oluştuğunun karine olarak kabul edilmesi gerekir, bu durumda zararın oluşmadığını ispat yükün borçluya aittir.

Bu Dairelere göre enflasyon vb unsurlar HUMK 238. madde kapsamında “maruf ve meşhur” olgulardır ve bunların ayrıca ispat edilmesi gerekmez (13. Hukuk Dairesi, 19.10.2004, E: 2004/5998 K: 2004/14915). Bu durumda enflasyon oranı ile kanuni faiz oranı arasındaki fark munzam zararın oluştuğuna karine teşkil eder ve alacaklı zararını ayrıca ispatlamakla yükümlü değildir. Bu durumda ispat yükü borçluya aittir. Borçlu, borcun geç ödenmesi nedeni ile alacaklının herhangi bir zarara uğramadığını düşünüyorsa bunu ispatlaması gerekir.

Zararın ne şekilde tespit edileceği konusunda ise Daireler arasında görüş farklılıkları mevcuttur. 11. Hukuk Dairesi tarafından verilen 20.01.1983 tarihli ve E: 1982/5774, K: 1983/128 sayılı kararda munzam zararın tespiti konusunda “Memleketimizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, enflasyon hızı, fiyat endeksleri, paranın satın alma gücündeki değişiklikler, ıskonto hadlerinde meydana gelen fark ve sair faktörler göz önünde tutularak (alacağın geç ödenmesi) yüzünden davacının uğradığı zararın ne olabileceği konusunda bu işlerden anlar yetenekli bilirkişi veya bilirkişiler aracılığıyla inceleme yaptırılarak hasıl olacak sonuç dairesinde” bir karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ancak 11. Hukuk Dairesi tarafından verilen bir başka kararda (08.11.1983, E: 1983/4297, K: 1983/4879) zararın tespit şekli daha farklı şekilde belirilmiştir. Karara göre ne gibi bir zarara uğradığı alacaklıya açıklattırıldıktan sonra ve bu konudaki ispat külfetinin alacaklıya yükletilmesi ve hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekmektedir. 11. Hukuk Dairesi tarafından verilen 23.05.1996, E: 1996/1416, K: 1996/3723 kararda ise munzam zararın tespitinde banka mevduat faiz oranlarının dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır. Karara göre “Davacının alacağını zamanında tahsil edip vadeli banka mevduat hesabına yatırması her zaman mümkün bulunduğuna göre, takip tarihindeki en yüksek reeskont faiz oranı ile, yine o tarihteki en yüksek vadeli banka mevduat faizi arasındaki farkı BK. 105 maddesi uyarınca davacının geçmiş günler faizi ile karşılanamayan munzam zararını oluşturur.”11. Hukuk Dairesinin munzam zararın tespit şekli konusundaki görüşlerinde daha sonra değişiklik meydana gelmiştir. Daireye göre alacaklının alacağını zamanında elde etmesi halinde 3 aylık vadeli mevduata yatıracağı kabul edilerek elde edeceği gelir hesaplanmalı, hesaplanan bu tutar ile ifa edilen tutar arasındaki fark munzam zarar olarak kabul edilmelidir (25.10.1999, E: 1998/4253, K: 1999/8246; 24.12.1996, E: 1996/4892, K: 1996/9072).

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  Kira Bedelinin Kanunla Sınırlandırılması Mümkün mü?

Ancak aynı Daire tarafından verilen 04.10.2005 tarihli ve E: 2004/10700 K: 2005/9181 sayılı kararda zararın tespit şekli daha farklı şekilde açıklanmıştır. Karara göre zararın borçlunun temerrüde düştüğü tarihten, ödemenin gerçekleştirildiği güne kadar geçen süre içerisinde, her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranının, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumunun, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranlarının, Türk Lirası karşısında yabancı ülke paralarının değer kazanma/kaybetme durumlarının resmi kuruluşlardan, (gerek görülürse bilirkişi vasıtasıyla) belirlendikten sonra bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücü azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarının bu unsurların ortalamalarının alınarak tespit edilmesi, bundan sonra bulunan bu zarar miktarından davacının alacağını tahsil ederken alması gereken temerrüt faizi miktarı düşülerek Borçlar Kanunu’nun 42 ve 43. maddeler de dikkate alınarak belirlenmesi gerekir (11. Hukuk Dairesi 23.09.2004, E: 2003/12262 K: 2004/8731, 19.01.2004, E: 2003/5622 K: 2004/310). Ancak şunu da belirtmek gerekir ki 11. Hukuk Dairesince uygulanan bu yöntem, tali bir yöntemdir, başkaca bir zarar tespit şeklinin mümkün olmadığı durumlarda kullanılabilecektir. Eğer zarar, enflasyon vb. olguların ortalamalarından daha yüksekse ve bu zarar ispat edilebiliyorsa zararın bu şekilde tespiti gerekir. Eğer zarar bu şekilde tespit edilemiyorsa ikame yöntem olan enflasyon vb unsurların uygulanması gerekir (11. Hukuk Dairesi, 16.12.2004, E: 2004/1400 K: 2004/12440).

13. Hukuk Dairesi tarafından verilen 13.02.1997 tarihli ve E: 1996/9985, K: 1997/810 sayılı karar ile munzam zararın tespit şekli şu şekilde açıklanmıştır: “Mahkemece yapılacak iş, davalının temerrüde düştüğü tarihten, davanın açıldığı tarihe kadar geçen zaman zarfında, her yıl itibariyle gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, mevduat ve devlet tahvillerine verilen faiz oranlarını, TL. karşısında döviz kurlarını gösteren listeyi ilgili resmi kurumlardan araştırmak konusunda uzman bilirkişi düşüncesinden de yararlanmak suretiyle davacı alacaklının maruz kaldığı asgari zarar miktarını Borçlar Kanunu’nun 42/II. maddesi hükmü de dikkate alınmak suretiyle tespit etmek, bulunan zarar miktarından davacının icrada tahsil ettiği temerrüt faizini mahsup ederek bakiyesine davacının munzam zararı olarak hükmetmekten ibarettir.”

b) 5, 15, 18 ve 19. Hukuk Dairelerinin Görüşleri

Bu Daireler tarafından verilen kararlarda (Örneğin 5. Hukuk Dairesi 12.04.1994, E: 1994/4947 K: 1994/7947; 26.02.2004, E: 2003/14338 K: 2004/1856; 15. Hukuk Dairesi 27.01.1995, E: 1994/4985 K: 1995/363; 07.11.2005, E: 2005/648 K: 2005/5864; 11.05.2005, E: 2004/5092 K: 2005/2927; 21.03.2005, E: 2004/4662 K: 2005/1596; 18. Hukuk Dairesi 22.03.1994, E: 1994/2060 K: 1994/3571;  20.05.2003, E: 2003/3459 K: 2003/4151) genel olarak, enflasyon oranı ile kanuni faiz oranı arasındaki farkın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) anlamında munzam zarar olarak kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır. Dairelere göre sadece enflasyon nedeni ile paranın reel değerinin düşmüş olmasından dolayı davacı alacaklı munzam zarar adı altında bir istemde bulunamaz. Enflasyon ve paranın satın alma gücü, döviz kurlarındaki artışlar, devlet tahvili faiz oranları gibi faktörler genel, afakî ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen ekonomik konjonktürel olgular olup zararın oluştuğuna karine teşkil etmez. Buna göre alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır. Mücerret enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez.  Burada davacının kanıtlaması gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Örneğin, alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü, başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını; alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içinde gerçekleşen bu fark sebebiyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını, yüksek faiz ve komisyon ödeyerek banka kredisi kullanmak zorunda kaldığını, başkasına olan borcunu ödeyememesi nedeni ile icra takibine uğradığını kanıtlamak durumundadır. Enflasyon nedeni ile uğranılan zararın, HUMK 238. madde kapsamında “maruf ve meşhur” olgu olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu zarar bizzat alacaklı tarafından ispatlanmalıdır.

Bu dairelerin bu yönde karar vermesinde bakmakla görevli oldukları davaların kamulaştırma ile ilgili olması ve kamulaştırma bedeli nedeniyle açıkçası devleti aşırı bir yük altına sokmama endişesi yattığı ileri sürülmüştür (Ertaş, 2006: 146).

c) Hukuk Genel Kurulunun Görüşleri

Genel olarak bakıldığında Hukuk Genel Kurulunun bu konudaki kararlarının istikrar kazanmadığı görülmektedir. Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen bazı kararlarda 4, 11 ve 13. Hukuk Dairelerinin görüşleri, bazı kararlarda ise tam aksine 5, 15, 18 ve 19. Hukuk Daireleri görüşleri paralelinde karar verildiği görülmektedir.

Hukuk Genel Kurulunun 5, 15, 18 ve 19. Hukuk Daireleri görüşleri paralelinde verdiği kararlarında3095 sayılı Kanun’un enflasyon olgusunun yoğun olarak yaşandığı ve yıllık enflasyonun yüzde otuzlardan yükseklerde bulunduğu tarihlerde kabul edilerek yürürlüğe girdiği, kanun koyucunun buna rağmen faiz ile ilgili iradesini % 30’luk miktar ile açıkladığı, bu nedenle temyize konu davada mevduat faizi getirisinden söz edilip dolaylı yoldan % 30 temerrüt faizinin açılmasının kanun koyucunun yetkisine tecavüz anlamına geleceği vurgulanmıştır (Örnek olarak 15.11.2000, E: 2000/5-1637, K: 2000/1692; 15.05.2002, E: 2001/5-1089 K: 2002/401; 15.05.2002, E: 2002/5-296, K: 2002/394; 24.11.2004, E: 2004/5-460 K: 2004/614, 16.06.2004 E: 2004/15-349 K: 2004/365).  Buna göre enflasyon oranının kanuni faizden yüksek olması, alacaklının bu fark kadar bir zarara uğradığı konusunda bir karine olarak yorumlanamaz. Ve bu karineye dayanılarak alacaklı munzam zararını ispat külfetinden kurtulamaz. Borcun geç ödenmesinden dolayı istenecek munzam zarar; para değerinin düşüşünden değil, alacaklının kendi öz varlığından,  ekonomik ve sosyal faaliyetlerinden,  toplum içindeki statüsünden ve başına gelen olaylardan kaynaklanması gerekir. Hukuk Genel Kuruluna göre 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) kapsamında tazmini istenilebilecek olan zarar borcun zamanın ödenmemesinden muhtemel  kar  ya da farz edilen gelir değildir. Bu maddedeki zarar borçlunun borcun geç ödenmesi nedeni ile bizzat uğradığı zarardır. Örneğin alacaklının, alacağını zamanında tahsil edememesi nedeni ile temerrüt faizinden daha yüksek bir faizle borçlanmak zorunda kalması, borcunu alacaklısına daha yüksek bir faizden ödemek zorunda kalması, başkasına olan borcunu ödeyemediği için icra takibine uğraması, bankadan kredi kullanması nedeni ile faiz ve komisyon ödemesi ya da alacaklının alacağını tahsil edememesi nedeni ile başkasına olan yabancı para cinsinden borcunu daha yüksek bir döviz kurundan ödemek zorunda kalması gibi. Bu nedenle enflasyon gibi güncel ekonomik koşullar gerekçe gösterilerek alacaklı zararı ispat yükümlülüğünden kurtarılamaz. Enflasyon gibi unsurlar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 238. maddesi anlamında “maruf ve meşhur” olarak kabul edilemez. Çünkü burada kanıtlanması gereken olgular 238. maddede sözü edilen “maruf ve meşhur” olan enflasyon, para değerindeki düşüş ya da mevduat faiz oranlan değil, geç ödeme ile davacının maruz kaldığı zararı doğuran şahsi olaylardır.

Üstelik enflasyon gibi ekonomik koşullar kanuni faiz oranı tespit edilirken kanun koyucu tarafından zaten dikkate alınmaktadır. Bu kapsamda kanuni faiz oranı zaman zaman artırılıp düşürülmektedir. Hal böyleyken enflasyon, yüksek faiz ve paranın değerindeki düşüşlerin Borçlar Kanunu’nun 122. maddesindeki munzam zararın karinesi olarak gösterilip bunların doğurduğu olumsuzluk, uğranılan gerçek zarar olarak gösterilmesi mümkün değildir. Aksi takdirde kanuni faiz oranının hiçbir anlamı kalmayacaktır. Kanun koyucu ekonomik koşulları (enflasyon, faiz oranlar vb.) dikkate alarak kanuni faiz oranını % 30 olarak belirlemiş iken ekonomik gerekçeler ileri sürülerek kanuni faiz oranından fazla bir zararın karine olarak kabul edilmesi yasa koyucunun yetkisine tecavüz anlamına gelir. Yani yasa koyucunun kanuni faiz oranını yasa ile belirlemesinin hiçbir anlamı kalmaz. Yasa koyucu tüm bu ekonomik olumsuzlukları değerlendirip, bunların doğuracağı zarar dolayısıyla tazminat oranını Anayasa’dan aldığı yasa yapma yetkisine dayanarak belirlemiş iken, zımnen bu takdirin yerinde olmadığı ileri sürülüp, aynı ekonomik göstergelere dayanılarak tazmin edilecek zararın geçmiş günler faizinden fazla olduğu kabul edilemez. Bundan dolayı paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma nedeni ile uğranıldığı ileri sürülen zararın bu madde kapsamında geçmiş günler zararı olarak tazmini mümkün değildir.

Buna karşılık Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen bazı kararlarda 11. ve 13. Hukuk Dairelerinin görüşlerine paralel olarak enflasyon olgusunun dikkate alındığı ve enflasyon oranı ile kanuni faiz oranı arasındaki farkın geçmiş günler zararı olarak istenebileceği vurgulanmıştır (Örnek olarak 10.11.1999, E: 1998/13-353, K: 1999/929; 25.04.2001, E: 2001/4-355 K: 2001/405; 19.06.2002, E: 2001/13-569 K: 2002/534; 19.06.2002, E: 2002/2-138 K: 2002/532; 05.11.2003, E: 2003/13-657 K: 2003/628). Hukuk Genel Kurulunun bu kararlarında ülkemizde enflasyon oranlarının oldukça yüksek (yüzde yüz) olduğu, banka mevduat faizlerinin genel olarak enflasyon oranına yakın bir getiri sağladığı, banka kredi faizlerinin yüzde iki yüze yaklaştığı, kurlardaki artışın her zaman için temerrüt faizini aştığı ifade edilerek böyle bir enflasyonist ortamda bireyin parasını atıl durumda tutmaması ve parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimlerde bulunması örneğin en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirmesinin, olayların normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu durumda, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en önemlisi gerekli olduğu takdirde bilinebilmesinin kolayca gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerin de bilgisi altında olan vakıalar olarak kabulü gerekir. Yasal deyimi ile bu durum “maruf ve meşhur” vakıalardır ve bunların HUMK. md. 238/2 gereğince ispatına gerek yoktur. Bu karine kabul edildiğinde artık alacaklının 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) kapsamında zararını ispat zorunluluğu bulunmayacaktır. Zararın oluşmadığını ispat yükü borçluya aittir. Bu aşamadan sonra bu karinenin aksini kanıtlayarak, sorumluluktan kurtulmak isteyen borçlunun; somut olayın özellikleri nedeni ile ya alacaklının bir zarara uğramadığını, yada borcunu zamanında ifa etmiş olsa idi dahi alacaklının borç konusu miktarı değeri düşmeyecek bir biçimde değerlendiremeyeceğini ispat etmesi gerekir.

ç) 08.10.1999 tarihli ve E: 1997/2, K: 1999/1 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı

Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki bu içtihat ayrılığı, içtihadı birleştirme kararına konu olmuştur. Ancak İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu tarafından verilen kararda munzam zararın takdiri konusunda Borçlar Kanunu’nun “hakimin takdir hakkı” konusunu düzenleyen 4/2 ve yargılama hukuku bakımından da Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun “hakimin delilleri serbestçe edindiği kanaate göre takdirini” düzenleyen 240. maddesinin uygulanmasının söz konusu olduğu; bu maddeler gereğince hakimin, delilleri serbestçe takdir edip vicdani kanaatine göre hüküm kurması gerektiği, bu yönde alınacak bir içtihadı birleştirme kararının bu maddeleri sınırlandıracağı ve hukukun zaman içinde gelişimini de önleyeceği sonucuna varılmış, bu düşünce ve sakıncalar göz önünde tutularak içtihadın birleştirilmesine gerek görülmemiştir.

d) Doktrin

Doktrinde, enflasyon nedeniyle paranın değerinde meydana gelen azalmanın munzam zarar olarak kabul edilebileceğini düşünen yazarlar olduğu gibi, bu zararın munzam zarar olarak değerlendirilemeyeceğini, alacaklının zararını ispat etmesi gerektiğini ileri süren yazarlar da mevcuttur. Enflasyon nedeniyle paranın değerinde meydana gelen azalmanın munzam zarar olarak değerlendirilemeyeceğini ileri süren yazarlara göre Medeni Kanun’un 6. maddesinde yer alan “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü gereği, alacaklı uğradığı zararı net ve inanılır şekilde ispat etmelidir. Alacaklının zararını ispat etmediği durumlarda sadece enflasyonun varlığının ileri sürülmesi, munzam zararın gerçekleştiği anlamına gelmez (Atlaş, 2001: 126). Bu yazarlar, HUMK’un 238. maddesinde yer alan düzenlemenin de alacaklıyı ispat yükünden kurtarmadığı kanaatindedirler (Atlaş, 2001: 127).

Geç Ödenen Kamulaştırma Bedelinin Enflasyon Karşısında Erimesi Munzam Zarar Olarak Kabul Edilebilir mi?

Kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile enflasyon karşısında uğranılan zararın munzam zarar olarak nitelendirilemeyeceği ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi (818 sayılı Kanunun 105. maddesi) kapsamında tazmin edilemeyeceği genel olarak Yargıtay ilgili hukuk daireleri ve Hukuk Genel Kurulu tarafından kabul edilmektedir.

5. ve 18. Hukuk Dairesi tarafından verilen ve istikrar kazanan kararlarda özetle kamulaştırma bedelinin geç ödenmesinden dolayı munzam zararın istenebilmesi için davacının temerrüt faizini aşan bir zararın mevcut olduğunu kanıtlaması gerektiği, yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşunun zararın oluştuğuna karine olamayacağı, bu olguların maruf ve meşhur olgular olarak kabul edilemeyeceği, dolayısıyla kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile enflasyon, mevduat faizi, döviz kuru vb olgular ile kanuni faiz oranı arasındaki farkın munzam zarar olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bu Dairelerin bu konudaki görüşleri önceki bölümde detaylı şekilde açıklandığı için burada tekrar edilmeyecektir.

Hukuk Genel Kurulu da kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi ile ilgili olarak verdiği kararlarında (Örnek olarak 20.12.2002, E: 2002/5-1102, K: 2002/1093; 29.06.1999, E: 1996/5-144, K: 1996/503; 23.02.1994, E: 1993/5-600, K: 1994/80; 15.11.1995, E: 1995/5-781, K: 1995/979) 5. ve 18. Hukuk Dairesinin kararlarına paralel görüşleri benimsemiştir. Örneğin Hukuk Genel Kurulu’nun 20.12.2002 tarihli ve E: 2002/5-1102, K: 2002/1093 kararında kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile görülen davaya bakmakla görevli 5. Hukuk Dairesinin görüşüne paralel olarak kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeni ile enflasyondan kaynaklanan zararın munzam zarar olarak nitelendirilemeyeceğine karar vermiştir.

Munzam-Zarar-
Munzam Zarar Nedir? Aşkın Zarar Nedir? Aşkın Zarar Şartları