Marksizm, kapitalizmin en hızlı olduğu dönemde, kapitalizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Marksistlere göre özel mülkiyeti kutsal sayan kapitalist sistem, egemen sınıfların zayıf sınıfları sömürmesine neden olmaktadır. Marksistlere göre sermayenin kendisini mümkün olduğu kadar fazla değerlendirmesi, değerine değer katması, yani mümkün olduğu kadar fazla artık-değer üretilmesi, dolayısıyla işgücünün kapitalist tarafından mümkün olduğu kadar çok istismar edilmesi, kapitalist üretim sürecinin itici dürtüsü, mutlak ve kesin amacıdır.
Marksizm ve Özel Mülkiyet
Kapitalizmin temel unsuru özel mülkiyet olduğu için, Marksizm de kapitalizme bir tepki olarak, çareyi özel mülkiyeti ve nihayetinde devleti ortadan kaldırmakta aramıştır.
Ancak burada şunu da belirtmek gerekir ki Marx, kendinden önceki sosyalistlerin aksine kapitalizme açıkça karşı çıkmamıştır. Bunda Marx’ın kapitalizmi, sosyalizme giden yolun önemli bir kilometre taşı olarak görmesinin büyük bir etkisi olduğu söylenebilir. Makx’a göre kapitalizm kendi gelişim süreci içinde kendi nihaî yıkımını hazırlamakta olup, sonunda kapitalist sistemin molozları üzerinde önce bir sosyalist sistem daha sonra da komünist bir düzen ortaya çıkacaktır. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için: Güriz, A. (1969) “Teorik Açıdan Mülkiyet Sorunu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1969, s: 289-290
Marksizm mülkiyet ilişkisini, kapitalist sistemin tam aksi yönünde değiştirmiş ve eşyanın mülkiyetini fertten alarak topluma, başka bir deyimle devlete tanımıştır (Eren, 1974: 772). Marksizm’e göre özel mülkiyetin sebep olduğu adaletsizlik ancak özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla sona erdirilebilir. Bundan dolayı Marksizm mülkiyet hakkını fertten alarak topluma, başka bir deyişle devlete aktarmıştır (Eren, 1977: 175).
Fakat Marksizm’in devlete aktardığı mülkiyetin, üretim araçlarının mülkiyeti olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Marksizm, mülkiyetin büyük bir kısmını devlete aktarmakla beraber, bireylerin kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullandıkları mallar üzerinde özel mülkiyet hakkını tanımaktadır (Eren, 1974: 773).
Örneğin Sovyet Rusya’nın Medeni Kanunu, mülkiyeti, sosyalist mülkiyet ve kişisel mülkiyet olarak ikiye ayırmıştır. Sosyalist mülkiyet üretim araçları üzerindeki mülkiyettir ve tüm topluma aittir. Buna karşılık kişisel mülkiyet, yurttaşların ihtiyaçlarını gidermeye yarayan mallar üzerindeki mülkiyettir (Eren, 1977: 179).
Aslında Marks, bireylerin malik değil, zilyet olmasını öngörmektedir. Onun mülkiyet anlayışının temelini ortaklaşa mülkiyet ve özel zilyetlik oluşturmaktadır. Yazar Fenomen isimli eserinde komünal mülkiyetin söz konusu olduğu yerde bireyin, ister miras yoluyla olsun ister olmasın, malların ancak bir kısmının zilyedi olduğunu, çünkü böylesi bir toplumda mülkiyetin hiçbir parçasının hiçbir üyeye ait olmadığını, bireyin topluluğun ancak doğrudan parçası (dolayısıyla topluluktan ayrı olarak değil, onunla doğrudan birleşmiş olan bir kimse) olarak mallar üzerinde dolaylı bir mülkiyete sahip olduğunu, dolayısıyla, bireyin yalnızca bir zilyet olduğunu ifade etmiştir. Bu görüşe göre mülkiyet düzeni ortaklaşa mülkiyet ve özel zilyetlikten oluşmaktadır (Marx, 1997: 5).
Marksizm ve Sosyal Devlet
Maksistler sosyal devlet adına yapılan uygulamaların da kapitalizmin kronik hastalıklarını çözümlemeye yetmeyeceğini savunmaktadırlar. Maksistler refah devleti uygulamasının yerleşik sınıfsal ayrıcalıkları değiştiremeyeceğini, kapitalizmin yapısından kaynaklanan adaletsizliklerin devam edeceğini ifade etmişlerdir (Dik, 2006: 46).
Marksizm mülkiyet hakkını “bireyin ya da bir topluluğun üretim araçlarını ve üretim sonuçlarını kendi yetisi ile ve kendi yararına, belirli bir toplumun sınıfsal ilişkileri sistemine dayanarak ve bu sistemle uyumlu olarak, kullanılabilme hakkı” olarak anlamaktadır (Knapp, 1974: 371).
Marksizm mülkiyet hakkındaki görüşlerini insanlığın gösterdiği gelişmeleri ilkel toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum, sosyalist toplum ve komünist toplum şeklinde kronolojik bir sıraya koyarak açıklamaya çalışmıştır. Bu aşamalardan son ikisi Marksizm’in ulaşmaya çalıştığı toplum yapısını göstermektedir.
Marksizm’de Üretim Araçlarının Mülkiyeti
Asıl nihai hedef komünist toplum olmakla beraber, sosyalist toplum komünist topluma geçiş açısından önemli ve zorunlu bir aşamadır. Sosyalist toplumda tüm üretim araçları toplumun mülkiyetindedir. Bu dönemde tüketim mallarının dağıtımı “herkese çalışmasına göre” devlet tarafından yapılacaktır.
Bu aşamada komünist topluma geçiş için bir dizi önlem alınması gerekmektedir. Bu önlemlerden ilki toprak mülkiyetinin kaldırılması ve bütün toprak rantlarının kamu yararına kullanılmasıdır. Marksistlere göre üretim araçları üzerindeki mülkiyetin topluma geçmesi, ferdin kurtulması yolunda atılmış ilk önemli adımdır (Güriz, 1969: 280).
Bu aşamayı, ağır ve artan oranlı vergiler ve miras haklarının kaldırılması sonucu özel mülkiyetin yavaş yavaş sona erdirilmesi takip edecektir. Daha sonra kredilerin sermayesi devletin olan ve tam tekele sahip bulunan bir ulusal banka aracılığı ile devlet elinde merkezileştirilmesi ile iletişim ve ulaşım araçlarının devlet elinde merkezileştirilmesi söz konusu olacaktır. Devlet tarafından sahip olunan fabrikaların ve üretim araçlarının arttırılarak sanayinin devlete geçmesi sağlanacak, mülkiyeti devlete geçen tüm topraklar ekilecek, bu işlerin gerektireceği iş gücünün sağlanması için herkes için eşit çalışma yükümlülüğü konularak sanayi orduları kurulacaktır. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasından sonra, birbiriyle mücadele eden sosyal sınıflar da tasfiye edilmiş olacaktır.
Toplum komünist toplum aşamasına geçtiğinde sadece üretim araçları değil, bütün mülkiyet toplumsallaşacaktır. Sınıfsız bir toplumun söz konusu olacağı bu aşamada Marksistlerin, üretim araçlarını ellerinde tutanların, diğer insanlar üzerinde kontrol gücüne sahip olmalarının nedeni olarak gördükleri devlet, fonksiyonunu yitirerek ortadan kalkmış olacaktır. Onlara göre sosyal gelenekler, toplumda öylesine kökleşecek ve yerleşecektir ki ve kişisel ihtiyaçlar bu gelenekler sayesinde öylesine tam şekilde karşılanacaktır ki, sınıfların ortadan kalktığı ve baskı altında tutulacak bir sınıfın görülmediği böyle bir toplumda devlete de ihtiyaç kalmayacaktır (Engels, 1967: 243).
Marksistler sınıflar arası çatışmaların uzlaştırılamaz olduğunu vurgulamışlardır. Bundan dolayı, devletin sınıfları barıştırıcı, sınıflar arası menfaat çatışmalarını yatıştırıcı ve uzlaştırıcı bir fonksiyon ifa ettiği görüşünü reddetmiş olmaktadırlar (Güriz, 1969: 284).
Çünkü devlet sınıflar arası çatışmadan doğmuştur. Marksistlere göre devlet, üretim araçlarını elinde bulunduran kişilerin, yani egemen sınıfın, ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak için kullandıkları bir araçtır. Devlet daima bir sınıfın menfaatlerinin temsilcisi ve egemenliğinin aracıdır.
Engels bu konuda şöyle diyor: “Devlet, sınıf karşıtlıklarını frenlemek ihtiyacından doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması ortasında belirdiğine göre, kural olarak en güçlü sınıfın, ekonomik bakımdan egemen olan ve bunun sayesinde siyasi bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir.” (Engels, 1967: 14)
Marksistler devlet ortadan kalktıktan sonra toplumun düzeninin sağlanması için hukuka da gerek kalmayacağını öngörmektedir. Onlara göre devlet ve devletin insanları baskı altında tutmak için kullandığı hukuk düzeni ortadan kalktıktan sonra, kökleşmiş sosyal gelenekler toplumun düzenini sağlayacaktır.