1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Kıyılarda Açılan Tapu İptali Davaları ve AİHM’nin Bu Davalara Bakış Açısı


1) Kıyılarda Açılan Tapu İptali Davaları

Bilindiği üzere kıyılar Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdir ve bu özellikleri gereği özel mülkiyete konu olamazlar. Ancak günümüzde kıyıların kamunun ortak kullanımına ayrılan yerler olduğunun kabul edilmesine ve kıyılar üzerinde özel mülkiyet kurulmasına izin verilmemesine rağmen ülkemizde 1972 yılına kadar yürürlükte olan yasal mevzuat, kıyılarda özel mülkiyet oluşmasına izin vermiş, hatta teşvik etmiştir.

Fakat 1982 Anayasası’nın 43. maddesi ve 04.04.1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu, kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu, dolayısıyla özel mülkiyete konu olamayacağını hüküm altına aldığı için 1990 yılından sonra, kıyıda kalan taşınmazlar hakkında tapu iptali davası açılmaya başlanmıştır. Bu kapsamda kıyıda kalan taşınmazlar için mahalli maliye kuruluşları (defterdarlıklar ve malmüdürlükleri) tarafından tapu iptali davası açılmaktadır.

Açılan davalar neticesinde kıyıda kalan taşınmazların tapuları iptal edilmekte, bu durum da özellikle taşınmazları bir başka kişiden bedel ödeyerek satın alan kişilerin mağduriyetine neden olmaktadır. Üstelik bu kişilerin açtıkları davalar neticesinde AİHM Türkiye’yi tazminata mahkum etmektedir.

Kıyıda kalması nedeni ile tapusu iptal edilen taşınmaz sahipleri, iç hukuktan sonuç alamamaları nedeni ile AİHM’nde Türkiye aleyhine tazminat davası açmaktadırlar. AİHM’nin kıyıda kalması ile tapuları iptal edilen taşınmazlar hakkında verdiği kararlar genellikle aynı unsurlar içermektedir. Bu konuda şu ana kadar tarafımızca tespit edilen davalar; Aslan ve Özsoy/Türkiye, Edip Uslu/Türkiye, Gümüşoğlu ve Diğerleri/Türkiye, Kalyoncu/Türkiye, Kutluk/Türkiye, Terzioğlu ve Diğerleri/Türkiye Moğol/Türkiye, Doğrusöz ve Aslan/Türkiye, Mehmet Ali Miçoğulları/Türkiye, N.A. ve Diğerleri/Türkiye, Tozkoparan ve Diğerleri/Türkiye, Tuncay/Türkiye davalarıdır.

Bu çalışmada kıyılarda açılan tapu iptali davaları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları ışığında mülkiyet hukuku yönünden incelenecektir.

2) Kıyı Nedir?

Teknik olarak söylemek gerekir ise kıyı; kıyı kenar çizgisi ile kıyı çizgisi arasında kalan alandır. Kıyı çizgisi; deniz, tabiî ve sunî göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan meteorolojik olaylara göre değişen doğal çizgidir. Tabiî ve sunî göllerde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nce belirlenen maksimum su kotu kıyı çizgisini belirler.

Kıyı kenar çizgisi ise; deniz, tabiî ve sunî göl ve akarsuların alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu, kumsal ve kıyı kumullarından oluşan kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev ya da falezin üst sınırıdır.

3) Kıyılarda Açılan Tapu İptali Davaları

Mülkiyet hukuku yönünden bakıldığında kıyılar; Anayasanın 43. maddesinde ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 715. maddesinde ifadesini bulan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir. Bu gibi alanların özel mülkiyete konu olmaları mümkün değildir. Bu nedenle kıyı kenar çizgisi tespit edildikten[1] sonra kıyıda kalan taşınmazlar için defterdarlık ve malmüdürlükleri tarafından tapu iptali davası açılması gerekmektedir.

Bu uygulamanın yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. Gerek Anayasada ve gerekse Kıyı Kanununda kıyıda kalan taşınmazlar için tapu iptali davası açılacağını öngören bir hüküm bulunmamaktadır. Yalnızca Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik‘in 10. maddesinde “Tesbit sonucunda, kıyıda kalan özel mülkiyete konu arazilerle ilgili tapu iptal işlemleri ilgili defterdarlıkça yürütülür.” hükmü yer almaktadır.

Elbette ki gerek Anayasanın 43. maddesine ve gerekse Kıyı Kanununa göre; kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, bu nedenle tapu iptali davası açılması için ayrıca yasa hükmü bulunmasına gerek olmadığı söylenebilir.

Ancak tapu iptali davası açılıncaya kadar ortada hukuki açıdan geçerli bir mülkiyet bulunmaktadır ve Anayasanın 35. maddesine göre mülkiyet hakkı kamu yararının gerektirdiği hallerde ancak kanunla sınırlanabilir.

Üstelik Anayasanın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlükler özlerine dokunulmaksızın ancak kanunla sınırlanabilir.

“Kanunda, böyle bir esası ilgilendiren konuda düzenleme yapılmamışken bunun yönetmeliğe taşınması Kıyı Kanununa aykırılık teşkil etmektedir. Genel kabul görmüş hukuk normlarına göre, alt düzenleme üst düzenlemelere aykırı olamaz ve kanunda yer almayan temel bir hüküm hakkında yönetmelikle düzenleme yapılamaz. Yönetmeliğin 10/2 maddesi hem Kıyı Kanununa ve hem de T.C. Anayasası ile Medeni Kanun ve Kamulaştırma Kanununa aykırı olarak düzenlenmiştir.”

Mülkiyet hakkının özellikleri dikkate alındığında kıyıda kalan tapulu taşınmazlar hakkında açılacak tapu iptali davalarının yasa ile düzenlenmesini uygun olacağı değerlendirilmektedir.

4) Kıyıda İptal Edilen Taşınmazlar İçin Tazminat Talebi

Kıyıda kalması nedeni ile tapusu Hazinece açılan dava neticesinde iptal edilen taşınmaz malikinin iç hukukta tazminat davası açma hakkı var mıdır? Bu konuda gerek Kıyı Kanununda ve gerekse Kıyı Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde hüküm bulunmamaktadır.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından verilen 23.10.2007 tarihli ve E:2007/6214, K:2007/9985 sayılı karara kadar, Yargıtay’ın istikrarlı kararları kıyıda kalması nedeni ile tapusu iptal edilen taşınmaz malikinin herhangi bir tazminat davası açamayacağı yönünde idi.

Ancak aşağıda açıklanacağı üzere AİHM’nin kıyılarda iptal edilen tapulara karşılık olarak herhangi bir tazminat ödenmemesini mülkiyet hakkının ihlali olarak nitelendirmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi de görüşünü değiştirerek kıyılarda tapusu iptal edilen taşınmaz maliklerinin tazminat davası açabileceğini benimsemiştir.

5) Tapuları İptal Edilen Taşınmazlar Hakkında AİHM Kararları

AİHM’nin kıyıda kalması ile tapuları iptal edilen taşınmazlar hakkında verdiği kararlar genellikle aynı unsurlar içermektedir. Bu konuda şu ana kadar tarafımızca tespit edilen altı dava bulunmaktadır. Bu davalar Moğol/Türkiye, Doğrusöz-Aslan/Türkiye, Mehmet Ali Miçooğulları/Türkiye, N.A. ve Diğerleri/Türkiye, Tozkoparan ve Diğerleri/Türkiye, Tuncay/Türkiye davalarıdır.

6) AİHM’nin Kabul Edilebilirlik Kriterleri Yönünden İncelemesi

Bu konuda açılan davalarda Mahkeme konunun esasına girmeden önce başvuruyu kabul edilebilirlik kriterleri açısından değerlendirmektedir. Bu davalarda kabul edilebilirlik açısından Türk Hükümeti tarafından ileri sürülen iki temel itiraz bulunmaktadır. 

Bunlardan birincisi 6 ay kuralına uyulmamasıdır. Bu kurala göre AİHM’ne, iç hukuktaki nihai karardan itibaren altı ay içinde başvurulması gerekmektedir. AİHM, altı aylık başvuru süresinin, tapu iptaline ilişkin Yargıtay kararının tapusu iptal edilen taşınmaz malikine tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başladığını vurgulamaktadır. AİHM, altı aylık başvuru süresinin tapu iptaline ilişkin Yargıtay kararının (zorunlu olmamakla beraber eğer karar düzeltme talebinde bulunulmuş ise karar düzeltmeye ilişkin kararın) tapusu iptal edilen taşınmaz malikine tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başladığını vurgulamaktadır. 

Eğer tapu iptaline karşılık olarak Hazine aleyhine tazminat davası açılmış ise bu durumda, bu davaya ilişkin olarak Yargıtay’ın kesinleşmiş kararının taşınmaz malikine tebliğ tarihi esas alınmaktadır (AİHM’nin 16.12.2008 tarihli Terzioğlu ve Diğerleri/Türkiye kararı). Terzioğlu ve Diğerleri/Türkiye kararında bu hususu şu şekilde ifade etmiştir: “AİHM, 23953/05 no’lu başvuruda, tapu iptaline ilişkin kararın, katipliğe 27 Mayıs 2002’de geri gönderildiğini gözlemler. Ancak başvuran, mülkiyetine ilişkin tapunun iptalini müteakiben mülkiyet kaybı ve kendisine ait dört dükkanın yıkılması nedeniyle tazminat davası açmıştır. İlgili takibat, Yargıtay’ın başvuranın, kararın düzeltilmesine ilişkin talebini reddettiği 17 Mart 2005’te sona ermiştir. AİHM, Hükümet’in benzer bir itirazının, N.A. ve Diğerleri/Türkiye davasında AİHM tarafından reddedilmiş olduğunu hatırlatır (karar, no. 37451/97, 14 Ekim 2004). AİHM, mevcut davada farklı bir sonuca varmak için gerekçe görmemektedir.”

Eğer kıyıda kalan taşınmazların tapularının iptaline ilişkin nihai mahkeme kararı, taşınmaz malikine tebliğ edilmemişse altı aylık süre taşınmaz malikinin nihai mahkeme kararını “itiraza mahal bırakmayacak” şekilde öğrendiği tarihte başlar (AİHM’nin 03.06.2008 tarihli Kutluk ve Diğerleri/Türkiye kararı). Ancak bu durumda sorumlu hükümet; davacıların ya da avukatlarının AİHM’ne başvurunun yapılmasından altı aydan daha fazla bir süre önce Yargıtay kararı hakkında bilgi sahibi olduklarını itiraza mahal bırakmayacak nitelikte bir kanıtla ispatlamak durumundadır (AİHM’nin 03.06.2008 tarihli Kutluk ve Diğerleri/Türkiye kararı).

Aksi takdirde başvurunun altı aylık süre kuralına uyularak yapıldığı karine olarak kabul edilir. Mahkeme 03.06.2008 tarihli Kutluk ve Diğerleri/Türkiye kararında bu konuda şu yorumu yapmıştır: “Mevcut davada, Yargıtay hukuk dairelerinin kararları taraflara tebliğ edildiği halde nihai iç hukuk kararı teşkil eden 13 Mayıs 2002 tarihli Yargıtay kararı başvuranlara ya da avukatlarına tebliğ edilmemiştir. İhtilaf konusu parsel 10 Temmuz 2003 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir. Tebliğ yükümlülüğü yerine getirilmediği ve Hükümet tarafından başvuranların ya da avukatlarının mevcut başvurunun yapılmasından altı aydan daha fazla bir süre önce Yargıtay kararı hakkında bilgi sahibi olduklarını gösteren itiraza mahal bırakmayacak nitelikte bir kanıt sunulmadığı cihetle AİHM altı ay süresi kuralına riayet edildiği kanaatine varmaktadır.  Bu gerekçeye istinaden AİHM itirazı reddeder.”

Türk Hükümeti tarafından kabul edilebilirliğe ilişkin olarak ileri sürülen ikinci itiraz ise iç hukuk yollarının tüketilmemiş olmasıdır. Örneğin Berber/Türkiye davasında Türk Hükümeti Yargıtay’ın “kıyılarda iptal edilen tapular için taşınmaz malikine tazminat ödenmesi gerektiği, bu kapsamda tapusu iptal edilen taşınmaz maliklerinin Hazine aleyhine tazminat davası açabilecekleri” yolundaki kararlarını hatırlatarak, iç hukukta Hazine aleyhine tazminat davası açmayan davacıların iç hukuk yolunu tüketmiş sayılamayacağını ileri sürmüştür.

AİHM, bu ön itirazı da kabul etmemiştir. Mahkemeye göre Hükümetin gösterdiği medeni ve idari hukuk yolları başvuranın tapusunun ancak kanuna aykırı olarak iptal edilmesi halinde kullanılabilecek yollardır (AİHM’nin 30.05.2006 tarihli Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararı, Adalet Bakanlığı, İNHAK BB, 2010/g). Oysa tapu iptaline ilişkin kararlar Anayasa’nın 43. maddesine, Kıyı Kanunu’na, Tapu Kanunu’nun 33. maddesine göre alınmaktadır. Üstelik Hükümet tarafından ileri sürülen kararların hiçbiri malike tazminat ödenmesiyle sonuçlanmamıştır. Bu gerekçelerle AİHM, Türk Hükümeti’nin sunduğu iç hukuk yolunun etkin olduğunun kanıtlanamadığı, bu yolun tüketilmesinin davacıdan beklenilemeyeceğine karar vermiştir (AİHM’nin 13.01.2009 tarihli Berber/Türkiye kararı). Mahkemeye göre tazminata ilişkin etkin bir iç hukuk yolu bulunmamaktadır.

Kanaatimizce Mahkeme’nin Yargıtay tarafından verilen taşınmaz maliklerinin Hazine aleyhine tazminat davası açabilecekleri” yolundaki kararları etkin bir iç hukuk yolu olarak görmemesi hatalıdır. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, aşağıda açıklanacağı üzere 23.10.2007 tarihli ve E: 2007/6214, K: 2007/9985 sayılı kararı ile; kıyıda kalan ve tapusu iptal edilen taşınmazlar için maliklerinin tazminat yoluna başvurulabileceğini kabul etmiştir. Bu karar kıyıda kalması nedeniyle tapusu iptal edilen taşınmazlarla ilgili olup, taşınmaz malikine iç hukukta dava açma hakkı tanımaktadır.

AİHM, bu kararların tapunun ancak kanuna aykırı olarak iptal edilmesi halinde kullanılabileceğini iddia etmişse de Yargıtay 1. Hukuk Dairesi söz konusu kararında kıyıda kalması nedeniyle tapusu iptal edilen taşınmazlardan ve hatta AİHM’nin kıyıda kalması nedeniyle tapusu iptal edilen bir taşınmazla ilgili olarak verdiği Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararından bahsetmiştir. Dolayısıyla bu kararlar (AİHM’nin iddiasının aksine) tam da kıyıda nedeniyle tapusu iptal edilen bir taşınmazla ilgilidir. Dolayısıyla bu iç hukuk yolu, tüketilmesi gereken bir iç hukuk yoludur ve AİHM’nin bunu kabul etmemesi ciddi bir talihsizlik olmuştur.

7) Davanın Esası Hakkında AİHM Kararları

Ön itirazları bu şekilde değerlendiren AİHM, kendisine yapılan başvuruları esastan incelerken, öncelikle mülkiyet hakkına yapılan bir müdahale olup olmadığını, ikinci olarak müdahalenin üç kural analizinde hangi kural kapsamına girdiğini, son olarak ise müdahalenin Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinde sayılan şartları taşıyıp taşımadığını değerlendirmektedir.

7.1) Mülkiyet hakkına yapılan bir müdahale var mıdır?

Mahkemeye göre; kişinin tapusunun iptal edilmesi mülkiyet hakkına müdahale anlamı taşır. Müdahalenin yargı kararı ile olmasının önemi yoktur.

7.2) Müdahale hangi kural (müdahale türü) kapsamına girmektedir?

Mahkeme, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleleri, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinden esinlenerek, 3’e ayırmaktadır. Üç kural analizi olarak tabir edilen bu analiz yöntemi, mülkiyet hakkına devlet tarafından yapılabilecek müdahaleleri sınıflandırmaktadır. Mahkeme kıyıdaki taşınmazlarının tapularının iptal edilmesinin üç kural analizinde, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi kapsamında (ikinci kural) mal ve mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğunu vurgulamıştır (AİHM’nin 11.10.2005 tarihli N.A. ve Diğerleri/Türkiye kararı).

7.3) Müdahale gerekli şartları taşımakta mıdır?

Mahkeme, müdahalenin varlığını tespit ettikten sonra bu müdahaleyi çeşitli kriterlere göre değerlendirmekte ve ihlalin bulunup bulunmadığına karar vermektedir. Bu konuda dikkate alınan ilk kriter müdahalenin kamu yararına olup olmadığıdır. Çünkü Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci fıkrası herhangi bir kimsenin ancak kamu yararı sebebiyle mal ve mülkünden yoksun bırakılabileceğini; ikinci fıkrası ise devletlerin, mülkiyetin genel çıkarlara uygun olarak kullanılmasını düzenlemek için gerekli gördükleri kanunları çıkarabileceklerini öngörmektedir. Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinde yer alan hangi kural uygulanırsa uygulansın mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin kamu yararına olması gerekir. AİHM, kıyılarla iligili davalarda, bu konuya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede müdahalenin kamu yararına olduğuna karar vermektedir. Mahkeme, kıyıda bulunan taşınmazların herkesin kullanımına açık tutulması gerektiğine, bu nedenle tapuların iptal edilmesinin kamu yararı amacına hizmet ettiğine ve keyfi olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir (AİHM’nin 11.10.2005 tarihli N.A ve Diğerleri/Türkiye kararı).

Örneğin, N.A/Türkiye davasında Mahkeme kamu yararına uygunluk ilkesi açısından şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Mahkeme ayrıca, başvurucuların mülklerinden yargısal bir kararla yoksun bırakıldıklarını, bu kararın da hiç bir şekilde keyfi bir karar olmadığını kaydeder. Ulusal mahkemelerin gösterdikleri gerekçeleri göz önünde tutan Mahkeme, başvurucuların mülklerinden “kamu yararı” için yoksun bırakıldıklarında tereddüt bulunmadığını kabul etmektedir. Mahkeme, söz konusu arazinin deniz kıyısında bulunduğunda ve herkese açık kamusal bir alan olan sahilin bir parçası olduğunda tarafların mutabık olduğunu gözlemlemektedir. Gerçekten de bu durum, Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından belirtilmiştir. O halde mülkiyetten yoksun bırakma, meşru bir amaca sahiptir.”

Dikkate alınan ikinci kriter “hukuk tarafından öngörülme” dir. Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi, herhangi bir kimsenin, ancak kamu yararı sebebiyle ve hukuk tarafından öngörülen koşullara uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabileceğini öngörmektedir. Mahkeme bu konuya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede müdahalenin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 43. maddesine, Kıyı Kanunu hükümlerine, Tapu Kanunu’nun 33. maddesine ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16. maddesine dayanılarak yapıldığını, dolayısıyla hukuk tarafından öngörülme şartının gerçekleştiği kanaatine varmıştır (AİHM’nin Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararı, Adalet Bakanlığı, İNHAK BB, 2010/g). Mahkeme Doğrusöz ve Aslan/Türkiye davasında konu hakkında şu yorumu yapmıştır: “AİHM, Samandağ Hukuk Mahkemesi’nin, arsayı Hazine adına tescil etme kararının kanun tarafından öngörüldüğünü kaydeder. Zira bu karar, Kıyı Kanunu hükümlerine, Anayasa’nın 43. maddesine, Tapu Kanunu’nun 33. maddesine ve Kadastro Kanunu’nun 16. maddesine dayanmış ve Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları doğrultusunda olmuştur” (İNHAK BB, 2010/g).

AİHM’nin mülkiyet hakkına yapılan müdahaleleri incelerken kullandığı bir diğer kriter “uluslararası hukukun genel ilkelerine uygunluk”tur. Çünkü Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin 1. paragrafının 2. cümlesine göre mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerin uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olması gerekmektedir. Ancak AİHM içtihatlarına göre “uluslararası hukukun genel ilkelerine uygunluk” kriteri yalnızca “vatandaş olmayanlar” açısından uygulanabildiği, bir devletin kendi uyruğunda bulunan kişilerin mülkiyet hakkına yapmış olduğu müdahaleler bu kriter kapsamına girmediği için Türk vatandaşları tarafından açılan davalarda bu kriter uygulanmamaktadır. Henüz “Türk vatandaşı olmayan” bir kişi tarafından açılan ve karara bağlanan bir dava bulunmadığı için Mahkemenin buradaki yorumu bilinmemektedir.

Bir diğer kriter ise “ölçülülük”tür. Müdahalenin ölçülülük ilkesine uygunluğu, müdahalenin yapısı ile bu müdahale sonucu elde edilmek istenilen amaç arasında makul bir ilişki bulunmasını ifade etmektedir. Bu ilkeye göre; müdahalede kullanılan yöntem, elde edilmek istenilen amaç bakımından uygun bir araç olmalıdır. Birden çok yöntemin bulunması halinde mülkiyete en az müdahalede bulunacak yöntemin seçilmesi gerekir. AİHM tarafından şu ana kadar karara bağlanan davalarda ölçülülük ilkesi konusuna henüz değinilmediği görülmektedir. Bu, bir anlamda Mahkemenin, müdahalenin ölçülülük ilkesine uygunluğunu zımnen kabulü olarak da yorumlanabilir. Ayrıca, kıyıların herkesin ortak mülkiyetinde olması gerektiği, burada özel mülkiyet bulunamayacağı dikkate alındığında tapu iptali davası açılmasının tek yol olduğu, bu nedenle de ölçülülük ilkesinin kendiliğinden gerçekleştiği de dikkatlerden kaçmamalıdır.

Son ve en önemli kriter olan “orantısallık” ise kıyıda kalan taşınmazların tapularının iptal edilmesi nedeniyle Türkiye’nin tazminat ödemesine neden olmaktadır. Çünkü bu şekilde mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler AİHM tarafından orantısallık ilkesine uygun olmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirilmektedir. AİHM içtihatlarına göre; müdahale meşru bir amaca hizmet ediyor olsa bile müdahalede kamusal yarar ile bireysel yarar arasındaki dengenin de gözetilmesi gerekir. Yani müdahale sonucu kamunun sağladığı yarar ile bireysel yarar arasında makul bir dengenin olması gerekir (AİHM’nin Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararı, Adalet Bakanlığı, İNHAK BB, 2010/g). Bu makul denge de tazminat ödenmesi ile kurulabilecektir. Taşınmazın değeriyle orantılı bir tazminat ödenmemesi ise taşınmaz malikinin “kişisel ve haddinden fazla yük” taşımak zorunda kalmasına ve gerekli dengenin kurulamamasına neden olur. Tazminat ödemesi olmadan taşınmazın tapularının iptal edilmesi ise ancak istisnai durumlarda haklı olarak kabul edilebilir. Kıyıda açılan tapu iptali davaları ise bu istisnai duruma girmemektedir, dolayısıyla kişiye taşınmazın değeriyle orantılı uygun bir tazminat ödenmesi gerekir (AİHM’nin Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararı, Adalet Bakanlığı, İNHAK BB, 2010/g).

Her ne kadar ödenecek tazminatın mülkün tam değerini yansıtması şart değilse (AİHM’nin 20.05.2008 tarihli, Edip Uslu/Türkiye kararı) de Mahkeme, mülkün değeriyle makul orantıda bir ödeme yapılmadan mülkün elden alınmasının, normal olarak orantısız bir müdahale oluşturacağına ve hiç tazminat ödenmemesinin ancak çok istisnai durumlarda haklı görülebileceğine karar vermiştir.

Bu nedenle, Mahkeme, tazminat ödenmeksizin kıyıda bulunan taşınmazların tapularının iptal edilmesinin bireysel ve kamusal yararlar arasındaki dengeyi bozduğunu, bunun da mülkiyet hakkının ihlali anlamına geldiğini belirtmiştir.

8) AİHM’nin Tazminat Standardı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, kıyı iptalleri konusunda verdiği ihlal kararlarında belirgin bir tazminat standardı bulunmamaktadır. Bu kararlar arasındaki tek ortak nokta; mülkiyet hakkına yapılan müdahalenim kamu yararına olduğu durumlarda tazminatın mülkün tam değerini yansıtması zorunluluğunun bulunmamasıdır.

Bu husus AİHM tarafından Doğrusöz ve Aslan/Türkiye davasında (İNHAK BB, 2010/g) şu şekilde vurgulanmıştır: “AİHM, tespit edilen ihlalin temelinde mülke el konmasının yasaya aykırılığından ziyade tazminat ödenmemiş olması yatıyorsa, tazminatın mülkün tam değerini yansıtmasına gerek olmadığını hatırlatmaktadır.”

Tazminatın, mülkün tam değerini yansıtmadığı böyle bir durumda, kaçınılmaz sonuç, taşınmaz malikine ödenecek tazminatın tamamen “takdire dayalı” ya da Mahkeme tarafından ifade edildiği şekilde “götürü” şekilde belirlenmesidir.

Gerçekten de Mahkeme, kıyılar konusunda açılan davalarda ihlale hükmettikten sonra, Hükümetçe taşınmaz malikine ödenecek tazminatı tamamen “takdiri” olarak belirlemektedir. Kıyı davaları açısından, taşınmaz malikleri tarafından talep edilen tutar ile Mahkeme tarafından hükmedilen tazminat tutarları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:

Dava AdıMalik Tarafından Talep Edilen Tutar (Avro)Mahkemece Hükmedilen Tazminat Tutarı (Avro)Fark (Avro)
Gümüşoğlu ve Diğerleri/Türkiye37.390,0029.000,008.390,00
Doğrusöz ve Aslan/Türkiye29.000,0026.000,003.000,00
Berber/Türkiye50.300,0050.300,000,00
Edip Uslu/Türkiye56.300,0050.000,006.300,00
Kalyoncu/Türkiye100.000,0010.000,0090.000,00
Kutluk/Türkiye144.651,0015.500,00129.151,00
M. Ali Miçoğulları/Türkiye78.300,0015.000,0063.300,00
Aslan ve Özsoy291.000,00150.000,00141.000,00

Tablodan da açıkça anlaşıldığı üzere Mahkemenin tazminat konusunda belirgin bir standardı bulunmamaktadır. Mahkeme, bazı durumlarda taşınmaz maliklerinin taleplerine yakın bir tazminat tutarına hükmederken bazen de hükmedilen tazminat miktarı taşınmaz maliklerinin taleplerinin çok uzağında kalmaktadır.           

9) AİHM’nin Kıyılardaki Tapu İptalleri Konusundaki Kararlarının İç Hukukumuza Etkisi

Daha öncede belirtildiği üzere Yargıtay, AİHM tarafından verilen Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararına kadar kıyıda tapusu iptal edilen taşınmazlar için tazminat davası açılamayacağını kabul etmekte idi. Ancak 10.05.2006 tarihli ve E:2002/1262 sayılı Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararından sonra Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından verilen 23.10.2007 tarihli ve E:2007/6214, K:2007/9985 sayılı karar ile “kıyıda kalan taşınmazına ait tapu kaydı Hazinece açılan tapu iptali sonucunda iptal edilen taşınmaz malikinin tazminat davası açabileceği” vurgulanmıştır.

Söz konusu kararda; mülkiyet hakkının gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardan olduğu,

Mülkiyet hakkının kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabileceği veya tamamen kaldırılabileceği,

Bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulmasının asıl olduğu, bu hususun AİHM’nin Doğrusöz-Aslan/Türkiye kararında açıkça vurgulandığı,

Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verilmesi, böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerektiği,

Aksi düşünce tarzının, yani devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesinin, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacağı,

Bu nedenle kıyılarda daha önceden oluşturulan tapu kaydının iptalinde kamu yararı bulunduğu, bu tapuların iptal edilmesi gerektiği,

Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazminat niteliğinde bir bedelin ödenmesi gerektiği, tapunun iptal edilmesinin yasa dışı bir işlemden değil kamu yararını gerçekleştirme amacını taşıyan bir işlemden kaynaklanması nedeni ile, tazminatın taşınmazın tam değerini karşılamasının zorunlu olmadığı,

Vurgulanmıştır.

10) Sonuç

Gerek Anayasanın 43. maddesi ve gerekse Kıyı Kanunu hükümlerine göre kıyılar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır ve özel mülkiyete konu olamazlar. Bu nedenle kıyıda kalan taşınmazlar için mahalli maliye kuruluşları (defterdarlıklar ve malmüdürlükleri) tarafından tapu iptali davası açılmaktadır.

Açılan davalar neticesinde tapular iptal edilmekte ve bunun karşılığı olarak taşınmaz malikine herhangi bir tazminat ödenmemekte idi. Ancak AİHM, tazminat ödenmeksizin tapuların iptal edilmesini mülkiyet hakkının ihlali olarak nitelendirmiş, AİHM’nin bu konuda verdiği kararlar üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi de içtihadını değiştirerek kıyıda kalması nedeni ile tapusu iptal edilen taşınmaz maliklerine tazminat ödenmesi gerektiğini kabul etmiştir.

Ancak AİHM’nin de vurguladığı gibi tapu iptali davası, kamu yararı gibi meşru bir amacı gerçekleştirmek amacı ile açıldığı için, taşınmaz malikine ödenecek tazminatın taşınmazın tam değerini karşılaması gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır.

Kıyılarda Açılan Tapu İptali Davaları ve AİHM'nin Bu Davalara Bakış Açısı
Kıyılarda Açılan Tapu İptali Davaları ve AİHM’nin Bu Davalara Bakış Açısı