1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

İslam Hukukunda Miras Hakkı, Miras Kurumları, Vasiyet, Kanuni Mirasçılık


İslam Hukukunda Miras Hakkı

İslam hukuku, mülkiyet hakkını tanıdığı gibi miras hakkını da tanımıştır. Üstelik İslam hukuku, sadece miras bırakma hakkını değil, miras elde etme hakkını da düzenlemiştir. Hatta saklı pay esası benimsenerek mirasçıların miras hakkının miras bırakan tarafından bile engellenmesi sağlanmıştır.

Bunun yanı sıra İslam miras hukuku, Nisa Suresi’nin 19. ayetinde erkeklerin (kocaların) eşlerine (karılarına) kalan miras hisselerini zorla ele geçirmelerini yasaklayarak kadınların miras haklarını ayrıca korumuştur. Kur’an-ı Kerim’de İslam miras hukuku ile ilgili önemli hükümler bulunmaktadır.

Örneğin Nisa Suresi’nde şu ayetler yer almaktadır:

  1. Ayet: Ana, baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.
  2. Ayet: Allah size, çocuklarınız (ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
  3. Ayet: Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa ona altıda bir düşer.[1]Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin[1]yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah hakkıyla bilendir, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
  4. Ayet: İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır.
  5. Ayet: Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve onun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.
  6. Ayet: Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir. Açık bir hayasızlık yapmış olmaları dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.[1]
  7. Ayet: (Erkek ve kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından (pay alan) varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı (ahitleştiğiniz)[1] kimselere de kendi hisselerini verin. Şüphesiz Allah her şeye şahittir.
  8. 127. Ayet: Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.” Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.
  9. Ayet: Senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah size “kelâle” (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızlı iseler o zaman, (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır. Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

Maide Suresi’nin 106. ayetinde ise şu hüküm yer almaktadır: “Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut; seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına, “Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz” diye yemin ederler.”

Bakara Suresi’nin 181, 182 ve 183. ayetleri de mirasla ilgilidir: “180. Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.

181. Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

182. Vasiyet edenin hataya meyletmesinden ve günaha girmesinden korkan bir kimse, (tarafların) aralarını düzeltirse ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Kur’an-ı Kerim’in getirdiği miras sistemi (ki bu sisteme feraiz denir), İslamiyet öncesi Arap toplumunda yerleşik olan ve miras hakkı konusunda erkeklere öncelik tanıyan sistemden oldukça farklıdır. İslam öncesi toplumda yalnızca erkekler mirasçı olabilmelerine karşın İslam hukuku kadınların da mirasçı olabileceğini kabul etmiştir.  Nisa Suresi’nin 6. ayeti, bırakılan miras az olsun çok olsun, kadınların da erkeler gibi miras hakkı olduğunu hüküm altına almıştır.

İslam miras hukuku, kadına, erkeğe verilen miras hissesinin yarısı kadar hisse verilmesini öngörmüştür. Nisa Suresi’nin 10. ayetine göre erkek çocuk kız çocuğa göre iki kat fazla pay alır. (Kızlar birden fazla ise erkek mirasın üçte birini alır, kızlar ise üçte ikiyi eşit olarak paylaşırlar.)

Bu durum pek çok yazar tarafından eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir. Fakat bu görüşe karşı çıkan pek çok yazar da bulunmaktadır. Örneğin Berki, bu sistemin eşitsiz olduğunu kabul etmekle beraber adaletsiz olmadığını vurgulamaktadır.

Berki’ye göre “Cenabı Hakkın bu taksimi eşitsiz, fakat âdildir. Zira erkek evlât evlenip karısının ve çocuklarının infak ve iaşesini yüklenecektir. Bu külfet evli erkeğe Kur’anı Kerim’le verilmiştir; bugünkü medenî kanunların hepsinde benimsenmiş bulunmaktadır. Kız çocuğu ise evlenince iaşe ve ibatesi kocası tarafından tedarik olunur. Bu itibarla erkeğin iktisadî ve malî bakımdan desteklenmesi gereğini Cenabı Hak takdir buyurmuş, sosyal adalete uygunluğu hasebiyle eşitsizliği kabul etmiştir. Bu mülâhazaya kimse evlenmeye mecbur değildir gibi itirazlarla muhalefet etmek mantıkı okşayıcı bir itiraz olmaz. Çünkü evlenmek asıldır, normal ve tabii haldir. Evlenmemek ise gayritabii ve istisnaîdir. Kanunlar ise umumiyet için yapılır. Evlenme olmasa idi, Dünya ve vatan bir gün bomboş kalır; yahut gayrimeşru zina mahsulü çocuklar ve insanlarla dolardı” (Berki, 1981: 110).

Aynı şekilde Tuncay (1984: 57) da kadının mali yükümlülükleri olmamasını dikkate alarak eşitlik ilkesinin zedelendiği yolundaki iddianın oldukça zayıf olduğunu vurgulamaktadır. Bu anlamda mirasçı olabilme bakımından kadın ile erkek arasında bir eşitsizlik söz konusu değildir (Berki, 1981: 110). Kur’an-ı Kerim, kadınların miras haklarını korumak amacıyla karı, kız çocuk, kız kardeş, anne gibi kadın mirasçıların paylarını sabit küsuratlı paylar olarak açıkça belirlemiştir (Coulson, 1997: 279).

İslam miras hukuku, kadına da miras hakkı tanıması dolayısıyla İslamiyet öncesi toplumdaki geleneksel erkek mirasçıların miras paylarını önemli ölçüde azaltmıştır. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de bazı erkek akrabaların miras hakkı ile ilgili bilgilerin yer almaması, geleneksel Arap hukukuna göre mirasçı olan bu kişilerin İslam hukukuna göre mirasçılık durumu konusunda belirsizliğe yol açmıştır. Bunun yanı sıra eş, kız çocuk, anne, kız kardeş gibi kadın hısımlara miras hakkı tanınması da Arap uygulamasına göre mirasçı sayılan kişilerin miras hakkının İslamiyetten sonra önemli ölçüde azalmasını sonucunu doğurmuştur (Coulson, 1997: 279).

Bu durumda miras konusunda örfi hukuk, şer’i hukuk ikiliği ortaya çıkmış, bu ikilik İslam hukukunun ilkelerinin örfi hukuk kurallarına göre yorumlanması yoluyla giderilmeye çalışılmıştır.

Bu anlamda Kur’an-ı Kerim’de yer alan mirasla ilgili hükümler örfi miras kurallarına göre yorumlanmıştır. Örneğin Kur’an-ı Kerim’in erkek kardeşin, ölenin çocuğu ile birlikte mirasçı olamayacağına ilişkin kuralı, örfi hukuk etkisi ile yalnızca erkek çocukla sınırlı olarak uygulanmıştır. Buna göre ölen kişinin kardeşi ve erkek çocuğu var ise erkek çocuk kardeşi mirastan dışlar. Buna karşılık ölen kişinin kardeşi ve kız çocuğu var ise kız çocuk erkek kardeşi mirastan dışlayamaz (Coulson, 1997: 279).  Bu yorum sistemine göre Kur’an-ı Kerim’de sayılan mirasçıların miras payları yine Kur’an-ı Kerim’de belirtilen paylarla sınırlı tutulmuş, kalan paylar örfi hukuka göre paylaştırılmıştır.

İslam Hukukunda Miras Kurumları

İslam miras hukuku, miras kurumları olarak hem vasiyeti, hem de kanuni mirasçılığı kabul etmiştir. Buna karşılık miras sözleşmesi kurumu İslam hukukunda uygulanmamıştır. Aslında ne Kur’an-ı Kerim’de, ne de hadislerde miras sözleşmesini yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır (Berki, 1981: 119). Aksine, miras sözleşmesiyle murisin terekesinden hisse alınabilir.

Ancak miras sözleşmesi yapılan kişi terekenin hakları kadar borçlarından da sorumlu olduğu için bu sorumluluk dolayısıyla özellikle terekenin borçlarının fazla olduğu durumlarda ya eline hiç bir şey geçmez veya murisin arzusu hilâfına pek az bir meblâğ geçer. Bu nedenle miras sözleşmesine İslam hukuku uygulamasında pek rastlanılmamıştır.

İslam Hukukunda Vasiyet

İslam hukukunda “bir kişinin, ölümünden sonra tahakkuk etmek ve teberru olmak üzere, bir şeyi bir başkasına mülk olarak vermesi” olarak tanımlanan (Kahraman, 2000: 1) vasiyet İslam miras hukukunun en önemli kurumlarından biridir. Vasiyet yapana “musi”, bırakılan mala “musa bih”, mal bırakılan kişiye “musa leh” denir.

Vasiyet kurumu hem Kur’an-ı Kerim’de, hem de hadislerde yer almaktadır. Örneğin Bakara Suresi’nin 2. ayetinde “Sizden birinize ölüm yaklaştığı zaman, eğer mal bırakıyorsa, ana-babaya ve yakınlarına münâsip bir şekilde vasiyyette bulunması farz kılındı” ayeti yer almaktadır. Hz. Muhammed de “Vasiyyet etmek istediği bir şeyi olup da bu isteği yanında yazılı olmadan iki gece geçirmesi, müslümanın harcı değildir” buyurmuştur.  Ölüm tehlikesi yaklaştığı zaman vasiyet yapılmak istenirse, Maide Suresi’nin 106. ayeti gereği, vasiyet etmek isteyen kişinin iki müslüman şahit bulundurması gerekir. Eğer kişi seyrüseferde ise şahitlerin müslüman olma zorunluluğu yoktur.

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  153 sayılı Milli Emlak Genel Tebliği (İmar Planı Kapsamına Alınan Meraların Hazine Adına Tescili)

İslam Hukukunda Kanuni Mirasçılık

İslam miras hukukunda vasiyet kurumunun yanı sıra kanuni mirasçılık da kabul edilmiş, hatta Kur’an-ı Kerim’de bazı mirasçıların alacakları pay açıkça belirtilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de uygulamada en çok geçen mirasçıların (alt soy, üst soy, eş, erkek ve kız kardeş ve bunların alt soyu) mirasçılığı ve payları belirtilmiş, bunun dışındaki mirasçıların ve bunların paylarının tespiti sünnet, icma ve içtihada (hukukçulara) bırakılmıştır (Berki, 1953: 3). Ancak bu durum, geleneksel Arap miras hukuku ile İslam miras hukukunun çatışmasını da beraberinde getirmiştir (Coulson, 1997: 279).

İslam hukuku, son mirasçı olarak devletin mirasçılığını benimsemiştir. Buna göre mirasçısı olmayan kişinin bıraktığı mallar Hazine’ye (Beytülmal’e) kalır.

İslam hukukuna göre kanuni miras hükümleri vasiyetten sonra gelir. Buna göre öncelikle vasiyet hükümleri icra edilir, kanuni miras ise ancak vasiyet yerine getirildikten sonra uygulanır (Kahraman, 2000: 1). Zaten mirasla ilgili hükümlerin yer aldığı Nisa Suresi’nin pek çok ayetinde kanuni mirasçıların hisselerinin, ancak vasiyet yerine getirildikten ve terekenin borçları ödendikten sonra verileceği belirtilmiştir. Örneğin bu Sure’nin 10. ayetinde “Bu hükümler yapılmış olan vasiyetin tenfizden borçların ödenmesinden sonra tatbik olunur.” denilerek vasiyetin önceliği vurgulanmıştır.

Vasiyet kurumunun bu önceliğine karşılık kanuni mirasçıların da hakkı korunmuştur. Öncelikle İslam fakihlerinin çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre kanuni mirasçılara vasiyet yapılamaz. Buna göre kanuni mirasçılara vasiyet mümkün değilken, bunun dışındaki yakınlara vasiyet mümkündür (Kahraman, 2000: 2).

Kanuni mirasçılara vasiyetin engellenmesindeki amaç kanuni mirasçılar arasında adaletsizliğe yol açmamaktır (Berki, 1981: 116). Bu düşünceye göre, miras bırakan çocuklarından veya eşlerinden birine kanunî pay sahibi oldukları halde mallarının bir kısmını veya tamamını vasiyet etse, lehine vasiyet yapmamış olduğu çocuk veya eşleri aleyhine bir durum ortaya çıkarmış olur. Bundan dolayı kanuni mirasçılara vasiyet yapılamaz (Berki, 1981: 116).

Ayrıca saklı pay kurumu benimsenerek miras bırakanın, tüm mal varlığını vasiyet etmesi engellenmiştir. Buna göre mirasçıların payları çeşitli olsa bile tasarruf nisabı daima üçte birdir (Berki, 1981:112), bundan dolayı terekenin üçte birinden fazlasının vasiyet edilmesi mümkün değildir  (Kahraman, 2000: 5). İslam miras hukukuna göre miras bırakan terekenin üçte birinden fazlası üzerinde vasiyette bulunamaz, aksi halde vasiyeti mahkeme kararı ile tenkis edilir (Berki, 1953: 4).

İslam Hukukuna Göre Mirasçı Olabilecekler

İslam hukukuna göre miras hakkının çeşitli kaynakları, yani sebepleri söz konusudur. Bunların başında da nikah gelir. Buna göre sahih nikah akdi ile evlenen eşler (ikisi de müslüman olmak şartıyla) birbirine mirasçı olur.

İkinci kaynak nesep yani akrabalıktır. Aralarında kan ya da kayın hısımlığı bulunan kişiler (müslüman olmak şartıyla) birbirine mirasçı olma hakkına sahiptirler. Bu anlamda müslüman akrabalar birbirlerine mirasçı olabilirler.

Müslüman kişinin müslümana mirasçı olması bakımından İslam ülkesinde ya da dışında ikamet ediyor olması önemli değildir. Çünkü hangi ülkede bulunursa bulunsun, hangi hükümdara bağlı olursa olsun, hangi ırka mensup olursa olsun bütün müslümanlar için hukuk tektir (Nallina,1954: 546). Bundan dolayı dar’ül harpte ikamet eden bir müslüman dar’ül islamda ikamet eden bir müslümana mirasçı olabilir (Kaya, 1998: 340). Çünkü müslümanların başka devletlerde ikamet etmeleri, onların birbirlerine mirasçı olmalarına engel teşkil etmez.

Üçüncü kaynak veladır. Efendi, azat ettiği kölesine mirasçı olabilir, ancak bunun tam tersi söz konusu değildir. Son kaynak ise devlettir. İslam hukukuna göre mirasçı bırakmadan vefat eden kişiye devlet mirasçı olur.

İslam Hukukuna Göre Mirasçı Olamayacaklar

İslam hukuku bazı kişilerin mirasçı olamayacağını kabul etmiştir. Örneğin köleler ve miras bırakanı öldüren katil/katiller mirasçı olamaz. Ayrıca gayrimüslim müslümana, müslüman da gayrimüslime mirasçı olamaz (Schacht, 1986: 175).

Zimmî olarak adlandırılan gayrimüslimler ancak kendi aralarında mirasçı olabilirler. Örneğin zimmî bir kadınla evli olan müslüman ne karısına miras bırakabilir ne de ona mirasçı olabilir. Böyle bir durumda herkes kendi dinlerinden gelen kişilere miras bırakırlar. Eğer kendi dininden kimse yok ise miras zimmîye değil, devlete kalır (Bozkurt, 1987: 133).

Zimmî bir kadınla evli olan müslümanın çocukları var ise bu çocuk İslam hukuku bakımından müslüman sayıldığı için babasına mirasçı olabilmesine rağmen annesine mirasçı olamaz (Bozkurt, 1987: 133). Buna karşılık Şiiler müslümanın zimmiye mirasçı olabileceğini, fakat zimmilerin müslümanlara mirasçı olamayacağını kabul ederler.

Ancak gayrimüslimlerin farklı dinden olmaları durumunda (örneğin miras bırakanın Hıristiyan, mirasçının Yahudi olması gibi ya da tam tersi) mirasçılığın söz konusu olup olmayacağı konusunda mezhepler arasında görüş ayrılığı söz konusudur. Malikiler bu durumda mirasçılığın söz konusu olamayacağını, Hanefi ve Şafiler ise olabileceğini kabul etmişlerdir (Bozkurt, 1987: 134). Üstelik gayrimüslimlerin birbirlerine mirasçı olabilmeleri için her ikisin de İslam ülkesinde yaşıyor olması gerekir. İslam ülkesinde yaşayan gayrimüslim, İslam ülkesi dışında yaşayan akrabalarına mirasçı olamayacağı gibi onlara miras da bırakamaz (Bozkurt, 1987: 133). Zimmiler arasındaki miras ilişkileri kendi dinlerine göre belirlenir.

Mürtedler (dinden dönenler) ise ne mirasçı olma ne de miras bırakma hakkına sahiptirler. Mürtedin malı İslam Devleti’nin hazinesi olan Beytülmale kalır.

İslam Miras Hukuku ile Türk Miras Hukuku Arasındaki Önemli Farklar

İslam miras hukukunda yer alan pek çok müessese ve uygulama günümüz Türk miras hukukundaki uygulamalara benzese de arada önemli farklılıklar da söz konusudur. Örneğin günümüz Türk hukukunda sadece belli mirasçıların saklı pay haklarının olmasına rağmen İslam hukukuna göre tüm mirasçıların saklı payları vardır (Berki, 1953: 4).

İslam miras hukukunun günümüz miras hukukundan önemli bir farkı da miras bırakanın anne ve babasının, alt soyu ile birlikte mirasçı olabilmesinde kendisini gösterir. Zira Türk medeni hukukuna göre miras bırakanın alt soyu (oğlu ya da kızı, hatta evlatlığı) varsa miras bırakanın anne ve babası mirastan hiçbir şekilde pay alamamaktadır. Çünkü derece sisteminde erkek ya da kız evlat ya da evlatlık, miras bırakanın anne ve babasına göre daha üst derecededir ve bu derecede mirasçı varken anne ve baba mirasçı olamaz. Buna karşılık İslam miras hukukunda erkek ya da kız evlat ya da evlatlık bulunsa bile miras bırakanın anne ve babası bunlarla birlikte mirasçı olabilmektedir (Berki, 1953: 6). Bir başka ifadeyle Türk hukukunda benimsenen zümre (parental) sistem, İslam miras hukukunda söz konusu değildir (Kıylık, 2006: 119)

İslam hukuku ile günümüz medeni hukuku arasındaki önemli bir fark da kız ve erkek çocukların mirasta eşitliğinde görülür. Günümüz medeni hukukuna göre kız ve erkek çocuk mirastan eşit şekilde pay almaktadır, oysa ki İslam miras hukukuna göre kız çocuk, erkek çocuğun yarısı oranında mirastan pay alır.

Mirasçıların, terekenin borçlarından dolayı sorumlulukları da İslam miras hukuku ile günümüz miras hukuku arasındaki önemli bir farktır. İslam miras hukukuna göre mirasçılar, terekenin borçlarından yalnızca terekeden kendilerine düşen malvarlığı miktarınca sorumludurlar. Buna karşılık Türk Medeni Kanunu’na göre mirasçılar, bölünmesine veya nakline alacaklı tarafından açık veya örtülü olarak rıza gösterilmemiş olan tereke borçlarından dolayı, paylaşmadan sonra da bütün malvarlıklarıyla müteselsilen sorumludurlar.

Bu farktan dolayı Türk medeni Kanununda mirasın reddi düzenlenmişken, İslam hukukunda mirasın reddi kurumuna ihtiyaç yoktur (Berki, 1953: 10). Çünkü mirasçı, terekenin borçlarından, ancak terekeden aldığı değerlerle sınırlı olarak sorumludur. Bu nedenle mirasçının terekeden dolayı şahsi mal varlığında bir azalma söz konusu olmamaktadır. Oysaki Türk Medeni Kanunu’nda bütün malvarlıklarıyla sorumluluk kabul edildiği için mirasçının terekeden dolayı şahsi mal varlığında bir azalma tehlikesi söz konusu olmakta, bu tehlikeyi bertaraf edebilmek amacıyla da terekenin mal varlığının borçlarını karşılayamadığı durumlarda mirasçıya mirası reddetme hakkı tanınmaktadır.

Bir diğer fark ise mirastan ret sistemidir. Günümüz medeni hukukunda mirastan çıkarma olmasına karşın İslam hukukunda mirastan çıkarma söz konusu değildir (Kıylık, 2006: 124). Çünkü İslam hukukuna göre kanuni mirasçılık ve kanuni mirasçıların payları, ilahi iradeyle ve ona aykırı olmayan hadis, icma ve içtihatla tespit ve tayin edildiğinden, miras bırakanın kendi iradesiyle kanuni mirasçıların mirasçılık sıfatının ortadan kaldırılması uygun görülmemiştir (Berki, 1953: 10).

Vasiyet konusunda da önemli bir fark görülür. Şöyle ki İslam hukukunda mirasçı atama (mansup mirasçılık) yoktur (Schacht, 1986: 175), sadece belli bir kanuni mirasçıya belli bir malın miras bırakılması söz konusudur (Berki, 1953: 10).

Önemli bir fark ise mirastan feragat edilip edilemeyeceği konusundadır. İslam hukukçuları; miras hakkının ancak murisin ölümü ile ortaya çıkacağını, miras bırakan ölmeden önce miras hakkı diye bir hakkın kesinlikle söz konusu olmayacağını, henüz ortada olmayan bir haktan da feragat edilemeyeceğini düşünerek mirastan feragat kurumunu kabul etmemişlerdir (Berki, 1953: 11). Buna karşılık Türk ve İsviçre medeni hukuk sistemlerinde mirastan feragat sistemi kabul edilmiştir. Örneğin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 528. maddesine göre miras bırakan, bir mirasçısı ile karşılıksız veya bir karşılık sağlanarak, mirasçının bu sıfatının sona ermesi sonucunu doğuran mirastan feragat sözleşmesi yapabilir. Üstelik mirastan feragat, bir karşılık sağlanarak yapılmış ise, sözleşmede aksi öngörülmedikçe feragat edenin altsoyu için de sonuç doğurur.

Fakat mirastan feragat edenin, miras bırakandan önce ölmesi halinde feragat sözleşmesi anlamsız hale geleceği için Medeni Kanunu’muz feragat edenin miras bırakandan önce ölmesi halinde feragat sözleşmesinin kendiliğinden hükümsüz hale gelmesini benimsemiştir. 4721 sayılı Kanun’un 529. maddesine göre mirastan feragat sözleşmesi belli bir kişi lehine yapılmış olup bu kişinin herhangi bir sebeple mirasçı olamaması halinde, feragat hükümden düşer. Mirastan feragat sözleşmesi belli bir kişi lehine yapılmamışsa, en yakın ortak kökün altsoyu lehine yapılmış sayılır ve bunların herhangi bir sebeple mirasçı olamaması halinde, feragat yine hükümden düşer.

Bir diğer fark saklı paylarda görülür. İslam hukukuna göre saklı pay kanuni mirasçıya göre değişmemekte ve kanuni mirasçı kim olursa olsun üçte bir oranında uygulanmaktadır (Berki, 1953: 13). Buna karşılık Türk ve İsviçre medeni hukuk sistemleri saklı payların, mirasçıya göre değişebileceğini kabul etmektedir.

Önemli bir fark da nesebi sahih olmayan çocukların mirasçılığı hususunda kendisini gösterir. İslam hukukuna göre bu çocukların babaya mirasçı olmaları söz konusu değildir (Kıylık, 2006: 120). Türk hukukunda ise durum tam tersidir.

Islam Hukukunda Miras Hakki
İslam Hukukunda Miras Hakkı, Miras Kurumları, Vasiyet, Kanuni Mirasçılık