1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

AİHS Kapsamında Mülkiyet Hakkına Müdahale ve Sınırlandırma


Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyet hakkının çeşitli sebeplerle sınırlandırılmasını öngörmektedir. Olağan dönemlerde mülkiyet hakkının sınırlandırma amaçları ve şartları, bu madde hükümlerine tabidir. Ayrıca Sözleşmenin 15. maddesi, tüm hakların olduğu gibi mülkiyet hakkının da olağanüstü dönemlerde, madde metninde belirtilen şartlarda sınırlandırılmasına cevaz vermektedir. Mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına geçmeden önce bir noktayı vurgulayalım: Mülkiyet hakkına bir müdahale bulunduğunu ispatlamak başvurucuya düşen bir görevdir (Grgiç vd, 2007: 2).

Sınırlandırma Sebepleri

Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi, üç temel sınırlama sebebi düzenlemiştir: Bunları kamu yararı, vergi ve benzeri katkılar ile para cezalarının ödenmesi ve mülkiyet hakkının toplum yararına kullanılmasının sağlanması olarak sıralayabiliriz.

a) Kamu Yararı

Bu konu ile ilgili olarak şu makalemize göz atabilirsiniz: AİHM İçtihatlarına Göre Mülkiyet Hakkının Sınırlandırma Nedeni Olarak Kamu Yararı

b) Vergi ve Benzeri Katkılar ile Para Cezalarının Ödenmesinin Sağlanması

Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ikinci fıkrası devletlere vergilerin ve başka katkıların ödenmesini sağlamak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale etme imkanı tanımaktadır. Bu kapsamda hem vergi ve benzeri yükümlülüklerin konulması, hem de bunların tahsili için gerekli tedbirlerin alınması mümkündür. Bu fıkrada “vergi ve benzeri katkılar” olarak ifade edilen değerlere başta vergiler olmak üzere resim ve harçlar, para cezaları gibi unsurlar girmektedir. Ayrıca mesleki veya sosyal sandıklar için yapılan zorunlu kesintiler de vergi toplama konusunda devlete tanınan yetki kapsamında değerlendirilmektedir.

Vergi konusu, bir devletin varlığını sürdürebilmesi ve kamu hizmetlerinin devamının sağlanabilmesi için hayati önem taşıdığı ve her devletin siyasi, ekonomik ve sosyal politikaları ile yakından ilgili olduğu için AİHM, bireylere yüklenecek vergilerin türü ve miktarı konusunda, devletlere geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır (Carss-Frisk, 2003: 37).

Sözleşme’ye taraf devletlerce ülkenin ekonomik durumuna göre ekonomi politikasının iyileştirilmesi, mali düzenin sağlam temellere oturtulması amacıyla vergisel konularda yapılan düzenlemeler AİHM tarafından “kamu yararına uygun ve demokratik yapının bir gereği” olarak değerlendirilmiştir (Etgü, 2009: 187).

Ancak vergi gibi önlemlerin sadece mali amaçlarla değil; suçla savaşım, toplumsal gereklilikler, uyuşturucu kullanımını geriletmek, halk sağlığını korumak, kamu güvenliğini sağlamak, kumarı önlemek gibi toplumsal amaçlarla da yapılabileceği gözden kaçırılmamalıdır. AİHM 13.01.2004 tarihli Oron-Breclav, S. R. O./Çek Cumhuriyeti kararında oyun makineleri için söz konusu olan işletim ruhsatı harcının toplumsal güvenliği sağlamak ve kumarı önlemek amacıyla artırılmasını mülkiyet hakkına aykırı bulmamıştır (Etgü, 2009: 188). Mahkemeye göre böyle bir yasanın getirilmesindeki amacın sorgulanmasında, davalı devletin izlediği ekonomik politikalarla birlikte, toplumsal güvenlik yönündeki beklentilerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

c) Mülkiyetin Toplum Yararına Kullanımının Sağlanması

Hiç şüphesiz ki devletler, mülkiyetin kamu yararına kullanılmasını sağlamak üzere bireysel mülkiyette bulunan taşınmazlar hakkında çeşitli tedbirler almak durumunda kalmaktadırlar. Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi, devletlere mülkiyetin kamu yararına kullanılmasını sağlamak üzere çeşitli tedbirler alma hakkı tanımaktadır. AİHM 1. maddenin 2. paragrafının, devletlerin genel çıkarlar doğrultusunda mülkün kontrolü için gerekli gördükleri kanunları çıkarma haklarını saklı tuttuğunu, bu tür kanunlara özellikle modern toplumlarımızda sıkça rastlandığına vurgu yapmaktadır. Örneğin imar planlarında resmi ya da umumi hizmet alanı için ayrılmış taşınmazlar kamulaştırılıncaya kadar bu taşınmazlar üzerinde inşaat yasakları uygulanması, ülkeye kaçak olarak sokulan mallara el konulması, suçta kullanılan malların müsadere edilmesi gibi uygulamalar mülkiyetin kamu yararına kullanımını sağlama amacı kapsamında kalmaktadır.

Mülkiyet Hakkına Müdahale ve Sınırlandırma Şekilleri

AİHS Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyet hakkının çeşitli sebeplerle sınırlandırılmasını öngörmektedir. Olağan dönemlerde mülkiyet hakkının sınırlandırma amaçları ve şartları, bu madde hükümlerine tabidir. Ayrıca Sözleşmenin 15. maddesi, tüm hakların olduğu gibi mülkiyet hakkının da olağanüstü dönemlerde, madde metninde belirtilen şartlarda sınırlandırılmasına cevaz vermektedir. Mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına geçmeden önce bir noktayı vurgulayalım: Mülkiyet hakkına bir müdahale bulunduğunu ispatlamak başvurucuya düşen bir görevdir (Grgiç vd, 2007: 2).

AİHM mülkiyet hakkına yapılan müdahaleleri değerlendirilirken “üç kural analizi” olarak tabir edilen bir analiz metodu kullanmaktadır. İlk kez Sporrong-Lönnroth/İsveç davasında (Doğru, 2011/a) ana hatları ile ortaya konulan bu analiz, mülkiyet hakkını koruma altına alan Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesindeki tasnifle doğrudan bağlantılıdır ve mülkiyet hakkına yapılabilecek müdahaleleri sınıflandırmaktadır.

Mahkeme tarafından yukarıda adı geçen Sporrong ve Lönnroth kararında yapılan analize göre mülkiyet hakkına;  A) mal ve mülk dokunulmazlığı ilkesinin ihlali (birinci kural), B) mal ve mülkten yoksun bırakma (ikinci kural), C) mal ve mülkün kullanımının kontrol edilmesi (üçüncü kural) şeklinde müdahale edilebilmektedir. Mahkeme tarafından yapılan analize göre mülkiyet hakkına yapılabilecek müdahaleler şunlardır:

Her ne kadar mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler bu şekilde bir sınıflandırmaya tabi tutulsa da bu müdahaleleri her zaman için keskin çizgilerle bir birinden ayırmak mümkün olmamaktadır. Özellikle bazı olaylarda bu üç kural iç içe geçmiş durumda bulunabilmektedir. Mahkeme, 21 Şubat 1986 tarihli James ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararında, bu kuralların bağlantısız oldukları anlamına gelebilecek şekilde birbirinden “ayrı” olmadıklarını açıkça vurgulamıştır. Mahkemeye göre ikinci ve üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl bir biçimde yararlanma hakkına müdahalenin özel örnekleri olup, bunlar, birinci kuralda beyan edilen genel prensibin ışığında yorumlanmalıdırlar (AİHM’nin James ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/c). Üstelik bazı durumlar o kadar karışıktır ki müdahalenin, müdahale türlerinden herhangi birine sokulması mümkün olamayabilmektedir. Örneğin Beyeler/İtalya davasında Mahkeme dava ile ilgili verilerin ve hukuki durumun karmaşıklığı nedeniyle davayı belli bir kategoride ele almanın mümkün olmayacağını vurgulamıştır (Carss-Frisk, 2003: 47).

Ancak bu kurallar ya da müdahale türleri arasında çok yakın bir ilişki olması onların uygulanması yönünden aralarında bir sıralama olmadığı anlamına gelmemektedir. AİHM içtihatlarına göre birinci kural genel kural niteliğindedir. Eğer yapılan müdahale ikinci ve üçüncü kuraldan herhangi birinin kapsamına girmiyorsa birinci kural kapsamında değerlendirilmektedir (Sarı, 2010: 56). Bu nedenle Mahkeme, birinci kurala aykırılık bulunup bulunmadığına karar vermeden önce, son iki (ikinci ve üçüncü) kuralın uygulanabilir olup olmadığını incelemek durumundadır (Erkner ve Hofauer/Avusturya kararı).

Ayrıca AİHM’nin bazı davalarda müdahalenin hangi kural kapsamında kaldığı konusunu tespitte isteksiz davrandığını belirtmek gerekir. Mahkeme, davanın çözümlenmesi açısından, devlet tarafından yapılan müdahalenin hangi kural kapsamına girdiğinin tespitinin önemli olmadığı durumlarda yapılan müdahalenin hangi kural kapsamına girdiğini belirlemeyi gereksiz görmektedir. Mahkeme fazla ödenen vergiyi geri alamama nedeniyle açılan S. A. Dangeville/Fransa davasında verdiği kararında bu konuda karar vermeyi gereksiz bulduğunu, çünkü ikinci ve üçüncü kuralların bağlantısız olmak anlamında “ayrı” olmadıklarını, bu kurallarını mülkiyetten barışçıl şekilde yararlanma hakkını düzenleyen birinci kuralın özel örnekleri olduğunu ifade etmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki Mahkeme, bu saptamayı yapmasına karşın konuyu birinci kural kapsamında çözümleyeceğini vurgulamaktan da geri kalmamıştır.

Mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerin bu şekilde sınıflandırılmasının pratikte bir anlamı var mıdır? Bir başka ifadeyle Mahkeme’nin bu şekilde yaptığı sınıflandırma herhangi bir etki doğurmakta mıdır? Bu üç kural arasındaki fark git gide azalsa da üç kural analizinin pratikte önemli sonuçları söz konusudur. Öncelikle devletlere mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da vergilerin ve başka katkıların ödenmesini sağlamak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale etme imkanı tanıyan üçüncü kuralın uygulanmasında Mahkeme’nin devlet tanıdığı takdir hakkı, diğer iki kurala göre daha fazladır. AİHM’nin sıkça vurguladığı üzere maddenin ikinci fıkrası (üçüncü kural), devletleri sorunların varlığı ve müdahalenin gerekliliği konusunda tek yetkili makam haline getirmektedir. Bu nedenle devletlerin bu konudaki takdir hakkı, diğer alanlara nazaran oldukça geniştir. Mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler için kullanılan takdir hakkı doktrini, üçüncü kural kapsamında bir müdahale söz konusu olduğunda “geniş takdir hakkı doktrinine” dönüşmektedir (Yaltı, 2006: 63). İkinci olarak, ikinci kural kapsamına giren müdahaleler, mülkiyetin fiilen ya da resmi olarak kamu idaresine geçtiği anlamı taşıdığı için tazminat gerekliliği, diğer iki kurala nazaran ikinci kuralda daha fazladır.

Fakat hangi kural uygulanırsa uygulansın mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerin Sözleşme’de ve Ek 1 No’lu protokol’ün 1. maddesinde aranan şartları (kamu yararına olma, hukuk tarafından öngörülme, uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olma, orantısallık, ölçülülük ve tazminat) karşılaması gerekir. Örneğin hukuk tarafından öngörülme 1. maddenin metninde yalnızca 1. paragrafın ikinci cümlesinde (ikinci kural) ve ikinci paragrafta (üçünü kural) geçmesine rağmen AİHM birinci kural kapsamına giren müdahaleler açısından da hukuk tarafından öngörülme şartını aramaktadır. Örneğin Iatridis/Yunanistan davasında Mahkeme yapılan müdahaleyi birinci kural kapsamında değerlendirmesine rağmen hukuk tarafından öngörülme kriterine göre inceleme yapmıştır. Aynı şekilde kamu yararına olma kriteri de her üç kural açısından da geçerlidir (Sarı, 2010: 65).

a) Mal ve Mülk Dokunulmazlığı İlkesinin İhlali

1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin 1. paragrafının ilk cümlesi: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır.”

AİHS’ne Ek 1 Nolu Protokolün 1. maddesinin “Her gerçek ve tüzel kişinin mallarının masuniyetine riayet edilmesini isteme hakkı vardır” şeklindeki birinci cümlesinde öngörülen birinci kural, diğer iki kuralın uygulanamadığı durumlarda uygulanabilecek bir tür “joker kural” niteliğindedir (Dutertre, 2005: 451). Birinci kural, ancak ikinci ya da üçüncü kuralın uygulanamadığı durumlarda geçerli olabilmektedir. Bir başka ifade ile birinci kural bireyin mülkiyet hakkına müdahalenin söz konusu olduğu, fakat müdahalenin mülkiyetten yoksunluk veya mülkiyetin kullanımının kontrolünün ortaya çıkmadığı her durumu kapsamaktadır (Grgiç vd, 2007: 12).

Birinci kural tali bir nitelik taşıdığı için Mahkeme, inceleme yaparken ilk önce mülkiyetten yoksun bırakma ve kullanımın kontrol edilmesi durumları olup olmadığına bakmakta, eğer mülkiyet hakkına yapılan müdahale mülkten yoksun bırakma ya da mülkiyetin kullanımının kontrolü anlamına gelmiyorsa (bir başka ifade ile yapılan müdahale ikinci ya da üçüncü kural kapsamında kalmıyorsa) birinci kuralı devreye sokmaktadır.

Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki birinci kural, ikinci ve üçünü kuralın aksine devlete, mülkiyet hakkına müdahale için açık bir yetki vermemektedir. Eğer devlet tarafından yapılan müdahale ikinci ve üçüncü kural kapsamına girmiyorsa mal ve mülk dokunulmazlığı ilkesinin ihlalinden bahsedilmektedir.

Bu müdahale türüne örnek olarak, imar planında resmi ve umumi hizmet alanlarına ayrılmış bulunan taşınmazlar hakkında verilen kamulaştırma izinleri gösterilebilir. Mahkeme, Sporrong ve Lönnroth/İsveç davasında (Doğru, 2011/a) bu tür taşınmazlar hakkında uygulanan kamulaştırma izinlerini birinci kural kapsamında mal ve mülk dokunulmazlığının ihlali olarak nitelendirmiştir.

b) Mal ve Mülkten Yoksun Bırakma

İkinci kural olan bu müdahale türünde kişiler hukuki veya fiili olarak mülklerinden yoksun bırakılmaktadırlar. Bu müdahale türü, Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci fıkrasının “Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” hükmünü ihtiva eden ikinci cümlesi ile öngörülmüştür.

AİHM, mülkiyetten yoksun bırakmayı belirli koşullara tabi tutan ikinci cümledeki bu kuralı, mülkiyetten barışçıl biçimde yararlanma hakkına müdahalenin özel bir kategorisi ve aslında en radikal türü olarak kabul etmektedir (AİHM’nin James ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/c). İkinci cümle, birinci cümlede ifade edilen genel prensibi tamamlamakta ve sınırlandırmaktadır.

Burada “yoksun bırakma” ifadesiyle kastedilen, malikin mülkü üzerindeki haklarından kalıcı olarak mahrum bırakılmasıdır. Geçici el koymalar mülkiyetten yoksun bırakma anlamına gelmemektedir (AİHM’nin Handyside/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/f). Örneğin suç şüphesi ile gözaltına alınan kişinin suç ile doğrudan ilgili eşyalarının zapt altına alınması mülkten yoksun bırakma niteliğinde değildir. Bu nedenle geçici el koymalar, mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenleyen ikinci kuralın değil, mülkiyetin kullanılmasının kontrolünü düzenleyen üçüncü kuralın kapsamına girmektedir.

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  Bedelsiz Terk Edilen Yerler Eski Malikine Döner Mi?

Burada “mülkiyetten yoksun bırakmak” (ikinci kural) ile “mülkün kullanımının kontrol edilmesi” (üçüncü kural) arasındaki ince çizgi de kendini göstermektedir. Eğer mülke, mülkiyetin kontrolü amacı ile geçici olarak el konulmuş (zapt gibi) ise Raimondo/İtalya davasında (1994) olduğu gibi, üçüncü kural geçerli olacaktır. Buna karşılık mülkiyete el koyma kalıcı ise, bir başka anlatımla mülkiyet kesin olarak fiili ya da resmi şekilde devlete geçmiş ise (kamulaştırmasız el koyma ya da kamulaştırma gibi) ikinci kural kapsamında mülkten yoksun bırakma söz konusu olacaktır.

De facto olarak yapılan (mülkiyetin resmi olarak kamuya geçirilmediği) müdahalelerin Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin 1. paragrafının 1. cümlesi kapsamında “mülkiyet hakkına müdahale” mi yoksa aynı paragrafın 2. cümlesi kapsamında “mülkten yoksun bırakma” mı olduğunu kestirebilmek her zaman mümkün olmamaktadır.

AİHM tarafından ikinci kural kapsamında mal ve mülkten yoksun bırakma olarak kabul edilen müdahalelere; kamulaştırma, kamulaştırmasız el atma, kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi, bazı ülkelerde uygulanan ve taşınmaz satışlarında tapuda satış bedelin rayiç değerin altında gösterilmesi durumunda vergi idaresine tanınan ön alım hakkı, kamu kurumlarına zorunlu devir, kanunlar gereği devlete mal intikali, müsadere örnek olarak gösterilebilir.

c) Mal ve Mülkün Kullanımının Kontrol Edilmesi

1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin 2. paragrafı: “Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

Yapılan müdahale mülkiyetin kamu yararına kullanımı ya da vergi ve benzeri diğer alacakların ödenmesini sağlamak amacını taşıyorsa üçüncü kural kapsamında kalmaktadır (Grgiç vd, 2007: 12). Çünkü Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ikinci fıkrası devletlere mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da vergilerin ve başka katkıların ödenmesini sağlamak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale etme imkanı tanımaktadır.

Egemenlik hakları bakımından kamu gücünün ayrıcalıklı konumunu belirtmek amacıyla konulan (Dinç, 2007: 123) bu kural kapsamında hem mülkiyetin kullanımının kontrolü, hem vergi ve benzeri yükümlülüklerin konulması, hem de bunların tahsili için gerekli tedbirlerin alınması mümkündür (Etgü, 2009: 187).

Bu müdahale türü bireylerin sahip olduğu mülkiyetin, bu mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek için devlet tarafından kısıtlanması veya bu mülkiyete el konulması yahut vergiler, para cezaları ve benzeri diğer alacakların tahsilini sağlamak üzere çeşitli tedbirler alınması şeklinde gerçekleşmektedir.

Bu tedbirler, mülkün kullanımın belli şartlara bağlanması şeklinde olabileceği gibi (müsadere işleminde olduğu üzere) mülkiyetin tamamen kamu idaresine geçmesi şeklinde de olabilmektedir. Her ne kadar mülkiyetin kamuya geçtiği hallerin Mahkeme tarafından mülkiyetin kontrolü olarak nitelendirilmesi bazı yazarlarca  (Gemalmaz, 2009: 21) “tutarsız” olarak nitelendirilmişse de Mahkeme’nin mülkiyetin kamu idaresine geçmesine neden olan her durumu ikinci kural kapsamında görmediği dikkate alındığında Mahkeme’nin bu konudaki yaklaşımın oldukça tutarlı olduğu görülmektedir. Mahkeme mülkiyetin kamu idaresine geçmesi sonucunu doğuran müdahaleleri değerlendirirken müdahalenin sadece niteliğini değil, amacını da dikkate almaktadır. Bu kapsamda müdahale mülkiyetin kullanımının kontrolü amacını ya da vergi ve benzeri katkıların tahsilini sağlamak amacını taşıyorsa üçüncü kural, diğer amaçları taşıyorsa ikinci kural uygulanacaktır. Örneğin ülkeye kaçak olarak sokulan malların müsadere edilmesi, mülkiyetin kamu idaresine geçmesine neden olmasına rağmen ikinci kural kapsamına değil, üçüncü kural kapsamına girmektedir.

Bu müdahale türünün iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi mülkiyetin kamu yararının kullanılmasını sağlamak üzere gerekli tedbirler almaktır. Hiç şüphesiz ki devletler, mülkiyetin kamu yararına kullanılmasını sağlamak üzere bireysel mülkiyette bulunan taşınmazlar hakkında çeşitli tedbirler almak durumunda kalmaktadırlar.

AİHM 1. maddenin ikinci paragrafının, devletlerin genel çıkarlar doğrultusunda mülkün kontrolü için gerekli gördükleri kanunları çıkarma haklarını saklı tuttuğuna, bu tür kanunlara özellikle modern toplumlarımızda sıkça rastlandığına vurgu yapmaktadır. İşte, mülkiyetin kamu yararına kullanılmasına sağlamak amacı ile yapılan bu müdahaleler üçüncü kural kapsamına girmektedir.

Ülkeye bazı malların sokulmasının yasaklanması, yasak olan bu malların kaçak olarak sokulmak istenmesi durumunda müsadere edilmesi, suçta kullanılan malların müsadere edilmesi, inşaat yapılmasının bina inşaat ruhsatına ve yapı kullanma iznine tabi kılınması, kiralara uygulanacak artış oranlarının sınırlanması şeklinde ortaya çıkabilen bu müdahale türünde malik devlet tarafından kendisinde yüklenen yapma, yapmama ya da katlanma yükümlülüklerine uygun davranmak zorundadır.

Yapma türü yükümlülüklere inşaat yapımı için ruhsat alınması zorunluluğu örnek verilebilir. Mahkeme Chapman/Birleşik Krallık davasında idareden izin alınmaksızın arazi üzerinde karavan içerisinde yaşamın sürdürülmeyeceğine ilişkin yasaklamanın mülkiyetin kullanımının planlama amacıyla sınırlandığı gerekçesi ile ihlal olarak kabul etmemiştir.

Ayrıca arazi sahiplerine çevreyi koruma amacı doğrultusunda arazilerine ağaç dikme zorunluluğu da yapma yükümlülüğüdür. İmar hukuku kişiye yapmama şeklinde yükümlülükler de yükleyebilir. Örneğin imar planlarında resmi ya da umumi hizmet alanı için ayrılmış taşınmazlar kamulaştırılıncaya kadar bu taşınmazlar üzerinde inşaat yasakları uygulanmaktadır. Katlanma türü yükümlülükler ise malike belirli bir davranışa katlanma yükümlülüğü yükleyebileceği gibi malın tamamen elinden alınmasına katlanma yükümlülüğü yükleyebilir

Bu müdahale türünün ikici yönü ise vergi ve benzeri kamu gelirlerinin tahsilinin sağlanmasıdır. Vergi konusu, bir devletin varlığını sürdürebilmesi ve kamu hizmetlerinin devamının sağlanabilmesi için hayati önem taşıdığı ve her devletin siyasi, ekonomik ve sosyal politikaları ile yakından ilgili olduğu için AİHM, bireylere yüklenecek vergilerin türü ve miktarı konusunda, devletlere geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır (Carss-Frisk, 2003: 4).

Sözleşmenin uygulanmasında ülkenin ekonomik durumuna göre ekonomi politikasının iyileştirilmesi, mali düzenin sağlam temellere oturtulması amacıyla Sözleşmeye taraf devletlerce yapılan yasal düzenlemeler, kamu yararına uygun ve demokratik yapının bir gereği olarak değerlendirilmiştir (Etgü, 2009: 187).

Mülkiyet Hakkına Yapılacak Müdahalelerde Bulunması Gereken Şartlar

Mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin varlığı tespit edildikten sonra yapılması gereken işlem bu müdahalenin Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesindeki şartlara uygun olup olmadığını tespit etmektir. Aşağıda beş başlık altında sayılan müdahale kriterleri AİHM tarafından Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi yorumlanarak geliştirilmiştir.

Bu tespitimize karşılık Grgiç ve diğerleri, mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerde bulunması gereken şartları “kanun tarafından öngörülme, kamu yararını amaçlama, demokratik bir toplumda gerekli olma” olarak üç başlıkta sıralamaktadır. Bkz. Grgiç ve Diğerleri (2007) “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında Mülkiyet Hakkı”, Çeviren: Özgür Heval Çınar ve Abdulcelil Kaya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokollerinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz Kitap, Avrupa Konseyi, İnsan Hakları El Kitapları, No:10, 2007, s: 13

Mahkeme aşağıda açıklanacak olan bu şartlara uygunluk analizini mülkiyet hakkının ihlal edildiği ileri sürülen pek çok davada (örneğin AİHM’nin James ve Diğerleri/Birleşik Krallık kararı, Doğru, 2011/c) uygulamıştır.

Bu şartlara ilaveten her ne kadar bazı yazarlar  (Grgiç vd, 2007: 15) tarafından “demokratik toplumda gereklilik” şartının da gerçekleşmesi gerektiği ifade edilmiş ise de Mahkemenin mülkiyet hakkına ilişkin kararlarında bu yönde bir şarta rastlanmamıştır.

Son olarak şu hususu belirtmek faydalı olacaktır: AİHM tarafından mülkiyet hakkına yapılan bir müdahale bulunduğuna karar verilmesi durumunda mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin aşağıdaki şartları taşıdığını, dolayısıyla haklı olduğunu ispat yükü, müdahalede bulunan devlete aittir.

3.1. Hukuk Tarafından Öngörülme

Bu konuda şu yazımıza bakınız: AİHS Mülkiyet Hakkına Yapılacak Müdahalelerde Hukuk Tarafından Öngörülme Şartı

3.2. Uluslararası Hukukun Genel İlkelerine Uygun Olma

Bu konuda şu yazımıza bakınız: 

Mülkiyet Hakkına Müdahale Açısından Uluslararası Hukukun Genel İlkelerine Uygun Olma Şartı

3.3. Orantısallık

Bu konuda şu yazımıza bakınız: AİHS Kapsamında Mülkiyet Hakkına Yapılan Müdahalelerde Orantısallık Şartı

3.4. Ölçülülük

Bu konuda şu yazımıza bakınız: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında Ölçülülük İlkesi

AİHS Kapsamında Mülkiyet Hakkının Olağanüstü Dönemlerde Sınırlandırılması

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi savaş veya devletin varlığını tehdit eden genel bir tehlikenin varlığı halinde Sözleşme’ye taraf devletlere, durumun gerektirdiği ölçüde Sözleşme’ye aykırı tedbirler alma hakkı tanımaktadır. Türkiye’de zaman zaman yaptığı bildirimler ile Sözleşmeden sapma beyanında bulunmuştur. 

Madde hükmüne göre savaş ya da milletin varlığını tehdit eden bir genel tehlikenin varlığı halinde devletler durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin olarak Sözleşme’de öngörülen şartlara ve yükümlülüklere aykırı tedbir alma hakkına sahiptirler. Ancak mülkiyet hakkının olağanüstü dönemlerde bu şekilde sınırlandırılabilmesi için aşağıdaki şartların varlığı zorunludur:

a) Savaş ya da ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikenin mevcut olması gerekir. Bu tehlikenin varlığının tespiti, devletin takdir alanı içindedir. AİHM, 26.05.1993 tarihli Brannigan ve Mc Bride/İrlanda kararında ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikenin mevcudiyeti ve bu tehlikenin önlenmesi için alınacak tedbirlerin derecesinin, taraf devletlerin takdir alanı içerisinde bulunduğuna karar vermiştir (Ünal, 1994: 54). Mahkemeye göre, ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikenin mevcudiyeti ve bu tehlikenin önlenmesi için alınacak tedbirlerin kapsamı konusunda ulusal makamlar uluslar arası bir yargıca göre daha iyi bir konumdadırlar, bu nedenle devletlerin bu konuda geniş bir takdir hakkının bulunması doğaldır.

b) Savaş ya da ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikenin bertaraf edilmesi için alınacak tedbirler, ancak durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve özgürlükleri sınırlandırabilir. Her ne kadar devletler alınacak tedbirlerin niteliği ve derecesi konusunda geniş bir takdir hakkına sahip olsalar da alınacak tedbirlerin durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığı AİHM tarafından denetlenmektedir. Mahkeme, devleti bu tedbirleri almaya sevk eden tehlikenin boyutlarını, temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaları dikkate alarak karar vermektedir.

Ancak devletin, bu tehlikeyi bertaraf edebilmek için aldığı tedbirlerin, sorunun çözümü konusunda en uygun tedbir olup olmadığı Mahkemenin denetimi dışındadır. Mahkeme, alınan tedbirlerin durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığını denetlemekle birlikte, sorunun çözümü konusunda en uygun tedbir olup olmadığı ya da devletin Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerini daha iyi bir şekilde yerine getirebilecek başka tedbirler arayıp aramadığı ile ilgilenmemektedir (Brannigan ve Mc Bride/İrlanda kararı, aktaran, Ünal, 1994: 55)

c) Bu kapsamda alınacak tedbirler Sözleşmeci devletlerin uluslararası hukuktan doğan diğer yükümlülüklerine aykırı olmamalıdır.

d) Sözleşmeye taraf devletlerin, bu tehlikeyi bertaraf edebilmek için aldığı tedbirler; meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında, yaşam hakkına (madde 2), işkence yasağına (madde 3), cezaların yasallığı ilkesine (madde 7) ve kölelik yasağına (4. maddenin 1. fıkrası) aykırı olamaz.

e) Sözleşmeden sapma bildirimin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirilmesi gerekir. 15. maddenin 3. fıkrasına göre bu maddeye göre aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler ile sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı tarihi Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bildirir.

Sınırlamaların Amacı Dışında Kullanılamaması

Sözleşme’nin 18. maddesine göre bu Sözleşme’nin hükümleri gereğince, sözü edilen hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için uygulanabilir.