İçindekiler
Anayasa’nın 73. maddesinde, herkesin, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü bulunduğu, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının maliye politikasının sosyal amacı olduğu ve vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulması, değiştirilmesi veya kaldırılması gerektiği belirtilerek, hem yükümlüler hem de Devlet yönünden vergi ödevinin temel ilkeleri gösterilmiştir.
Vergi İlkeleri Nelerdir?
Herkes tarafından yerine getirilmesi gereken bir yükümlülük olarak kabul edilen ve devletin kamusal gereksinimlerini karşılaması için egemenlik gücüne dayanarak tek taraflı iradesiyle kişilere yüklediği bir kamu alacağı şeklinde tanımlanan verginin, anayasal sınırlar içinde salınıp toplanması zorunluluğu açıktır. Ancak kanun koyucu burada da belirli bir hareket alanından yararlanır. Yasa koyucu, Anayasa’ya aykırı olmamak koşuluyla, zaman içinde değişen gereksinimleri karşılamak, kişi ve toplum yararının zorunlu kıldığı düzenlemeleri yapmak, toplumdaki değişikliklere koşut olarak alınan önlemleri güçlendirip geliştirmek, etkilerini daha çok artırmak veya bunları hafifletmek ya da büsbütün ortadan kaldırmak amacıyla düzenlemelerde bulunabilir. Vergilendirilecek alanların seçiminde yetkili olan yasa koyucu, hukuk devleti temelinde, anayasal ilkelere uymak koşuluyla, gelir, servet ve harcamaların vergilendirilmesinde konu, miktar ve niteliklerine göre değişik ölçütler getirebilir. Fakat vergi hukukunda, vergi olgusunun niteliklerini oluşturan yasal düzenlemelerde Anayasa’nın bu konudaki ilkelerinin özenle göz önünde tutulması gerekir. Bu anlamda, devletin vergilendirme yetkisi, vergide yasallık, eşitlik, mali güç, genellik ve vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı gibi anayasal ilkelerle sınırlandırılmıştır.
Ancak belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi olağanüstü dönemlerde Anayasa’da yer alan vergi ilkelerinden farklı düzenlemeler getirilmesini 73. maddeye aykırı olarak görmemiştir. Anayasa Mahkemesi’ne göre beklenmedik doğal felaketler, savaş ve seferberlik hali, siyasi, ekonomik ve sosyal krizler gibi toplumu temelden sarsabilecek olayların ortaya çıkması halinde vergi hukuku alanında kabul gören ve Anayasa ile de güvence altına alınan vergilendirme esaslarından farklı düzenlemeler getirilmesi mümkündür (Anayasa Mahkemesi, 07.10.2003, E: 2003/73, K: 2003/86). Anayasa Mahkemesi’ne göre “Vergi hukuku alanında kabul gören ve Anayasa ile de güvence altına alınan vergilendirme esaslarından, beklenmedik doğal felaketler, savaş ve seferberlik hali, siyasi, ekonomik ve sosyal krizler gibi toplumu temelden sarsabilecek olaylar nedeniyle farklı düzenlemeler getirilmesi mümkün ise de, bunun dışındaki düzenlemeler, sosyal adaleti, sosyal refahı ve sosyal güvenliği sağlamakla yükümlü olan hukuk devletinin bu niteliği ile bağdaşmaz.” (Anayasa Mahkemesi, 07.10.2003, E: 2003/73, K: 2003/86)
Anayasanın 73. maddesinde yer alan bu hükümlere göre vergilendirme yetkisi ve vergi politikasına egemen olması gereken ilkeleri şu şekilde açıklamak mümkündür:
1. Vergi Gelirlerinin Kamu Giderlerinin Karşılığı Olması İlkesi
Vergi, devletin kamusal gereksinimlerini karşılaması için egemenlik gücüne dayanarak tek taraflı olarak kişilere yüklediği bir kamu yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi de kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilebilmesi için vergi borcunun zamanında ve noksansız ödenmesi, vergi yasalarının gereklerinin zamanında ve öngörülen kurallara uygun biçimde yerine getirilmesi ve böylece yasaların etkinliğinin sağlanması gerektiği görüşündedir (Anayasa Mahkemesi, 26.09.2002, E: 2001/345, K: 2002/86). Ancak burada belirli bir kamu hizmetinin giderine doğrudan katılım değil, bütün kamu giderlerine anonim bir katılım söz konusudur (Gürpınar ve Yıldız, 2009: 866).
2. Vergi Adaleti (Mali Güce Göre Vergileme) İlkesi
2.1) Mali Güce Göre Vergileme İlkesi Nedir?
1961 Anayasası’nın 61. maddesiyle hukukumuzda yerini alan “malî gücüne göre vergi ödeme yükümlülüğü” 1982 Anayasası’nın 73. maddesiyle de aynen benimsenmiştir. Ancak mali güce göre vergilendirme ilkesinin dayanağı sadece 73. madde olarak değerlendirilmemelidir. Mali güce göre vergilendirme ilkesi, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan sosyal devlet ilkesinin de doğal bir sonucudur. Anayasa’nın 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece hukuk devleti değil, aynı zamanda, sosyal devlet olduğunu belirlemiştir. Bu ilke, bireyin doğuştan sahip olduğu onurlu bir yaşam sürdürme, maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisinin kullanılmasına Devletin, sosyal adalet gereklerince olanak sağlamak yükümlülüğünü içerir. Sosyal devletin temel amaç ve görevleri, sosyal adaletin, sosyal refahın ve sosyal güvenliğin sağlanmasıdır. Anayasa, malî güce göre vergilendirme ilkesini kabul etmekle, 2. maddesinde genel bir ilke olan sosyal devlet ilkesini vergilendirme alanında, daha somut duruma dönüştürmüştür. Türkiye’nin sosyal bir hukuk devleti olması, verginin mali güce göre alınması ilkesine dayanak oluşturmaktadır (Gürpınar ve Yıldız, 2009: 872).
2.2) Mali Güce Göre Vergileme İlkesi ve Sosyal Devlet
Malî güce göre vergilendirme ilkesi, sosyal devletin, vergi adaleti ile ilgili ilkesidir. Ayrıca, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının maliye politikasının sosyal amacı olduğu vurgulanarak ortaya bir program kural konulmuştur. Bu duruma göre yasa koyucunun, bu ilkelere uygun vergi yasaları gerçekleştirmesi zorunludur. Böylece anayasal ilke niteliği alan kavram, kişi ve kuruluşların ekonomik durumlarına göre vergiye bağlı tutulmalarını anlatmaktadır.
Öncelikle mali gücün ne olduğunu anlamaya çalışalım. Tanımı Anayasa’da bulunmamakla birlikte, genellikle ödeme gücü anlamında kullanılan mali güç (Gürpınar ve Yıldız, 2009: 871), ödeme gücünün kaynağı, dayanağı, nedeni ve varlık koşuludur. Ekonomik değer düzeyini de kapsayan, vergi ödeme gücünü ortaya koyan mali güç sahip olunan değerler toplamıdır. Yasa koyucu, bu olguya göre vergi salar, bu güç oranındaki değişik önlem ve yöntemlerle vergilendirmeyi düzenler, toplanmasını gerçekleştirir.
Ekonomi ve vergi hukuku alanında mali güce ilişkin göstergelerin gelir, sermaye ve harcamalar olduğu kabul edilmektedir. Bundan dolayı mali güç ile ekonomik durum arasındaki bağlantı, verginin konusuna göre, “gerçek gelir”, “servetin gerçek değeri” ve “gerçek harcama” ile kurulmuştur (Anayasa Mahkemesi, 27.09.2006, E: 2002/133, K: 2006/91).
Verginin mali güce göre alınması ilkesiyle vergilendirmede eşitlik ve adaletin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Bu ilkenin uygulanmasıyla, malî gücün bilimsel göstergeleri olarak kabul edilen gelir, sermaye ve harcamalar gözetilerek, vergi yükünün adaletli ve dengeli biçimde dağılımı sağlanır.
2.3) Vergilendirmede Vergi Adaleti
Mali güce göre vergilendirme verginin, yükümlülerin ekonomik ve kişisel durumlarına göre alınması anlamına gelmektedir. Bu anlamda vergilendirme yetkisi kullanılırken yükümlülerin ödeme güçlerinin gözetilmesi zorunludur (Gürpınar ve Yıldız, 2009: 872). Mali güce göre vergilendirme ilkesi, ödeme gücü fazla olanın az olana oranla daha fazla vergi ödemesi gereğini belirtir.
Bu ilke aynı zamanda vergide eşitlik ilkesinin uygulama aracıdır. Vergide eşitlik ilkesi, ödeme gücü aynı olanların aynı vergiyi ödemeleridir. Mali güce göre vergilendirme ve vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ilkesi, yükümlülerin ödeme güçleri gözetilerek farklı vergileme rejimine tabi tutulmalarını zorunlu kılmaktadır. Gelir üzerinden alınan vergilerde artan oranlı vergileme, en az geçim indirimi, ücret gelirlerinin sermaye gelirlerinden farklı vergilendirilmesi, servet vergilerinde lüks kabul edilen servet unsurlarının, temel ihtiyacı karşılayan servet unsurlarından daha yüksek oranda vergilendirilmesi, harcama vergilerinde lüks tüketime konu olan mal ve hizmetler ile zorunlu tüketime konu olan mal ve hizmetlerin farklı oranlarda vergilendirilmesi, çeşitli istisna durumları ve muafiyet uygulamaları, vergi yükünün adalete uygun dağılımı ile mali güce göre vergilendirmenin araçlarıdır.
Bu ilkenin bir diğer yönü ise bireylerin ödeme güçlerini ellerinden alacak şekilde vergilendirme yapılamamasıdır. Bir başka ifadeyle mali güce göre vergilendirme ilkesi sadece bireylerin birbirlerine karşı konumlarını dikkate almamaktadır. Bireyin mali durumunun bizzat kendisi bu ilkenin önemli unsurlarından bir tanesidir. Eğer vergilendirme, bireyin mali durumunu temelden sarsıyor ise mali güce göre vergilendirme ilkesi çiğnenmiş demektir. Bu nedenle mülkiyet hakkını ortadan kaldıracak veya varlığını tehlikeye düşürecek ölçü ve oranda vergi kanunlarının çıkarılması mümkün değildir (Eren, 1974: 792).
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, mali güce göre vergilendirme ilkesinin sadece dar anlamda vergileri kapsamasıdır. 73. maddenin mali güce göre vergilendirmeyi düzenleyen 1. fıkrası yalnızca dar anlamda vergiler için geçerlidir. “Resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler” açısından mali güce göre vergilendirme zorunluluğu söz konusu değildir (Karakoç, 1996: 294).
3. Genellik ve Eşitlik
Vergide genellik ve eşitlik ilkeleri geleneksel vergi adaleti ilkeleridir. Bu ilkeler birbirleriyle ve mali güce göre vergilendirme ilkesiyle yakından ilişkilidir. Vergide genellik ilkesi, cinsiyet, ırk, dil, din, etnik köken yönünden fark gözetilmeksizin herkesin elde ettiği gelir, servet ve harcamalar üzerinden vergi ödemesini amaçlar.
3.1) Vergilendirmede Genellik İlkesi Nedir?
Anayasa’nın 73. maddesinde yer alan “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür” ifadesinde geçen “herkes” kelimesi ile genellik ilkesi vurgulanmaktadır (Gürpınar ve Yıldız, 2009: 875). Bu anlamda genellik ilkesi, herhangi bir ayırım yapılmaksızın mali gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi ödemesini ifade eder (Anayasa Mahkemesi, 23.07.2003, E: 2003/48, K: 2003/76) (Resmi Gazete Tarih / Sayı: 11.09.2004/25580). Bundan dolayı genellik ilkesi vergi politikalarında muafiyet ve istisnalara yer verilmemesini benimser. Ayrıca düz oranlı vergi uygulaması da genellik ilkesinin doğal bir sonucudur.
3.2) Vergilendirmede Eşitlik İlkesi Nedir?
Vergide eşitlik ilkesi ise mali gücü aynı olanlardan aynı oranda vergi alınmasını ifade eder. Vergide eşitlik ilkesi, yükümlülerin vergi ödeme güçleri dikkate alınmak suretiyle vergilendirmenin yapılmasını öngörür.
Vergide eşitlik ilkesi Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin de doğal bir gereğidir. Anayasa Mahkemesi’ne göre hukuk devleti, tüm devlet organlarının eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, yönetilenlere güçlü, etkin ve kapsamlı biçimde hukuksal güvencenin sağlandığı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, hukukun evrensel kurallarına saygı gösterildiği ve adaletli bir hukuk düzeninin gerçekleştirildiği devlettir. Hukuk devletinin öğeleri arasında eşitlik ilkesi de vardır (Anayasa Mahkemesi, 23.07.2003, E: 2003/48, K: 2003/76) (Resmi Gazete Tarih / Sayı: 11.09.2004/25580). Bu eşitlik vergilendirmenin eşitlik ilkesine uygun yapılması zorunluluğunu doğurur.
Vergilemede eşitlik ilkesi aynı zamanda Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik kuralının vergi alanındaki uygulamasıdır. Ancak belirtmek gerekir ki Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen yasa önünde eşitlik ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
Bundan dolayı farklı durumda olanların farklı şekilde vergilendirmeye tabi tutulması, 10. maddeye aykırılık teşkil etmez (Gürpınar ve Yıldız, 2009: 876). Örneğin Anayasa Mahkemesi basit usulde vergilendirilenler ile gerçek usulde vergilendirilenlerin farklı usullere tabi tutulmasını eşitlik ilkesine aykırı görmemiştir. Anayasa Mahkemesi’ne göre iş hacmi ve geliri sınırlı, mali bilgi düzeyleri düşük olmaları nedeniyle basit usulde vergilendirilenlerle, gerçek usulde vergilendirilmiş olanlar ya da vergilendirilecekler aynı hukuksal durumda değildir. Bunlar arasında nitelik yönünden bir ayırım bulunmadığı gibi, vergi sistemine uyum sağlamaları yönünden de durumlarının aynı olduğu söylenemez. Basit usule tabi olanların defter tutma yükümlülüğüne uyum sağlamalarının güçlüğü varsayılırken, herhangi bir şekilde gerçek usule tabi olanların bu uyumu sağlamayacakları öne sürülemez. Anayasa Mahkemesi bir başka kararında şu ifadelere yer vermiştir: “Vergilemede eşitlik ilkesi aynı ya da benzer durumda olmayan kişilerin farklı yöntem ve oranda vergilendirilmesine engel olmadığı gibi farklı nitelikteki gelirlerin farklı vergi sistemine tabi tutulması vergi adaletinin sağlanması yönünden de gereklidir.”
4. Vergilerin Kanuniliği İlkesi
4.1) Vergilerin Kanuniliği İlkesi Nedir?
Vergilerin kanuniliği ilkesi gerek bu yükümlülüklerin muhatabı olan kişiler açısından ve gerekse idare açısından büyük bir öneme sahiptir. Vergilerin kanuniliği ilkesi, demokratik meşruiyet ilkesiyle yakından ilgilidir. Çünkü demokratik bir sistemde vergi koyma yetkisi sadece halkın doğrudan temsilcisi olan meclisin vergi koyma yetkisi bulunmalıdır.
Vergi kurumunun hukuksal yapısının temel koşulu olan kanunilik ilkesi verginin oranının, salınma biçiminin, tarh, tahakkuk ve tahsil usullerinin, yaptırımlarının, zamanaşımının idare ve yükümlüler tarafından bilinmesi anlamına gelmektedir. Yükümlülere güven veren bu ilke, vergi yönteminde de kararlılık sağlamakta, herkesi eşit biçimde kapsamına alan bir yurttaşlık görevinin göstergesini oluşturmaktadır.
Kanunilik ilkesi, sadece keyfi, takdiri ve sınırsız ölçülere dayalı uygulamaları önlemek için değil, aynı zamanda vergi sisteminde adalet, istikrar ve düzenin, vergi yönetiminde de kararlılığın sağlanması amacına yöneliktir. Bundan dolayı Anayasa’nın 73. maddesinde “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir.” hükmü yer almaktadır.
4.2) Kanunla Konulması Zorunluluğu
Bu hükmün ilk yönü vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülüklerin kanunla konulmasıdır. Bundan dolayı bu yükümlülüklerin bir kanun hükmüyle konulması, değiştirilmesi veya kaldırılması zorunludur. Bu kural gereği vergilendirme yetkisi, yasama organına ait olup yürütme organının, yasal dayanağı olmadan bir idarî işlemle vergi koyma, değiştirme ve kaldırma yetkisi yoktur. Burada kastedilen maddi anlamda bir kanun değil, şekli anlamda bir kanundur. Üstelik buradaki kanun, normal usullere tabi kanunlardır. Özel usullere tabi bütçe kanunlarıyla vergi kurumlarının düzenlenmesi mümkün değildir (Anayasa Mahkemesi, 07.10.1998, E: 1998/29, K: 1998/60).
Ayrıca Anayasa’nın 7. maddesi yasama yetkisinin devredilemeyeceğini öngördüğü için yasama organının vergi koyma yetkisini başka bir kuruma devretme gibi bir yetkisi söz konusu değildir. Bunun yanı sıra Anayasa’nın 91. maddesinde “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler KHK ile düzenlenemez” ifadesi yer almaktadır. Vergi konusunu düzenleyen 73. madde ise Anayasa’nın ikinci kısmının “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer almaktadır. Bundan dolayı vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin KHK ile düzenlenmesi mümkün değildir (Gürpınar ve Yıldız, 2009: 868).
Verginin kanuniliği ilkesinin gerçekleşmiş olabilmesi için sadece kanunla konulmuş, değiştirilmiş ya da kaldırılmış olmak yeterli değildir. Bir başka ifadeyle kanunun yalnızca verginin konusunu belirtip diğer hususları düzenlememesi durumunda kanunilik ilkesi gerçekleşmemiş demektir. Çünkü anayasa koyucu her çeşit mali yükümün kanunla konulmasını buyururken, keyfi ve takdiri uygulamaları önlemeyi amaçlamıştır. Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir mali yükümün ilgililere yükletilmesine olur vermesi, bunun kanunla konulmuş sayılabilmesi için yeterli değildir. Mali yükümlülüklerin matrah ve oranları, tarh, tahakkuk ve tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı, yukarı ve aşağı sınırları gibi diğer yönleri kanunla belirlenmez ise keyfi uygulamalara yol açabilmesi mümkündür (Anayasa Mahkemesi, 31/3/1987, E: 1986/20, K: 1987/9) (Resmi Gazete Tarih / Sayı: 28.05.1987/19473). Bundan dolayı mali yükümler kanunla düzenlenirken belli başlı öğeleri de açıklanarak ve çerçeveleri kesin çizgilerle belirtilerek düzenlenmelidir (Gürpınar ve Yıldız, 2009: 868).
Anayasa Mahkemesi bir kararında konuyla ilgili olarak şu yorumu yapmıştır: “Mahkememizin yerleşmiş içtihatlarında da belirtildiği üzere, Anayasa koyucu, her çeşit mali yükümün kanunla konulmasını buyururken keyfi ve takdiri uygulamayı önlemeyi amaçlamıştır. Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir mali yükümün ilgililere yükletilmesine olur vermesi, bunun kanunla konulmuş sayılabilmesi için yeter neden olamaz. Mali yükümlerin matrah ve oranları, tarh ve tahakkuku, tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı, yukarı ve aşağı sınırlar gibi çeşitli yönleri vardır. Bir mali yüküm bu yönleri dolayısıyla yeterince çerçevelenmemişse kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarını hatta temel haklarını etkileyecek keyfi uygulamalara yol açabilmesi mümkündür. Bu nedenle mali yükümlerin temel öğeleri de açıklanarak ve sınırları kesin çizgilerle kanunlarla düzenlenmelidir.”
73. maddenin son fıkrasına göre, vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin, muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde yasanın belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapma yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken birkaç husus söz konusudur. Öncelikle vergi ve mali yükümlülüklere ilişkin yasalarda uygulamaya yönelik kuralların idari düzenleyici metinlere bırakılması yasama organının takdir alanı içindedir. Kanun koyucu bu tür kuralları vergi yasalarında ayrıntılı düzenleyebileceği gibi, çerçevesini belirleyerek idari düzenlemelere de bırakabilir.
İkincisi verginin temel hususlarının (konu, matrah, tarh, tahakkuk gibi) kanunla düzenlenmesi zorunludur. Bu hususların düzenlenmesi idareye bırakılamaz. İdareye bırakılabilecek husus sadece “muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde yasanın belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapma” yetkisidir. Üstelik Bakanlar Kurulu’na yetki verilirken alt ve üst sınırların vergi kanununda belirtilmesi gerekir.
Yürütme organı da bu yetkisini kullanırken tamamen bağımsız değildir. Yürütme organına verilen yetki, vergilendirmenin temel öğelerine ilişkin olmayıp yasayla getirilen düzenlemeyi açıklayıcı ve tamamlayıcı niteliktedir. Bundan dolayı yürütme organı, vergilendirme tekniğine ve ayrıntılara ilişkin konuları düzenlerken vergi yasalarının sınırları içinde kalmak zorundadır.
5. Hukuk Devleti İlkesi, Hukuk Güvenliği İlkesi
5.1) Vergilendirmede Hukuk Güvenliği İlkesi
Hukuk devleti ilkesi ve buna bağlı olarak hukuk güvenliği ilkesi, vergi hukuku açısından bir sınırlama niteliği taşımaktadır. Çünkü vergilendirme, kişilerin başta mülkiyet olmak üzere pek çok temel hak ve özgürlüğünü ilgilendirmektedir. Bundan dolayı vergi konusundaki yasal düzenlemelerin hukuk devleti ilkesine uygun olması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Yönetilenlere, en güçlü, en etkin ve en kapsamlı biçimde hukuksal güvenceyi sağlayan hukuk devleti, tüm devlet organlarının eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayarak insan hakları, temel haklar ve özgürlükler yönünden anayasal ilkeler düzeyine ulaşmış kurallara dayanır.
Hukukun üstünlüğünü, toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı amaçlamayan, Anayasa’nın öncelik ve bağlayıcılığını gözetmeyen, hukukun evrensel kurallarına saygılı olmayan, adaletli bir düzeni gerçekleştirmeyen, kişilere değer vermeyen, çağdaş kurum ve kurallarla uyum sağlamayan devletin hukuk, devleti olduğundan söz edilemez. Yetkilerle güçlendirilen devlet, vergilendirme konusunda gerekli düzenlemeleri gerçekleştirirken de hak ve özgürlükleri özenle koruyacak, devlete kaynak sağlamak amacıyla hukuksal ilkelerin yıpranıp yıkılmasına duyarsız kalmayacaktır. Gelir elde edilmesi amacıyla hukuk devleti niteliklerinden vazgeçilemez.
5.2) Vergilendirmede Hukukilik İlkesi
Vergi düzenlemeleri hemen hemen tüm hak ve özgürlükleri ilgilendirip etkileyen yasama işlemleridir. Devletin, akçalı olanaklarının en önemli kaynağı olmak yönünden vergi, bu hak ve özgürlükleri kullanma ve bunlardan yararlanmayı, tümüyle ya da bir bölümüyle olanaklı ya da olanaksız kılar.
Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklerle ilgili sınırlama nedenlerini belirleyerek kendi içinde sınırlama olanağını tanırken bunun Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun olarak yasayla yapılabileceği koşulunu getirmiş, ayrıca demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacakları ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacaklarını vurgulamıştır.
Hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen düzenlemeler, önleyen uygulamalar, tümüyle geçersiz kılan oluşumlar, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşamaz. Güdülen amaç ne olursa olsun, sınırlamalar, özgürlüğün kullanılmasını tümüyle ortadan kaldıracak düzeyde ve ağırlıkta olamaz. Kamu yararı düşüncesine dayanan ceza yaptırımı bile Anayasa’yla belirlenen ayrık durumlar dışında bir hak ve özgürlükten tümüyle ve sonsuz yoksunluğu gerektiremez. Ancak belirli bir sınırlamayı getirebilir ki, bunun da koşulları Anayasa’nın 13. maddesinde temel nedenler olarak sayılmıştır. Hakkı ortadan kaldırıcı nitelikteki aşırı, ölçüsüz sınırlama, Anayasa’ya aykırı ve geçersizdir. Kamusal gereksinimleri karşılamak için kişi ve kuruluşların mal varlıklarının bir bölümünün devlete geçirilmesi, bu yolla kamuya aktarılması anlamındaki “vergi”nin kimi koşullarla anayasal sınırlar içinde salınıp toplanması zorunluluğu açıktır.
Bu kapsamda yüksek oranlı vergiler yoluyla bir taşınmazın malikinin bu taşınmazın gelirinden yararlanmasının engellenmesi ya da veraset yolu ile mirasçılara geçen mal varlığının tümüne yakın bir bölümünün devlete aktarılması, malik ile taşınmaz arasındaki ilişkiyi kesmeye yönelen ve kamu yararının haklı kılamayacağı kadar yüksek oranlı bir emlâk vergisi uygulanması, bir mesleğin ya da ticari işletme kolunun faaliyetlerini sürdürmesini imkansız kılacak kadar yüksek vergi oranları hem Anayasa’nın 73. maddesi açısından da uygulama alanı bulan hukuk devleti ilkesine, hem de mülkiyet ve miras hakları ile çalışma ve sözleşme özgürlüklerine ters düşebilmektedir.