1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Mülkiyet Hakkının Niteliği Yönünden 1982 Anayasası ve AİHS


AİHS ile 1982 Anayasası’nı karşılaştırmaya geçmeden önce bir noktanın altını çizmekte fayda görüyoruz. Türk hukukunda mülkiyet hakkının niteliği ve sınırlandırılması açısından Sözleşme ile ulusal hukuk rakip değildirler. Sözleşme, Anayasa’nın 90. maddesi gereği ulusal hukuku tamamlayan, hatta kanun düzeyindeki normlara göre öncelikle uygulanması gereken bir hukuki metindir. Bundan dolayı, mülkiyet hakkının sınırlandırılması açısından Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinde sayılan şartlar, Türk hukukunda doğrudan uygulama alanı bulur. Burada yapmaya çalıştığımız şey, her iki metnin mülkiyet hakkına bakışını gözler önüne sermektir.

Mülkiyet hakkının niteliği yönünden 1982 Anayasası ile AİHS arasında esaslı bir fark bulunmamaktadır. Her iki metin de mülkiyet hakkının sosyal niteliğine önem vermekte ve kamu yararının gerektirdiği hallerde sınırlandırılabileceğini kabul etmektedir.

Her ne kadar mülkiyet hakkı 1982 Anayasası’nda sosyal haklar ve ödevler kısmında değil de kişinin hak ve ödevleri arasında düzenlenmişse de bizzat kanun koyucu kendisi mülkiyet hakkının sınırlanabileceğini ve kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını öngördüğü için Anayasanın mülkiyet hakkının sosyal yönünü benimsediğini kabul etmek gerekir. Üstelik 1982 Anayasası’na göre temel hak ve özgürlükler, hakların yanı sıra ödevleri de içerir. Anayasa Mahkemesi de mülkiyet hakkının Anayasada sosyal bir hak olarak düzenlendiğini kabul etmektedir.

Bu nedenle mülkiyet hakkının niteliği konusunda Sözleşme ve 1982 Anayasası arasında sonuca etki eder bir fark bulunmamaktadır. Fakat mülkiyet hakkının gelişimi yönünden Türk ve Avrupa hukuku arasındaki fark, AİHM ve Türk yargısının mülkiyet hakkına ilişkin yorumlarında bazı farklılıklara neden olabilmektedir. Avrupa’nın bugünkü mülkiyet sistemi; özel mülkiyetin kural, sınırlamanın istisna olduğu bir hukuk sisteminden gelmektedir.

Bu nedenle, sosyal devlet ilkesinin benimsendiği günümüz Avrupa’sında bile mülkiyet hakkına bakışın bireysel mülkiyeti önde tutan yönünü kaybetmediği görülmektedir.

Oysaki Türk hukuku; (en azından taşınmazlar açısından) kamu mülkiyetinin kural, özel mülkiyetin ise istisna olduğu bir hukuk sisteminden gelmektedir. Bundan dolayı Türk yargısının mülkiyet hakkını yorumlarken bu devletçi yaklaşımlarını terk etmedikleri görülmektedir. Bu yaklaşıma en güzel örnek sanırız Yargıtay’ın “kural olarak ülke topraklarının devlete ait olduğu, bu nedenle kadastro tespiti esnasında zilyetlik nedeniyle adına tespit edilen kişiye karşı Hazine’ce dava açılması durumunda ispat külfetinin tespit malikinde olduğu” yönündeki kararlarıdır.