1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Kıyı Nedir, Kıyı Çizgisi Nedir, Kıyı Kenar Çizgisi Nedir?


Kıyı konusu, 1982 Anayasasının 43. maddesinde düzenlenmiştir. 43. madde şu şekildedir: “(1) Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. (2) Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. (3) Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.”

43. maddeye paralel olarak, 1984 yılında 3086 sayılı Kıyı Kanunu yürürlüğe girmiştir. Ancak bu Kanun Anayasa Mahkemesinin 25.02.1986 tarihli ve E: 1985/1, K: 1986/4 sayılı kararı ile iptal edilmiş, 3621 sayılı yeni Kıyı Kanunu çıkıncaya kadar ortaya çıkan boşluk Bayındırlık ve İskân Bakanlığının 110 sayılı Genelgesi ile doldurulmuştur.

1990 yılında 3621 sayılı Kıyı Kanunu yürürlüğe konulmuştur. 04.04.1990 tarihli bu Kanun kıyıların hukuki statüsü ile ilgili önemli hükümler ihtiva etmektedir. Bunlardan konumuz açısından en önemlisi ise kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olmasıdır. Anayasa’nın 43. maddesiyle paralel olan bu hüküm, kıyılarda özel mülkiyet kurulmasını imkansız hale getirmektedir.

Kıyı Kavramı Nedir? Kıyı Kavramının Tanımı Nedir?

3621 sayılı Kıyı Kanunu, kıyı kavramını tanımlayabilmek için kıyı çizgisi ve kıyı kenar çizgisi terimlerini kullanmış ve kıyıyı, bu iki sınır çizgisi arasında kalan doğal bir yüzey biçimi veya alan olarak tanımlamıştır (Ferudun, 2009: 77). Bundan dolayı “kıyı” kavramının neyi ifade ettiğini tam olarak anlayabilmek için öncelikle kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi kavramlarının açıklanması gerekir.

Kıyı Kanunu Nedir?

Kıyılar 1982 Anayasasının 43. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir: Madde 43- (1) Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. (2) Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. (3) Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir.”

Bu maddeye paralel olarak, 1984 yılında 3086 sayılı Kıyı Kanunu yürürlüğe girmiştir. Ancak bu Kanun Anayasa Mahkemesinin 25.02.1986 tarihli ve E: 1985/1, K: 1986/4 sayılı kararı ile iptal edilmiş, 3621 sayılı yeni Kıyı Kanunu çıkıncaya kadar ortaya çıkan boşluk Bayındırlık ve İskân Bakanlığının 110 sayılı Genelgesi ile doldurulmuştur. 1990 yılında 3621 sayılı Kıyı Kanunu yürürlüğe konulmuştur. 04.04.1990 tarihli bu Kanun kıyıların hukuki statüsü ile ilgili önemli hükümler ihtiva etmektedir. 

Bu Kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir.

Kıyı Nedir? Kıyının Tanımı Nedir?

Elbette ki “kıyı” kavramı konusunda gerek öğretide ve gerekse yargı kararlarında çeşitli tanımlamalar yapılmıştır, ancak bunların pek çoğu şu ya da bu ölçüde belirsizlik içerdiği ve Kıyı Kanunu’nun benimsediği “kıyı” tanımı diğerlerine nazaran daha belirli olduğu için bu çalışmada kıyı kavramı Kanun’da ele alındığı şekliyle değerlendirilmiştir.

Kıyı Kanunu’na ve Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik‘e göre kıyı; kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır. 

Kıyı Çizgisi Nedir?

a) Kıyı Çizgisinin Tanımı

Kıyı Kanunu’na ve Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik‘e göre kıyı çizgisi; deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan meteorolojik olaylara göre değişen doğal çizgidir. Tabii ve suni göllerde ise Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nce belirlenen maksimum su kotu kıyı çizgisini belirler.

b) Kıyı Çizgisinin Değişmesi Mümkün mü?

Kıyı Kanunu’na ve Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik‘e göre kıyı çizgisinin tanımı; “deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan meteorolojik olaylara göre değişen doğal çizgi” olduğu için ve suyun karaya değdiği noktaların değişmesi kolay kolay mümkün olmadığı için kıyı çizgisinin değişmesi mümkün değildir.

Zaten uygulamada “kıyı çizgisinin değişmesi” ifadesi ile kastedilen şey kıyı kenar çizgisinin değişmesidir ki bu konu bir sonraki başlıkta değerlendirilmiştir. 

Kıyı Kenar Çizgisi Nedir?

Kıyı Kanunu ve Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik‘e göre kıyı kenar çizgisi, deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde kıyı çizgisinden sonra kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumsal ve kıyı kumullarından oluşan kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık ve benzeri alanların doğal sınırı; dar- yüksek kıyı özelliği gösteren yerlerde ise şev ya da falezin üst sınırıdır.

a) Kıyı Kenar Çizgisi Nasıl Belirlenir?

Kıyı kenar çizgisi, valiliklerce, kamu görevlilerinden oluşturulacak en az 5 kişilik bir komisyonca tespit edilir.

Bu komisyon; jeoloji mühendisi, jeolog veya jeomorfolog, harita ve kadastro mühendisi, ziraat mühendisi, mimar ve şehir plancısı, inşaat mühendisinden oluşur. Kanunun 9. ve Yönetmeliğin 6. maddesine göre, kıyı kenar çizgisi tespit komisyonu valiliklerce, kamu görevlilerinden en az beş kişiden oluşturulur. Bu komisyon; jeoloji mühendisi, jeolog veya jeomorfolog, harita ve kadastro mühendisi, ziraat mühendisi, mimar ve şehir plancısı, inşaat mühendisinden oluşur. Komisyon aşağıda belirlenen meslek gruplarından her birinden en az bir kişinin bulunması zorunludur.

Komisyonca tespit edilip valiliğin uygun görüşü ile birlikte gönderilen kıyı kenar çizgisi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onaylandıktan sonra yürürlüğe girer.

b) Kıyı Kenar Çizgisi Yeniden Belirlenebilir mi? Kıyı Kenar Çizgisinin Değişmesi Mümkün mü?

Normal koşullar altında kıyı kenar çizgisi bir kez belirlendikten sonra tekrar belirlenemez. Ancak Kıyı Kanunu ve Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik bazı istisnai durumlarda kıyı kenar çizgisinin yeniden belirlenmesine imkan tanımaktadır.

Buna göre; onaylı kıyı kenar çizgileri; a) kıyı kenar çizgisinin suya düşmesi, b) mükerrer kıyı kenar çizgisinin bulunması, c) kıyı kenar çizgilerinin kenarlaşmaması, ç) Yargı organlarınca kıyı kenar çizgisinin iptali ya da ikinci bir kıyı kenar çizgisinin tespit edilmesi, d) Daha evvel kıyı özelliği göstermediği halde, malzeme alımı sonucunda oluşan su alanları nedeniyle, bu alanları kıyıda bırakacak şekilde tespit edilen kıyı kenar çizgileri, bu su alanlarının deniz, göl veya akarsu ile doğrudan bağlantılı olmadığının Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca belirlenmesi, halleri dışında değiştirilemez.

Kıyı kenar çizgisi, doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştirilmez. Kıyı kenar çizgisinin mahkeme kararları ile parsel veya parseller bazında iptal edilmesi halinde, bu alanlardaki kıyı kenar çizgisi tespitlerinde kıyı kenar çizgisinin bütünlüğünü ve sürekliliğini sağlayacak şekilde bitişiğindeki onaylı kıyı kenar çizgisi ile birlikte değerlendirilerek, üçüncü kişilerin kazanılmış haklarına halel getirmeyerek yeni tespit yapılabilir.

Mahkeme kararlarının uygulanması sonucunda tespit edilerek onaylanan kıyı kenar çizgisinin bitişiğindeki onaylı kıyı kenar çizgisi ile uyum sağlamaması halinde ise Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca bu alanda mahkeme kararlarının gerekçeleri dikkate alınarak ve üçüncü kişilerin kazanılmış haklarına halel getirmeyerek yeniden kıyı kenar çizgisi tespiti yapılabilir.

Kıyı Kanununun ek 1. maddesine göre Özelleştirme kapsamındaki kuruluşların kullanımında bulunan ve bu Kanunun 6 ncı maddesi kapsamında kıyıda yer alan arazi ve yapılar için, bu Kanun hükümleri çerçevesinde yapılması gereken tüm işlemler (kıyı kenar çizgisinin tespiti, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca lüzum görülmesi halinde kıyı kenar çizgisinin yeniden tespiti, uygulama imar planlarının hazırlanması, ruhsat ve benzeri hususlar) kuruluşun özelleştirme kapsamına alınmasını takiben ilgili kurum ve kuruluşlarca iki ay içerisinde sonuçlandırılır. Bu arazi ve yapılar Özelleştirme İdaresi Başkanlığının talebine istinaden kadastro müdürlüğünce kadastro paftalarına özel işaretleri ile belirtilir.

Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik‘e 02.04.2013 tarihli ve 28606 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yönetmelikle eklenen ek 1. maddeye göre; aynı alanda birbirinden farklı tarihlerde onaylanmış kıyı kenar çizgilerinin bulunması halinde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce; onaylı 1/1000 ölçekli uygulama imar planı bulunan alanlarda, Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca planda esas alındığı belirlenen kıyı kenar çizgisi, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı bulunmayan alanlarda ise Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca yapılan inceleme sonucunda uygun görülen ve Bakanlıkça onanan kıyı kenar çizgisi geçerlidir.

Kıyının Tanımı Nedir?

Kıyı Kanunu, kıyıyı kıyı kenar çizgisi ile kıyı çizgisi arasındaki alan olarak tanımlamaktadır. Aşağıdaki şekle bakınız:

kiyi
Kıyı Nedir, Kıyı Çizgisi Nedir, Kıyı Kenar Çizgisi Nedir?

Kıyıların Hukuki Özellikleri

1982 Anayasasının 43. maddesi kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu hüküm altına almıştır. Ayrıca Anayasa’nın 46. maddesinin üçüncü fıkrasında “kıyıların korunması amaçlı” kamulaştırmadan söz edilmiştir. Öte yandan Anayasa’nın 56. maddesi, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” kuralından sonra, çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğunu belirleyerek, bu hükümle, kıyıların korunmasına ilişkin 43. madde arasında yakın bir ilişki kurmuştur.

a. Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altında Olma ve Özel Mülkiyete Konu Olamama

Gerek Anayasa’nın 43. maddesi ve gerekse 3621 sayılı Kıyı Kanunu kıyılarda mülkiyet durumu ile ilgili olarak önemli ilkeler ortaya koymuştur. Buna göre kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 715. maddesi yararı kamuya ait malların durumunu düzenlemektedir. 743 sayılı Kanun’un 641. maddesine paralel hükümler içeren bu madde şu hükümleri ihtiva etmektedir: “(1) Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. (2) Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz. (3) Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir.” Kıyılar, Türk Medeni Kanunu’nun 715. maddesinde belirtilen “yararı kamuya ait mallar” kategorisine girmektedir.

Anayasa’nın, “kıyılardan yararlanma” başlıklı 43. maddesinde; kıyıların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği ve kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartlarının kanunla düzenleneceği öngörülmüştür. Bu maddeye göre kıyılar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır, bu nitelikleri gereği de özel mülkiyet konu olmaları mümkün değildir.

Anayasa Mahkemesi’nin 16.02.1965 tarihli ve E: 1963/126, K: 1965/7; 25.02.1986 tarihli ve E: 1985/1, K: 1986/4 sayılı kararlarında, doğal servet ve kaynakların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olmasının ne anlama geldiği açıklanmıştır. Bu kararlara göre “Anayasa, tabii servetleri ve kaynaklarını Medeni Kanunun hükümlerine bağlı özel mülkiyet düzeninin kapsamı dışında bırakmakta, onlara Devletin, devlet olma niteliği ile eli altında tuttuğu nesneler düzeni içinde yer vermektedir. Her iki düzen başka başka koşullara ve kurallara bağlıdır; değişik niteliktedir; aralarında birbirlerine karıştırılmalarını önleyecek bellilik ve kesinlikte sınırlar vardır. Anayasa, tabii servetlerin ve kaynakların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu açıklamakla aynı zamanda bunların mülkiyet konusu olamayacağını da hükme bağlamıştır”

Hatta 1982 Anayasası kıyıyı, sahipsiz doğal nitelikli ve herkese açık bir kamu malı olarak ortaya koyarken bu alanda yer alan diğer kamu mallarından da farklı düzende görmüştür. Gerçekten Anayasa, 168. maddesinde tabii servet ve kaynakların işletme hakkının özel kişilere devredilebilmesine, 169. maddede ise kamu yararının gerektiği durumlarda ormanlar üzerinde irtifak hakkı kurulabilmesine imkan tanımasına rağmen kıyılarda ise böyle bir durum öngörülmemiştir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında görülen ve diğer sahipsiz kamu mallarından farklı olan kıyılar üzerinde özel mülkiyet kurulabilmesi ya da buralarda özel kişiler lehine kullanma izni verilmesi, 43. maddede düzenlenmemiştir.

Bundan dolayı Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılarda özel mülkiyet bulunması düşünülemez. Türk hukuku açısından “Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunma” özel mülkiyete konu olmama anlamına gelmektedir. Anayasa’nın 43/1. maddesinde kıyıların, Devlet hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtildiğine göre kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanda özel mülkiyet ilişkisi kurulması mümkün değildir. Çünkü kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olması, bu alanların özel mülkiyete konu olamamasını ifade eder ki bu husus kıyıların, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 715. maddesinde (743 sayılı Kanun’un 641. maddesi) ifadesini bulan yararı kamuya ait mallar (menfaati umuma ait mallar) statüsünde olduğunu ve kimsenin mülkiyetinde olamayacağını gösterir.

Anayasa Mahkemesi kıyı ile ilgili kararlarında kıyıyı doğal servet olarak nitelendirmiş ve 1961 Anayasasının “tabii servet ve kaynaklar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır” hükmünü taşıyan 130. maddesi kapsamında değerlendirerek kıyıya, 43. maddeye ilave anayasal bir dayanak sağlamıştır. Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin 25.02.1986 tarihli ve E: 1985/1, K: 1986/4 sayılı kararında Anayasa’nın kıyıları tabii servet ve kaynaklar arasında değerlendirdiği, bu unsurların ise Anayasa’nın 168. maddesi (1961 Anayasası’nın 130. maddesi) gereği devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, bundan dolayı özel mülkiyete konu olamayacağı vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesi’ne göre Doğal niteliği itibariyle herkesin serbestçe yararlanmasına açık ve bu nedenle bir kamu malı olan kıyının, kendisine, doğal servet ve kaynak niteliği kazandıran özelliklerini yitirmemesi için, özel bir korunmaya alınması gereklidir.

Kıyı alanlarının niteliği konusunda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 13.3.1972 tarihli ve E: 1970/7, K: 1972/4 sayılı içtihadı birleştirme kararında kıyıların, Devletin hüküm ve tasarrufunda olan karasularının devamı (mütemmim cüzü = bütünleyici parçası) olması dolayısıyla, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, bu nedenle kimsenin mülkiyetinde olamayacağı ifade edilmiştir. Böylece, kıyı denizin hukuki düzenine bağlı tutulmuş sahipsiz şey olma özelliğinin, denize bağımlı ve denizin devamı olmasından ileri geldiği kabul edilmiştir. Kıyı herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya doğal yapısından ötürü herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu malıdır. Bunun sonucu olarak; kıyının devir ve ferağ edilmesi, zamanaşımı yoluyla mülkiyetinin kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı bulunması, haczedilmesi mümkün değildir.

Bunun doğal bir başka sonucu, kıyılarda mülkiyet hakkı açısından kazanılmış hakkın söz konusu olamamasıdır. Anayasa Mahkemesi 25.2.1986 tarihli ve E: 1985/1, K: 1986/4 sayılı kararında bu konuyu incelerken, Anayasa’nın 43/1. maddesindeki, “Kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu belirleyen hükmü karşısında, özel mülkiyete konu olamayan kıyıda, … yılından önce mevzuata aykırı olarak yapılan yapılar yönünden kazanılmış hakların saklı tutulacağı kuralı uygulanamaz. Çünkü yasalara aykırı durumlara dayanılarak kazanılmış hak iddiasında bulunulamayacağına” karar vermiştir.

Aslında 43. maddede kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada “öncelikle kamu yararının” gözetileceği ifade edilmiştir. Bu ifade ile, kıyıda daha önceden yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak kazanılan hakların korunması amaçlanmıştır. 43. maddenin Danışma Meclisine sunulan gerekçesinde bu deyimle ilgili olarak “Deniz, göl, akarsu kıyılarından ve bu kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada kamunun önceliğinin ve bu yararlanmanın kamu yararı ile olacağı genellikle kabul edilmiştir. Fakat daha önce doğmuş olan özel mülkiyet haklarının da korunması hukuk devleti ilkesinin tabii sonuçlarından bulunmaktadır. Böylece kıyılardan kamunun yararlanması ve Kıyılardaki doğmuş bulunan mülkiyet haklarının telif edilmesi gerekmektedir. Madde deniz, göl ve akarsu kıyılarından yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceğini kişilerin bu yerlerden yararlanmasının ise kanunla düzenleneceğini açıklarken, işlem bu bağdaştırmayı hukuk devleti ilkesi içinde gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Devlet, kıyılarda doğmuş olan mülkiyet haklarını kamu yararı mülahazasıyla sona erdirmek istiyorsa 47. maddedeki şartlarda kamulaştırma yoluna başvurarak bunu sağlayabilir.” denilmiştir.

Bu konuyla ilgili olarak şu yazımıza da bakabilirsiniz: Kıyılarda Kazanılmış Haklar: 1982 Anayasası Hazırlık Çalışmaları Özünde Bir Değerlendirme

b. Herkesin Eşit ve Serbest Olarak Yararlanmasına Açık Olma

Kıyılar doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdırlar. Kıyılar, doğal olarak, deniz, göl ve akarsuların devamı durumunda bulunduklarından bunlardan yararlanma, ancak, kıyının herkese açık olması ile olanak kazanabilecektir.

c. Sahil Şeritlerinin Durumu

Anayasa kıyıların kara yönünden devamı durumunda bulunan sahil şeritlerinden yararlanmada kamu yararının öncelikle gözetilmesini; kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre derinliğinin saptanmasını ve kişilerin bu yerlerden yararlanma olanak ve koşullarının bir yasayla düzenlenmesini öngörmüştür. Bu konuyla ilgili olarak şu yazımıza bakabilirsiniz: Sahil Şeridi Nedir? Nasıl Belirlenir? Sahil Şeridinde Uygulanacak İlkeler Nelerdir?

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  Dünyanın Çeşitli Ülkelerinde Uygulanan Kira Kontrolleri

ç. Kıyıda Yapılabilecek Yapılar

Anayasa’nın 43. maddesine kıyılardan yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği belirtildiğine göre buradaki yararlanmanın, kıyının ortak kullanımını sağlayıcı ve kolaylaştırıcı olması, yararlanma tesis kurma biçiminde ise, bu tesislerin kamuya açık veya kamu yararını gerçekleştirmeğe yönelik bulunması zorunludur. Kıyıda, öncelikle kamu yararının gözetildiğine ilişkin ilkenin gerçekleşebilmesi ancak genelde yapı yasağı getirilmesine bağlı bulunmaktadır. Bundan dolayı kıyıda ancak faaliyetlerinin özellikleri gereği kıyıdan başka yerde yapılmaları mümkün olmayan tersane, gemi söküm yeri ve su ürünlerini üretim ve yetiştirme tesisleri gibi, özelliği olan yapı ve tesisler ile iskele, liman, barınak, yanaşma yeri, rıhtım, dalgakıran, köprü, menfez, istinat duvarı, fener, çekek yeri, kayıkhane, tuzla, dalyan, tasfiye ve pompaj istasyonları gibi, kıyının kamu yararına kullanımı ve kıyıyı korumak amacına yönelik alt yapı ve tesisler yapılabilir (Anayasa Mahkemesi, 25/2/1986, E:  1985/1 K:  1986/4).

Kıyılarda yapılabilecek yapılar Kıyı Kanunu’nun 6. maddesinde sayılmıştır. Buna göre kıyıda, uygulama imar planı kararı ile;

a) İskele, liman, barınak, yanaşma yeri, rıhtım, dalgakıran, köprü, menfez, istinat duvarı, fener, çekek yeri, kayıkhane, tuzla, dalyan, tasfiye ve pompaj istasyonları gibi, kıyının kamu yararına kullanımı ve kıyıyı korumak amacına yönelik alt yapı ve tesisler,

b) Faaliyetlerinin özellikleri gereği kıyıdan başka yerde yapılmaları mümkün olmayan tersane, gemi söküm yeri ve su ürünlerini üretim ve yetiştirme tesisleri gibi, özelliği olan yapı ve tesisler,

6. maddede sayılan diğer tesisler yapılabilir. Ayrıca özelleştirme kapsam ve programına alınan ve sahil şeridi belirlenen veya belirlenecek olan alanlar ile kıyı ve dolgu alanlarında yapılacak yat ve kruvaziyer limanlarının ihtiyacı olan yönetim birimleri, destek birimleri, bakım ve onarım birimleri, teknik ve sosyal altyapı ve konaklama birimleri ile ilgili kullanım kararları ve yapılanma şartları imar plânı ile belirlenir.

Kıyılarda Ecrimisil

Bu konuda şu yazımıza bakınız: Kıyılarda ve Dolgu Alanlarında Ecrimisil İşlemleri

Kıyılarda İptal Edilen Tapular İçin Tazminat

a) Kıyılarda Açılan Tapu İptali Davaları

Mülkiyet hukuku yönünden bakıldığında kıyılar; Anayasanın 43. maddesinde ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 715. maddesinde ifadesini bulan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir. Bu gibi alanların özel mülkiyete konu olmaları mümkün değildir. Zaten Anayasa Mahkemesi de 3086 sayılı Kıyı Kanunu’nu “Anayasa’nın 43/1. maddesindeki kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu belirleyen hükmü karşısında, özel mülkiyete konu olamayan kıyıda, 1972 yılından önce mevzuata aykırı olarak yapılan yapılar yönünden ‘kazanılmış hakların saklı’ tutulacağı kuralı uygulanamaz. Çünkü yasalara aykırı durumlara dayanılarak kazanılmış hak iddiasında bulunulamayacağı, hukukun temel ilkelerinden birini teşkil etmektedir.” gerekçesiyle iptal etmiştir (Esener, 2005: 180).

Bu nedenle kıyı kenar çizgisi tespit edildikten sonra kıyıda kalan taşınmazlar için defterdarlık ve malmüdürlükleri tarafından herhangi bir bedel ya da tazminat ödenmeksizin tapu iptali davası açılmaktadır.

Bu uygulamanın yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. Gerek Anayasada ve gerekse Kıyı Kanunu’nda kıyıda kalan taşınmazlar için tapu iptali davası açılacağını öngören bir hüküm bulunmamaktadır. Yalnızca Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik‘in 10. maddesinde “Tesbit sonucunda, kıyıda kalan özel mülkiyete konu arazilerle ilgili tapu iptal işlemleri ilgili defterdarlıkça yürütülür.” hükmü yer almaktadır.

Kanun’da, tapu iptali davaları konusunda herhangi bir hükmün yer almamasına rağmen Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikle, Kanun’da olmayan bir hususun düzenlenmesi Kıyı Kanunu’na aykırılık teşkil etmektedir (Akkoç, 1999: 56). Genel kabul görmüş hukuk normlarına göre, alt düzenleme üst düzenlemelere aykırı olamaz ve kanunda yer almayan temel bir hüküm hakkında yönetmelikle düzenleme yapılamaz. Elbette ki gerek Anayasa’nın 43. maddesine ve gerekse Kıyı Kanununa göre kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, bu nedenle tapu iptali davası açılması için ayrıca yasa hükmü bulunmasına gerek olmadığı söylenebilir. Ancak tapu iptali davası açılıncaya kadar ortada hukuki açıdan geçerli bir mülkiyet bulunmaktadır ve Anayasa’nın 35. maddesine göre mülkiyet hakkı kamu yararının gerektirdiği hallerde ancak kanunla sınırlanabilir. Üstelik Anayasa’nın 13. maddesi de temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini öngörmektedir. Bu nedenle mülkiyet hakkının özellikleri dikkate alındığında, kıyılardaki tapuların iptal edilerek kıyının, toplumun ortak kullanımına açılması hususunun bir kanunla düzenlenmesi daha uygun olacaktır (Akkoç, 1999: 56).

Yargıtay’ın 1950’lerden sonra “kıyıların özel mülkiyete konu olamayacağı” yönünde verdiği kararlar, 1982 Anayasası’nın ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun kabulünden sonra daha derinleşerek devam etmiştir. Bu kararların ihtiva ettiği belirgin hususlar şunlardır:

b) Kıyılarda Açılan Tapu İptali Davalarında Kadastro Kanunu’nda Yer Alan Hak Düşürücü Süre Uygulanır mı?

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinde “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz” hükmü yer almaktadır. Kıyıda açılan tapu iptali davalarında Yargıtay tarafından, kıyıda oluşan tapular hakkında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinde yer alan bu hak düşürücü sürenin uygulanmayacağı yönünde kararlar verilmiştir. Örneğin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 23.11.1988 tarihli ve E: 1988/1-825, K: 1988/964 sayılı kararında kıyılarda açılacak tapu iptali davalarının 12. maddede yer alan hak düşürücü süreye tabi olmadığı ifade edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunun 24.03.1999 tarihli ve E: 1999/1-170, K: 1999/167 sayılı kararında da “3402 sayılı Kanun’un 12/3 maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin, Hazinece açılan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yer iddiasına dayanan davalarda dava koşulu olarak ele alınıp değerlendirilemeyeceği, işin esasına girilip dava konusu taşınmazın gerçek niteliğini, daha açık bir anlatımla özel mülkiyete konu olup, olmayacağının tespit edilmesinden sonra bu yönde bir karar verilmesi gerektiği” vurgulanmıştır.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 22.03.2004 tarihli ve E: 2004/2741, K: 2004/3236 sayılı kararında da Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve bu nedenle tespit dışı bırakılması gereken kıyılar hakkında tespit tutanağı düzenlenmiş olsa bile, yok hükmünde sayılan bu işlemlerin 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi olmadığı karara bağlanmıştır.

Ancak kıyıda oluşan tapuların 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olmaksızın iptal edilebilmesi, Türkiye’nin AİHM tarafından tazminata mahkum edilmesine neden olunca 5841 sayılı Kanun’la 12. maddeye eklenen cümle ile 10 yıllık hak düşürücü sürenin “iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın” tüm taşınmazlar hakkında uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

Bu madde hakkında hem ilk derece mahkemeleri, hem de Yargıtay Hukuk Daireleri tarafından Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuşlardır. Neticede 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlede yer alan “iddia ve taşınmazın niteliğine” ibaresi Anayasa Mahkemesinin 12.5.2011 tarihli ve E: 2009/31, K: 2011/77 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Bu durumda kıyılarda açılan tapu iptali davalarının, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’ndaki 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi olmayacağı sonucuna varmak zor olmasa gerektir.

c) Kıyılarda Açılan Tapu İptali Davalarında İyi Niyet ve Tapu Siciline Güven İlkesi Geçerli Olur mu?

Yargıtay, kıyıların Medeni Kanun’un 715. (743 sayılı Kanun’un 641. maddesi) anlamında sahipsiz ve yararı kamuya ait mal niteliğinde olduğunu, dolayısıyla kıyıların özel mülkiyete konu olamayacağını vurgulamaktadır. Dolayısıyla kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve bu nedenle doğal nitelikleri gereği özel mülkiyete konu olamayacak kamu malı niteliğinde alanlardır.

Bundan dolayı Yargıtay yakın zamana kadar verdiği kararlarında kamu malı niteliğinde olduğu için tescile tabi olmayan kıyılarda oluşan tapuların kıyının özel mülkiyete konu olmasını sağlamayacağına, Devlet adına hareket eden tapu memurlarının dahi kıyının bu niteliğini değiştirmeye yetkili olmadıklarına, dolayısıyla kıyıda oluşan tapulara hukuki bir değer atfedilemeyeceğine karar vermekteydi (Çelik, 2005: 36).

Örneğin Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen 27.02.1980 tarihli ve E: 1980/1-967, K: 1980/1365 sayılı kararda kıyıların denizlerin devamı niteliğinde olduğu, dolayısıyla Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, 743 sayılı Medeni Kanun’un 641. maddesi gereğince sahipsiz veya yararlanması kamuya ait mallar üzerinde özel mülkiyetin söz konusu olamayacağı, bu çeşit malların alınıp satılamayacağı, zamanaşımı ile kazanılamayacağı ve tapu siciline kayıt edilemeyeceği vurgulanmıştır.

Bu kararların doğal bir sonucu olarak kıyıda herhangi bir şekilde oluşan tapulara hukuki olarak değer verilemeyeceği ve kıyıda oluşan taşınmazları, herhangi bir şekilde edinen kişinin Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesi anlamında iyi niyet iddiasında bulunamayacağına karar verilmekteydi. Fakat Yargıtay AİHM’nin Türkiye aleyhine verdiği tazminat kararları sonrasında görüşünü değiştirerek Devlet tarafından verilen tapulara hukuki değer atfedilmesi gerektiği yönünde karar vermektedir. (Bu konu, AİHM kararlarının iç hukukumuza etkisi kısmında açıklanmıştır)

ç) Zamanaşımı Hükümlerine Tabi Olmama

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 28.11.1997 tarihli ve E: 1997/5, K: 1997/3 sayılı kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı dışında ve özel mülkiyete konu olamayacak yerlerdir. Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır. Bunun sonucu olarak kıyının zamanaşımı yoluyla kazanılması mümkün değildir.

d) Kıyı Kenar Çizgisi Nedeniyle İptal Edilen Tapular İçin Tazminat Alınabilir mi?

Kıyıda kalması nedeni ile tapusu Hazinece açılan dava neticesinde iptal edilen taşınmaz malikinin iç hukukta tazminat davası açma hakkı var mıdır? Bu konuda gerek Kıyı Kanunu’nda ve gerekse Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik‘de hüküm bulunmamaktadır. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından verilen 23.10.2007 tarihli ve E: 2007/6214, K: 2007/9985 sayılı karara kadar, Yargıtay’ın istikrarlı kararları kıyıda kalması nedeni ile tapusu iptal edilen taşınmaz malikinin herhangi bir tazminat davası açamayacağı yönünde idi.

Ancak aşağıda açıklanacağı üzere AİHM’nin kıyılarda iptal edilen tapulara karşılık olarak herhangi bir tazminat ödenmemesini mülkiyet hakkının ihlali olarak nitelendirmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi de görüşünü değiştirerek kıyılarda tapusu iptal edilen taşınmaz maliklerinin tazminat davası açabileceğini benimsemiştir.

Yargıtay, AİHM tarafından verilen Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararına kadar kıyıda tapusu iptal edilen taşınmazlar için tazminat davası açılamayacağını kabul etmekte idi. Ancak 10.05.2006 tarihli Doğrusöz ve Aslan/Türkiye kararından sonra Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından verilen 23.10.2007 tarihli ve E: 2007/6214, K: 2007/9985 sayılı karar ile “kıyıda kalan taşınmazına ait tapu kaydı Hazinece açılan tapu iptali sonucunda iptal edilen taşınmaz malikinin tazminat davası açabileceği” vurgulanmıştır.

Bu ve benzeri diğer kararlarda (Örneğin Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 17.09.2009 tarihli, E: 2008/7384, K: 2008/9364; 26.03.2009 tarihli, E: 2009/1914, K: 2009/3745;  18.01.2010 tarihli, E: 2009/12967, K: 2010/165) mülkiyet hakkının gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardan olduğu ve kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabileceği veya tamamen kaldırılabileceği vurgulanmıştır.

Ancak bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması gerekmektedir.

Bu nedenle kıyılarda daha önceden oluşturulan tapu kaydının iptalinde kamu yararı bulunduğu, bu tapuların iptal edilmesi gerektiği açık olmakla birlikte kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazminat niteliğinde bir bedelin ödenmesi gerektiği, tapunun iptal edilmesinin yasa dışı bir işlemden değil kamu yararını gerçekleştirme amacını taşıyan bir işlemden kaynaklanması nedeni ile, tazminatın taşınmazın tam değerini karşılamasının zorunlu olmadığı yönünde karar verilmektedir.

Yargıtay’ın bu kararlarında önemli bir husus daha dikkat çekmektedir. Yargıtay tarafından daha önceden verilen kararlarda kıyıda oluşan tapulara hukuki değer verilemeyeceği belirtilmekteyken AİHM’nin tazminat kararlarından sonra Yargıtay görüş değiştirerek kıyılarda her nasılsa oluşan tapuların kıyının kamu malı niteliğini değiştirmeyeceği, ancak Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verilmesi, böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerektiği ifade edilmiştir (Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 18.1.2010 tarihli ve E: 2009/12967, K: 2010/165 sayılı kararı, Akbaba, 2010: 6).

Yargıtay’a göre devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.

Bu kararlardan sonra, kıyıda kalması nedeniyle tapusu iptal edilen taşınmaz maliklerinin açtıkları tazminat davaları Yargıtay tarafından kabul görmekte ve kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkından yoksun bırakılan kişinin makul, kabul edilebilir hak dengesini sağlayacak bir oran kurularak adil bir tazminat ödenmesi gerektiği vurgulanmaktadır (Örneğin Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 17.09.2008 tarihli ve E: 2008/8822, K: 2008/11033; 26.03.2009 tarihli ve E: 2009/1914, K: 2009/3745; 21.01.2010 tarihli ve E: 2008/13853, K: 2010/492 sayılı kararları, Kaynak: Akbaba, 2010).

Kıyı Kanunu uyarınca verilen tapu iptali, terkin kararının kesinleşmesinden ve sonra taşınmaz maliki tarafından açılan tazminat davalarının temyiz incelemesi ile görevli Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de iptal edilen tapulara karşı taşınmaz malikine tazminat ödenmesi gerektiğine karar vermektedir.

4. Hukuk Dairesi AİHM’nin tazminata mahkum eden kararlarından sonra verdiği ilk kararlarında tazminat davalarını “Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesinde düzenlenmiş bulunan tapu sicilinin tutulmasından dolayı devletin sorumluluğuna dayalı maddi tazminat isteği olarak kabul ederek, mülkiyet hakkı sahibi kişinin tapu siciline güvenerek taşınmaz edindiği iyi niyetinin korunması gerektiğini, ancak taşınmazın kamuya ait kumsalda yer alması, davacının bu yeri kullandığı gözetilerek bedelin (zararın) belirlenmesinde Borçlar Kanunu’nun 43 ve 44. maddeleri gereğince indirim yapılarak tazminat miktarı belirlenmelidir” şeklinde karara bağlamaktayken daha sonraki tarihli kararlarında; bu davaların haksız eylem nedenine dayalı maddi tazminat davaları olduğu, bu nedenle de mülkiyet hakkından yoksun kalan kişinin dava tarihindeki gerçek zararını isteyebileceğinden, taşınmazın dava tarihindeki sürüm değerinden uygun bir tutarda indirim yapılmak suretiyle zarar kapsamı belirlenerek, dava tarihinden itibaren zararın faiziyle tahsili gerektiği yönünde kararlar verilmeye başlanmıştır. Örnek olarak Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 14.01.2009 tarihli ve E: 2008/11535, K: 2009/402; 02.02.2009 tarihli ve E: 2008/4562, K2009/1390 sayılı ilamlarına bakılabilir. 

Kıyılarda İmar Uygulaması ve İmar Planları

Bu konuda şu yazımıza bakınız: Kıyılarda ve Sahil Şeritlerinde İmar Uygulamaları

Kıyı Mevzuatı

KategoriAdı
Anayasalar1982 Anayasası
Kanunlar0618 Sayılı Limanlar Kanunu
Kanunlar1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu
Kanunlar2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu
Kanunlar2644 Sayılı Tapu Kanunu
Kanunlar2960 Sayılı Boğaziçi Kanunu
Kanunlar3086 Sayılı Kıyı Kanunu
Kanunlar3621 Sayılı Kıyı Kanunu
Kanunlar5516 Sayılı Bataklıkların Kurutulması Ve Bundan Elde Edilecek Topraklar Hakkında Kanun
Kanunlar6237 Sayılı Limanlar İnşaatı Hakkında Kanun
Yönetmelikler3086 Sayılı Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik
YönetmeliklerBalıkçı Barınakları Yönetmeliği
YönetmeliklerHazine Taşınmazlarının Tersane, Tekne İmal Ve Çekek Yeri Yatırımlarına Tahsisine İlişkin Yönetmelik
YönetmeliklerHazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik
YönetmeliklerKamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik
YönetmeliklerKıyı Tesislerine İşletme İzni Verilmesine İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik
YönetmeliklerKıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik
YönetmeliklerTabiat Varlıkları Ve Doğal Sit Alanları İle Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Bulunan Devletin Hüküm Ve Tasarrufu Altındaki Yerlerin İdaresi Hakkında Yönetmelik
YönetmeliklerTersane, Tekne İmal Ve Çekek Yeri Hakkında Yönetmelik
Milli Emlak Genel Tebliğleri288 Sayılı Milli Emlak Genel Tebliği (Denizden Doldurulan Alanların İdaresi)
Milli Emlak Genel Yazısı2010-37985 Sayılı Milli Emlak Genel Yazısı (Belediyeler Tarafından Doldurulan Doldu Alanlarında Ecrimisil Ve Tahliye İşlemleri)
Milli Emlak Genel Yazısı2012-09909 Sayılı Genel Yazı (Kıyı Protokolleri)
Milli Emlak Genel Yazısı2013-02009 Sayılı Milli Emlak Genel Yazısı (Kıyı Alanlarında Yapılacak Protokollerle İlgili Danıştay Kararı)
Milli Emlak Genel Yazısı2014-13715 Sayılı Milli Emlak Genel Yazısı (Kıyı Yapı Ve Tesislerinde Planlama)
Milli Emlak Genel Yazısı2021-010112 Sayılı Milli Emlak Genel Yazısı (Protokolle Kiralama)
Milli Emlak Genel Yazısı2021-861823 Sayılı Milli Emlak Genel Yazısı (Rekreatif Amaçlı İskeleler)
Milli Emlak Genelgesi2010-06 Sayılı Milli Emlak Genelgesi (Kıyı Yapı Ve Tesislerinde Planlama Ve Uygulama Süreci)
Milli Emlak Genelgesi2011-07 Sayılı Milli Emlak Genelgesi (Kıyı Yapı Ve Tesislerinde Planlama Ve Uygulama Sürecine İlişkin Tebliğ)