1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

AİHS Mülkiyet Hakkına Yapılacak Müdahalelerde Hukuk Tarafından Öngörülme Şartı


1) Hukuk Tarafından Öngörülme Şartı

Mülkiyet hakkına yapılacak bir müdahalenin hukuk tarafından öngörülmüş olması gerekmektedir. Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi, herhangi bir kimsenin, ancak kamu yararı sebebiyle ve hukuk tarafından öngörülen koşullara uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabileceğini öngörmektedir.

Her ne kadar hukuk tarafından öngörülme şartı sadece 1. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer almış ise de, bu ilke Sözleşme’nin tamamında demokratik toplumun bir gereği olarak benimsendiği  (Grgiç vd, 2007: 14) için,  bu şart 1. maddenin tamamı için geçerlidir (Carss-Frisk, 2003: 11).

Üstelik Sözleşmeci devletlerin tamamında genel kabul görmüş bir ilke olan hukukun üstünlüğü ilkesi de müdahalenin hukuk tarafından öngörülmüş olmasını gerektirmektedir. AİHM’ye göre hukukun üstünlüğü demokratik toplumun temel prensiplerinden biridir ve bu prensip Sözleşme’nin bütün maddelerinin özünde bulunur. Mahkeme, hukukun üstünlüğü ilkesinin devletin “hukuk tarafından öngörülme” şartına uygun olarak davranmasını gerektirdiği görüşündedir. Bundan dolayı mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde üç kural analizinde yer alan kurallardan hangisi uygulanırsa uygulansın, müdahalenin hukuk tarafından öngörülmüş olması gerekmektedir (Gemalmaz, 2009: 453).

AİHM’nin de sık sık belirttiği gibi eğer hukuk tarafından öngörülme (ya da kısaca hukukilik) şartı yerine getirilmezse, daha ileriye giderek mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararına olup olmadığını ya da bireysel ve kamusal menfaatler arasındaki dengenin bozulup bozulmadığını tespit etmeye gerek yoktur. Kamu yararı ve adil denge testi ancak müdahalenin hukuki olduğu tespit edildikten sonra uygulanabilir.

Bu nedenle Mahkeme, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuk tarafından öngörülmediğini tespit eder ise (böylesi bir durumda otomatik olarak Ek 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlali söz konusu olacağından) daha ileriye giderek müdahalenin kamu yararına olup olmadığını ya da meşru bir amaca matuf olmadığını araştırmamaktadır (Grgiç vd, 2007: 13).[1]

Bunun yanı sıra Sözleşmenin Türkçe tercümelerinde “yasada öngörülen” ifadesi yer almakta ise de bunu hukuk tarafından öngörülme şeklinde olarak algılamak gerekir. Zaten Sözleşmenin İngilizce metninde geçen “provided by law” ifadesi de hukuk tarafından öngörülmeyi ifade etmektedir.

Hemen belirtelim ki burada ifade edilen “hukuk tarafından öngörülme” şartı, müdahalenin mutlaka yasama meclisince çıkarılan bir kanunla düzenlenmesi gerektiği anlamına gelmez (Karşı görüş Dinç, 2007: 207). AİHM’ne göre temel hak ve özgürlüklerin ne gibi normlarla düzenleneceği ulusal makamların takdirindedir. Mülkiyet hakkına yapılacak müdahaleler kanun ile öngörülebileceği gibi tüzük, yönetmelik, meslek kuruluşları tarafından çıkarılan mesleki davranış kuralları (AİHM’nin Barthold/Almanya kararı, Çev: Doğru, 2010/j), hatta yargı içtihatları  (AİHM’nin Carbonara ve Ventura/İtalya kararı, Çev: Özfırat ve Seymenoğlu, 2001) ile bile öngörülebilir.

Örneğin Mahkeme, Carbonara ve Ventura/İtalya davasında İtalyan Temyiz Mahkemesi tarafından kamulaştırma davaları ile ilgili olarak oluşturulan ve idari makamların acil usule göre bir araziye el atmaları ve burada kamu yararına inşaat faaliyetlerinde bulunmaları halinde, daha sonra el atma kararı ister geçerli olsun ister geçerli olmasın, artık arazinin sahibine iade edilemeyeceğini öngören inşai kamulaştırma içtihadını hukuk kavramı kapsamında değerlendirmiştir. Benzer şekilde Mahkeme Barthold/Almanya Davasında Almanya Veterinerler Konseyi tarafından çıkarılan “Mesleki Davranış Kuralları”nı hukuk kavramı içerisinde değerlendirmiştir.

Avrupa Topluluğu mevzuatı da Mahkeme tarafından “hukuk” kavramı içerisinde değerlendirilmiştir (Grgiç vd, 2007: 14). Mahkeme Bosphorus Hava Yolları/İrlanda davasında Avrupa Birliği mevzuatı kapsamında yapılan müdahalenin mülkiyet hakkına aykırı olmadığına karar vermiştir. Bu husus da Mahkemenin Avrupa Birliği mevzuatını da hukuk kavramı içerisinde değerlendirdiğini göstermektedir. Bunun yanı sıra AİHM, uluslararası bir sözleşme gereği Bulgaristan tarafından Türkiye’ye konsolosluk binası yapılmak üzere satılan taşınmazın iade edilmediği gerekçesiyle açılan Petar Aleksandrov ve Gospodinka Aleksandrova kararında genel kabul gören uluslararası hukuk ilkelerini de hukuk kavramı içerisinde değerlendirilmiştir.

Üstelik “hukukun öngördüğü” ifadesindeki hukuk kavramı sadece yazılı hukuku değil, aynı zamanda yazılı olmayan hukuku da kapsamaktadır (AİHM’nin Sunday Times/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/g). Mahkemeye göre yazılı olmayan hukuku, “hukuk tarafından öngörülen” ifadesindeki hukuk kavramı içerisinde düşünmemek, Sözleşme’yi hazırlayanların amaçlarına açıkça aykırı olur. Eğer yazılı olmayan hukuk bu kapsamda değerlendirilmezse “common law”a sahip olan İngiltere açısından bu kuralın uygulanamaması söz konusu olacaktır.

Sözleşmeye taraf devletlerin yargı organları da Sözleşme’de geçen “hukuk” kavramının mutlak anlamda bir kanunu ifade etmediğine karar vermişlerdir. Örneğin Fransız Danıştay’ı Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinde geçen “hukuk” kavramının sadece kanunları değil, tüzük ve yönetmelik gibi diğer hukuk normlarını da kapsadığına karar vermiştir (Ünal, 1994: 49). Aynı şekilde Hollanda Yüksek Mahkemesi ile İsviçre Federal Mahkemesi, hukuk kavramının kanun dışındaki normları da kapsadığına karar vermiştir (Ünal, 1994: 49).

Son olarak şunu belirtelim: Mahkeme sürekli olarak, Sözleşme’de geçen “hukuk” veya “hukukilik” terimlerinin “sadece iç hukuka gönderme yapmakla kalmadığını, aynı zamanda hukukun üstünlüğüne uygunluğu gerektiren bir hukukun kalitesiyle de ilgili olduğunu belirtmiştir. Örneğin Mahkeme, James ve Diğerleri/Birleşik Krallık davasında  (Doğru, 2011/c) şu yorumu yapmıştır: “… tutarlı bir şekilde karara varılmıştır ki Sözleşmede geçen “kanun” veya “kanunilik” terimleri sadece iç hukuku ifade etmemekte ayrıca kanunun nitelik olarak hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşır olması anlamına gelmektedir.”

2) Hukuk Tarafından Öngörülme Şartının Gereklilikleri

Müdahalenin bir hukuk normu tarafından öngörülmüş olması, müdahalenin hukuk tarafından öngörülen şartlarda yapıldığını göstermeye yetmemektedir. Bu hukuk normunun aşağıda sayılan şartları taşıması gerekmektedir.

2.1. Ulaşılabilirlik

Müdahalenin bir hukuk normu tarafından öngörülmüş olması, hukuk tarafından öngörülme şartının yerine getirilmesi bakımından önem taşımaktadır, ancak müdahale öngören hukuk normlarının da belirli özellikler taşıması gerekmektedir. Bunlardan ilki, ulaşılabilirliktir. Bu husus, konu hakkında uygulanacak olan hukuk normunun yeterince ulaşılabilir olmasını, bir başka anlatımla vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmesini ifade etmektedir.

Bu ilkeye göre, bireyler temel hak ve özgürlüklerini sınırlandıran hukuk normları hakkında önceden yeterli bilgiye sahip olmalıdırlar (Ünal, 1994: 50). AİHM, Silver/Birleşik Krallık davasında verdiği kararında, tutuklu ve hükümlüklerin bilgisi dışında olan ve onlara ulaştırılmayan hukuk normlarının, hukuk tarafından öngörülme şartına aykırı olduğuna karar vermiştir (Ünal, 1994: 50).

Fakat bu durumda da karşımıza bir mevzuat normunun, bireyler tarafından bilinebilmesi, bir başka ifadeyle ulaşılabilir olması için nerede yayımlanması gerektiği sorusu çıkacaktır. Bu soruya verilecek ilk cevap resmi gazete ise de AİHM bir mevzuatın ulaşılabilir olması için mutlaka resmi gazetede yayımlanmasını zorunlu görmemektedir.

Bu aleniliğin ne şekilde sağlanacağı tamamen Sözleşme’ye taraf devletlerin takdirindedir. Mülkiyet hakkını ilgilendiren mevzuatın aleniliğinin sağlanması konusunda Sözleşme’de herhangi bir hüküm bulunmadığı için bu aleniliği sağlanma şekli (resmi gazetelerde ya da ilgili kamu otoritesinin bültenlerinde yayınlanma gibi) devletlerin takdir alanında kalmaktadır.

Üstelik Mahkeme mevzuatın aleniliğinin iç hukuka uygun olarak sağlanıp sağlanmadığı konusuyla da ilgilenmemektedir. Mahkeme’nin bu konudaki görevi aleniliğin sağlanması amacıyla kullanılan yöntemin iç hukuka değil, Sözleşme’ye uygun olup olmadığının belirlenmesiyle sınırlıdır (Yaltı, 2006: 67). Mahkeme Spacek S. R. O./Çek Cumhuriyeti davasında vergi ve muhasebe ilkelerini yayınlama tarzının Çek hukukuna uygun olup olmadığı konusunda karar vermenin görev alanına girmediğine karar vermiştir (Yaltı, 2006: 67).

Ulaşılabilirlik konusunda vurgulanması gereken bir diğer nokta da, AİHM’nin gerçek ya da tüzel kişilik olup olmadığına bakılmaksızın, tacir sıfatı taşıyan ya da serbest meslek sahibi olarak profesyonel faaliyette bulunan mükelleflere kendilerini ilgilendiren mevzuatı bizzat ya da danışmanları vasıtasıyla takip etme konusunda daha sıkı bir sorumluluk yüklemesidir (Gümüşkaya, 2010: 134). Mahkeme CBC Union S. R. O. /Çek Cumhuriyeti davasında ticari faaliyette bulunan şirketin, gerektiğinde uzman yardımı alarak, faaliyet gösterdiği sektörü ilgilendiren vergisel gelişmeler hakkında bilgi sahibi olması gerektiğini vurgulamıştır (Gemalmaz, 2009: 461).

Özen yükümlülüğü konusunda temel kriter belirli bir ticaret alanında faaliyet gösteriyor olmaktır. İlgilinin gerçek ya da tüzel kişi olmasının, özen yükümlülüğü açısından bir anlamı bulunmamaktadır. Ticaretler uğraşan gerçek kişiler de tüzel kişiler gibi gerektiğinde uzman yardımı alarak, kendileriyle ilgili mevzuatı takip etmek durumundadır.

2.2. Öngörülebilirlik

İkinci şart müdahaleyi öngören hukuk normunun yeterince açık ve anlaşılabilir (bir başka ifade ile öngörülebilir) olmasıdır. Bir başka anlatımla hukukilik şartının yerine getirilmiş olması için müdahalenin sadece yasadan kaynaklanmış olması yetmemektedir.

Aynı zamanda müdahaleye zemin hazırlayan veya dayanak yapılan mevzuatın açık ve anlaşılabilir olması gerekir. Mahkemeye göre bir hukuk normu, vatandaşa, bu norm karşısında kendi davranışlarını ayarlama fırsatı verecek açıklıkta ve kesinlikte olmalıdır.

Bu açıklık ve kesinlik oluşturulmadığı sürece normun “hukuk normu” olarak değerlendirilmesine ve müdahalenin hukuk tarafından öngörüldüğünün kabulüne imkan yoktur. Vatandaş, davranışının ya da devletin davranışının muhtemel sonuçlarını önceden tahmin edebilecek durumda olmalıdır (AİHM’nin Öztürk/Türkiye kararı).

Bu sonuçların tam bir kesinlikle tahmin edilmesi gerekmemektedir, zaten tecrübeler bunun olamayacağını göstermiştir. Bir başka ifade ile hukuk tarafından öngörülme şartı, kanunların uygulanmasında gerekli olan yorumu dışta bırakacak bir kesinliği gerektirmemektedir (Grgiç vd, 2007: 13). Kanunların büyük bir çoğunluğunun şu ya da bu ölçüde belirsiz olan ve yorumlanması bir uygulama meselesi teşkil eden terimler ile ifade edilmiş olması da sonuçların tam bir kesinlikle bilinmesine engeldir.

Bir başka ifadeyle niteliği ne olursa olsun tüm mevzuat normları, belli bir ölçüde belirsizlik içerirler ve bunların sonuçları ancak idare tarafından uygulandığında tam olarak ortaya çıkar. Ancak bu durum, bir hukuk normunun sonuçlarının ya da vatandaşın davranışlarının karşılığının önceden tahmin edilebilir olması gerekliliğini bertaraf etmemektedir. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin niteliğine, hukukî belgenin içeriğine, kapsadığı alana, hitap ettiği kişilerin sayı ve statülerine göre değişebilen öngörülebilirlik belirli bir dereceye kadar gerekmektedir (Grgiç vd, 2007: 13).[2]

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  Yapı Kayıt Belgesi Devredilebilir mi? Devir İşlemleri Nasıl Yapılır? Devir İçin Gerekli Belgeler Neler?

Öngörülebilirliğin bir diğer şartı, uygulamanın mevzuata uygun olmasıdır. AİHM idari ya da yargısal makamların mevzuata aykırı işlemlerini öngörülebilirlik şartına aykırı bulmaktadır. Dolayısıyla bu şartın yerine getirilebilmiş olması için uygulamanın mevzuata uygun olması gerekir.

AİHM yabancıların Türkiye’de taşınmaz edinmeleriyle ilgili olarak açılan davalarda Türk yargı makamlarının karşılıklılık koşulunu yanlış uyguladığına ve bunun da öngörülebilirlik şartına aykırı olduğuna karar vermiştir. Bu davalarda Mahkeme, şikayet edilen müdahalenin hukukilik ilkesi ile uyumlu olmadığı ve bu nedenle Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine aykırılık olduğu sonucuna varmıştır, çünkü ulusal mahkemelerin 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesine ilişkin yorum ve uygulamaları başvurucular açısından öngörülebilir değildir (Nacaryan ve Deryan/Türkiye kararı).

Mahkeme Fokas/Türkiye davasında şu tespitleri yapmıştır (çev: Şimşek, 2010): “Mahkeme, başvurucuların taşınmazlara ilişkin taleplerinin reddedilmesinde ulusal mahkemelerin karşılıklılığın birincil koşul olduğu konusundaki yorumlarında yanıldıklarını belirtmektedir. Onlar (Türk Mahkemeleri) Türkiye ile Yunanistan arasında gerekli koşulların gerçekleşmediği sonucuna varmışlardır. Bundan dolayı, Polikseni Pistika’nın veraset ilamının taşınmazlar yönünden iptalinde, ulusal mahkemeler yanlış bir şekilde, şikayet konusu karar döneminde uygulanabilir olmayan 2 Kasım 1964 tarihli Bakanlar Kurulu kararına dayanmışlardır, halbuki o karar, veraset belgesinin 1996 yılında iptalinden önce de yürürlükte bulunan 3 Şubat 1988 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile kaldırılmıştır. Böyle olunca, mevcut davanın koşullarında, başvurucular meşru bir şekilde, murisin taşınmazlarını miras yolu ile edinebilmek için gerekli tüm koşulları karşıladıklarına inanabilirlerdi. Onlar (başvurucular), ulusal mahkemelerin karşılıklılık koşulunun gerçekleşmediğini kabul edebileceğini öngöremezlerdi. Buna göre, başvurucular, kardeşleri Polikseni Pistika’dan intikal eden taşınmazların mirasçısı olarak tanınmaları konusunda “meşru bir beklentiye” sahiptiler. Bu nedenle, ulusal mahkemelerin, taşınmazlar açısından başvurucuların mirasçılığını tanımayı reddetmeleri, başvurucuların mülklerinden barışçıl şekilde yararlanmalarına bir müdahale teşkil etmiştir. Yukarıdaki hususlar, Mahkemenin, şikayet edilen müdahalenin yasallık ilkesi ile uyumlu olmadığı ve Ek 1 No’lu Protokol’ün ihlal edildiği sonucuna varması için yeterlidir, çünkü ulusal mahkemelerce yorumlandığı ve uygulandığı şekliyle Tapu Kanunu’nun 35. maddesi başvurucular açısından öngörülebilir değildir.”

Değinilmesi gereken bir diğer husus geçmişe etkili olarak sonuç doğuran mevzuatının öngörülebilirlik şartına aykırılık teşkil edip etmeyeceğidir. Komisyon, bu konudaki ilk dava olan A., B., C. ve D./Birleşik Krallık davasında verdiği 10/03/1981 tarihli kararında geçmişe dönük olarak etki doğudan vergi mevzuatının mülkiyet hakkının ihlali olarak nitelendirilemeyeceğine karar vermiştir (Gümüşkaya, 2010: 135).

Mahkeme’nin bu konudaki içtihadı da Komisyon’un görüşüne paraleldir ve istikrar kazanmıştır. Buna göre öngörülebilirlik zorunluluğu, geçmişe etkili mevzuat çıkarılmasını engellemez ve mevzuatın geçmişe dönük olarak etki doğurması, tek başına mülkiyet hakkının ihlal edildiği anlamına gelmez; çünkü Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi geçmişe etkili vergi mevzuatının çıkarılmasını yasaklamaz (M. A. ve Diğerleri/Finlandiya; Stere ve Diğerleri/Romanya kararları, aktaran Yaltı, 2006: 69 – 70).

2.3. Keyfi Uygulamadan Kaçınma

Mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerin keyfilik unsuru içermemesi, bir başka ifadeyle herkes için eşit şekilde uygulanması gerekmektedir. Daha az tapu harcı ödemek amacı ile tapudaki satış bedeli düşük gösterildiği iddia edilen bir taşınmaz hakkında devlet tarafından kullanılan ön alım hakkının dava konusu edildiği Hentrich/Fransa davasında Mahkeme ön alım hakkının, aynı durumda bulunan pek çok satış işlemi arasında rastgele seçilen birkaç tanesi hakkında uygulanmasının öngörülebilirlik kriterine aykırı olduğuna karar vermiştir. Mahkeme ön alım hakkının keyfi olarak uygulandığına, bunun da öngörülebilirlik ve dolayısıyla hukuk tarafından öngörülme şartına aykırı olduğuna karar vermiştir.

Keyfi uygulamadan kaçınma yükümlülüğünün bir diğer yönü ise yargı makamlarını ilgilendirmektedir. Çünkü hukuk devleti ilkesi, sadece yasama ve yürütme organını değil, yargı organını da kapsamaktadır (Gemalmaz, 2009: 472). Bundan dolayı yargı kurumları da mülkiyet hakkını ilgilendiren hukuki konularda yeknesak davranmak durumundadırlar.

Mahkeme İtalya’da uygulanan inşai kamulaştırma içtihadı dolayısıyla açılan davalarda İtalyan mahkemelerinin aynı konuyla ilgili olarak tutarsız kararlar vermesini hukuk tarafından öngörülme şartına aykırı bulmuştur. Bu davalarda İtalyan Temyiz Mahkemesi tarafından kamulaştırma davaları ile ilgili olarak oluşturulan ve idari makamların acil usule göre bir araziye el atmaları ve burada kamu yararına inşaat faaliyetlerinde bulunmaları halinde, daha sonra el atma kararı ister geçerli olsun ister geçerli olmasın, artık arazinin sahibine iade edilemeyeceğini öngören inşai kamulaştırma içtihadının hukukilik şartının ihlal edip etmediği tartışılmış ve neticede Mahkeme bu şartın yerine getirilmediğine karar vermiştir. Mahkemeye göre inşai kamulaştırmalar konusundaki kararlar öylesine dalgalı bir şekilde gelişmiştir ki, bu durum, içtihadın tutarsız bir şekilde uygulanmasına, bu da önceden görülemeyen ve keyfi sonuçlara yol açmış ve kişileri mülkiyet haklarının etkili korumasından yoksun bırakmıştır. Sonuç olarak bu durum, hukuk tarafından öngörülme şartıyla bağdaşmaz.

2.4. Hukuki Güvenliğin Sağlanmış Olması

Mülkiyet hakkına müdahale öngören hukuk normunun keyfi uygulamalara karşı gerekli güvenlik önlemlerini de öngörmesi gerekmektedir. Bir başka ifade ile mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin hukuk tarafından öngörülmesi yetmemekte, keyfi muamelelere karsı bu sınırın belirleyici karakterlere sahip olması ve uygun yasal güvencelerinin bulunması gerekmektedir (Grgiç vd, 2007: 13).

Mülkiyet hakkına müdahale öngörecek düzenlemelerin keyfi muamelelere karşı gerekli yasal güvenceleri içermesi gerekliliği konusunda verilebilecek en güzel örnek Scollo/İtalya davasıdır. Mahkeme bu davada, devletin dar gelirlilerin barınma problemini çözmek amacıyla kira konusu taşınmazların tahliyesini durdurmasında Ek 1 No’lu Protokol’e herhangi bir aykırılık bulunmadığını belirtmekle beraber, kendisi de dar gelirli olan, aynı zamanda işsiz ve engelli olan kişinin durumunun yetkililer tarafından dikkate alınmamasını mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir. Başvurucunun yetkililere daireye ihtiyaç duyduğunu açıkça ifade ettiğini, yetkililerin buna yanıt olarak hiçbir adım atmadıklarını, taşınmazını geri alamayan başvurucunun başka bir daire satın almak zorunda kaldığını dikkate alan Mahkeme, özel durumları olan kişilerin bu durumlarının dikkate alınmamasını ve düzenlemenin keyfi muamelelere karşı herhangi bir güvence öngörmemesini mülkiyet hakkına aykırı bulmuştur.

2.5. Yetki Kurallarına Uygunluk

Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuk normu tarafından tespit edilen unsurlara uygun olması, müdahalenin uygun ve hukuk tarafından öngörülen bir merciden kaynaklanması ve uygun merciler tarafından uygulanmış olması gerekmektedir.

2.6. Yargı Kararlarının Uygulanması

Hukuk tarafından öngörülme şartının bir gereği de yargı kararlarının idari merciler tarafından yerine getirilmesidir. AİHM yargı kararlarının yerine getirilmesini, hukuk devleti ilkesinin en önemli ilkelerinden biri olarak görmektedir. Mahkemeye göre hukuk devleti ilkesi, devlete yargı kararlarının gereğini yapma yükümlülüğü yüklemektedir (Frsacino/İtalya davası).

Eğer yargı kararları kamu idareleri tarafından yerine getirilmezse hukuk tarafından öngörülme şartı da ihlal edilmiş olacaktır. Üstelik yargı kararlarının yerine getirilmemesinin meşru hiçbir gerekçesi bulunmadığı da kabul edilmektedir (Gemalmaz, 2009: 469).

Özellikle mali kaynak yoksunluğu ve bütçe imkanları, yargı kararlarının uygulanmaması için bir gerekçe oluşturamaz. Mahkeme AMAT-G Ltd. ve Mebaghishvili/Gürcistan davasında verdiği kararında Milli Savunma Bakanlığından olan ve yargı kararıyla kesinleşmiş bulunan alacağın, bütçe imkanları ileri sürülerek ödenmemesini hukuk tarafından öngörülme ilkesine aykırı bulmuştur.

[1] Mahkeme İatridis/Yunanistan davasında verdiği kararında bu konuda şunları ifade etmiştir: “Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin en önemli şartı, bir kamu mercii tarafından mülk dokunulmazlığına yapılacak herhangi bir müdahalenin hukuki olmasıdır: birinci paragrafın ikinci cümlesi mülkten mahrum bırakmaya sadece “kanunun belirlediği koşullara bağlı” olması halinde izin verir ve ikinci paragraf devletlerin “kanunları” uygulayarak mülkiyetin kullanımını kontrol etme hakları bulunduğunu ifade eder. Ayrıca, demokratik toplumun temel ilkelerinden biri olan hukukun üstünlüğü AİHS’nin bütün maddelerinin temelini oluşturmaktadır ve devlete ve kamu merciine, yargının emirlerine ve aleyhine alınmış olan kararlara uyma yükümlülüğünü getirir … Buna göre, toplumun genel çıkarları ve bireyin temel haklarının korunması gerektiği arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı, …ancak söz konusu müdahalenin hukuksallık şartını yerine getirdiği ve keyfi olmadığı belirlendikten sonra geçerli olur.”

[2] Mahkeme Zlinsat, Spol. S.R.O./Bulgaristan davasında (Çeviren: Nilgün Tortop, Aktaran: Dinç, 2007: 258) bu konuda şu yorumu yapmıştır:“Hukuka uygunluk gereğine gelince; özellikle kullanılan içeriği belirsiz sözcükler üzerine temellendirilmiş müdahale açısından söz konusu yasa kuralları; yetkili savcıların bir suç işlendiğini düşündüklerinde, -bağımsız bir denetim olmaksızın- hangi önlemleri alacaklarını ve hangi koşullar altında dava açmayı tercih edeceklerini önceden görmeyi hemen hemen olanaksız duruma getirmiştir. Bazı yasalar kaçınılmaz biçimde, sözcüklerin anlattığından daha dar ya da geniş anlamlıdır. Sözcüklerdeki belirsizliklerin, kimi zaman yorum ve uygulamada hukuksal sorunlar oluşturduğu da bilinmektedir. Bu nedenlerle, yargısal incelemeden geçme olasılığı bulunmayan savcılık kararlarından dolayı, söz konusu yasa kurallarının kesin anlamının açıklandığı ve yorumlandığı içtihat kararlarından söz edilememektedir. Sonuç olarak, savcılığın sıklıkla uyguladığı bu geniş kapsamlı kurallar; bazı olaylarda gerçek ve tüzel kişiler hakkında ciddi ve amacını aşan sonuçlara yol açacak değerlendirmelere kaynak oluşturmaktadır. Savcılığın görev alanındaki yetkilerini çevreleyen belirsizlik ve anlaşılmazlığın sonucu olarak, söz edilen değerlendirmeye ve bağımsız bir kurumun yapacağı incelemeye ilişkin temel yöntem kuralları gibi, yeterli korumadan yoksunluk nedenlerinin bir araya geldiği zaten yerel Mahkeme tarafından bulgulanmıştır. Bu saptamanın öncülüğünde Mahkeme, demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğü kuralına göre, hak sahibi olan gerçek ve tüzel kişilerin en alt düzeydeki yasal korumadan bile yoksun bırakıldıklarına karar vermiştir.”