1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Cumhuriyet Anayasalarında Mülkiyet Hakkı


Cumhuriyet Anayasaları incelendiğinde 1924 Anayasası’nın tabii hak doktrininin etkisi altında klasik mülkiyet anlayışını benimsediği, buna karşılık 1961 ve 1982 Anayasalarının sosyal mülkiyet anlayışını benimsediği görülmektedir. Bu anayasaların mülkiyet hakkına yaklaşımlarını incelemeden önce mülkiyet hakkı konusundaki temel yaklaşımların irdelenmesi faydalı olacaktır. 

1921 Anayasasında Mülkiyet Hakkı

20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen ve 1921 Anayasası olarak bilinen “Teşkilatı Esasiye Kanunu” savaş şartlarının acele ihtiyaçlarını karşılayacak zaruri ve sınırlı hükümler ihtiva etmekle yetinmiş, bu nedenle mülkiyet hakkı da dahil olmak üzere, diğer temel hak ve hürriyetlere yer verilmemiştir.

1924 Anayasasında Mülkiyet Hakkı

20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen 1924 Anayasası ise mülkiyet hakkı ile ilgili çeşitli hükümler ihtiva etmekteydi. Fransız İhtilali ve tabi hukuk doktrininden esinlenerek hazırlanmış olan bu Anayasa ile liberal mülkiyet anlayışı benimsenmiştir. 1924 Anayasası tabii haklar yaklaşımını benimsemiştir. Bu Anayasa’nın 68. maddesine göre hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her türlü tasarrufta bulunmak anlamına gelmektedir. 

Bu Anayasa için Kanuni Esasi Encümeni tarafından hazırlanan taslakta “Türklerin hukuku ammesi” kısmında mülkiyet hakkını ilgilendiren çeşitli hükümlere yer verilmişti (TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt: 7, Sayfa: 221-222). Maddeler küçük üslup değişiklikleri ile kabul edilmiştir (TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt: 8/1, Sayfa: 903-905).

Mülkiyet hakkı da 1924 Anayasası’nda diğer haklarla birlikte tabii bir hak olarak görülmüştür. Bu Anayasa’nın 70. maddesinde yer alan “temellük ve tasarruf hakları ve hürriyetleri Türklerin tabi hukukundandır” hükmü mülkiyet hakkının da tabii bir hak olarak göründüğüne işaret etmektedir. Tabi hakların doğal sınırı da 68. maddede çizilmiştir. 68. maddeye göre tabii hakların doğal sınırı, başkalarının hürriyetinin sınırıdır. Maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları şu şekildedir: “(2) Hürriyet, başkasına muzır olmayacak her türlü tasarrufatta bulunmaktır. (3) Hukuku tabiiyeden olan hürriyetin herkes için hududu başkalarının hürriyetidir. Bu hudut ancak kanun marifetiyle tespit ve tayin edilir.” Bu sınır ise (79. madde gereği) ancak kanun marifetiyle tespit ve tayin edilecektir. Buna göre malik, başkasına zarar vermemek şartıyla mülkü konusunda dilediğini yapabilme hakkına sahiptir.

70. madde de mülk edinme (temellük), mülkünü dilediği gibi kullanma, ondan yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme hakkı vermektedir. Her şeyden önce 70. maddede “Şahsî masuniyet, vicdan, tefekkür, kelâm, neşir, seyyahat, akid, sâyi amel, temellük ve tasarruf, içtima, cemiyet, şirket hak ve hürriyetleri Türklerin tabiî hukukundandır.” denilerek temellük ve tasarrufun (yani mülk edinme ve mülkü üzerinde tasarrufta bulunmanın), tabii haklardan olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca 71. madde de “mal, her türlü taarruzdan masundur” şeklinde ifade edilen hüküm, kişilerin sahip oldukları malları koruma altına almaktadır.

Buna göre hürriyet başkasına zarar vermeyecek her türlü tasarrufta bulunabilmektedir. Herkesin hürriyetinin sınırı ise başkasının hürriyetidir ve bu sınır ancak kanunla tespit ve tayin edilebilir. Bu maddelerin yanı sıra “Can, mal, ırz, mesken her türlü taarruzdan masundur.” hükmünü ihtiva eden 71. madde de mülkiyet hakkı koruma altına alınmıştır.

Bu anlamda 1924 Anayasası’nın sınırsız bir mülkiyet anlayışı benimsediği, bu anlayışında Roma hukukunun mülkiyet anlayışı ile oldukça benzeştiği ileri sürülebilir. Bu dönemde yürürlüğe konulan 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 618. maddesi de malikin mülkiyetindeki şeyde kanunlar dairesinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkına sahip olduğunu hüküm altına almıştır. Bu hüküm de tabii hak yaklaşımının benimsendiğini göstermektedir. Bunda, Kanun’un aynen iktibas edildiği İsviçre Medeni Kanunu’nun bireyci görüşlerin ağır bastığı, buna karşılık mülkiyetin sosyal fonksiyonunun henüz benimsenmediği bir dönemde hazırlanmış olmasının da etkisi söz konusudur (Zevkliler, 1977: 577).

Ancak bu durum mülkiyet hakkına hiçbir sınırlama getirilmediği anlamına gelmemektedir. Bizzat Anayasa’nın kendisi mülkiyet hakkının bazı durumlarda kısıtlanabileceğini hüküm altına almıştır. Örneğin Anayasa’nın 74. maddesi kamu yararının gerektirdiği durumlarda özel mülkiyette bulunan taşınmazların kamulaştırılmasına cevaz vermiştir. Aynı madde olağanüstü durumlarda kişilere para ve mal gibi konularda mükellefiyetler yüklenebileceğini hüküm altına almıştır.

Üstelik bu Anayasa’nın 79. maddesinde “temellük ve tasarrufun sınırı kanunla çizilir” denilmek suretiyle mülkiyet hakkının kanunla sınırlanabileceği belirtilmiştir. Bu anlamda başta 743 sayılı Türk Medeni Kanunu olmak üzere pek çok kanunla mülkiyet hakkına çeşitli kısıtlamalar getirilmiştir.

Ancak sınırlamanın şartları ile ilgili olarak Anayasa’da herhangi bir hüküm yer almadığı için kanun koyucu mülkiyet hakkını dilediği gibi kısıtlama imkanı bulmuştur. Üstelik kanunların, Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekle görevli bir Anayasal organının bulunmaması da özellikle çok partili hayata geçildikten sonra ciddi tartışmalara neden olmuştur (Tuğrul, 2004: 57).

1924 Anayasası döneminde mülkiyet hakkının düzenlenmesi anlamında 743 sayılı Türk Medeni Kanunu temel teşkil eder. Bu Kanun bir yandan mülkiyet hakkını korurken bir yandan da mülkiyet hakkına önemli kısıtlamalar getirmiştir. Üstelik Medeni Kanun ve bu dönemde çıkarılan bazı diğer düzenlemeler Osmanlı İmparatorluğu döneminde miri arazi niteliğinde bulunan ve bu nedenle kuru mülkiyeti devlette bulunan taşınmazların özel mülkiyete geçmesine neden olmuştur. Miri araziye dayalı tımar sistemi, Osmanlı toplumundaki özel mülkiyete doğru yönelen tarihi evrimini bitirerek ortadan kalkmıştır (Topuz, 2007: 380).

Bu anlamda bu düzenlemeler İmparatorluktan Cumhuriyete geçişte toplumun mülkiyet yapısı üzerinde önemli bir değişiklik meydana getirmiştir. Bunun yanı sıra alacak hakları 818 sayılı Borçlar Kanunu ile düzenlenmiştir. Fikri mülkiyet hakları konusunda 1326 (1910) yılında çıkarılan Hakkı Telif Kanunu 1951 yılına kadar yürürlükte kalmış, bu tarihte 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kabul edilmiştir. Ayrıca orman mülkiyeti konusunda Orman Kanunu, madenler konusunda 6309 sayılı Maden Kanunu, kamulaştırma konusunda 6831 sayılı İstimlak Kanunu gibi kanunlar yürürlüğe konulmuştur.

1961 Anayasasında Mülkiyet Hakkı Konusu

a) 1961 Anayasası Hazırlık Çalışmalarında Mülkiyet Hakkı

1961 Anayasası dönemin şartlarına uygun olarak, kuvvetli bir temel hak ve özgürlükler rejimi getirmiştir. Bu Anayasa devlet/birey dengesinde bireye ağırlık vermiş ve temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesini temel hedef olarak benimsemiştir. Gerçekten de 1961 Anayasasının 10. maddesinde “herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” hükmü yer almış ve Devlet; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırmak ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamakla yükümlü kılınmıştır.

1961 Anayasası tasarısı Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanmış, Temsilciler Meclisinde iki kez görüşüldükten sonra Milli Birlik Komitesi tarafından değerlendirilmiş, Milli Birlik Komitesince değiştirilen maddeler tekrar Temsilciler Meclisinde görüşülmüş, Temsilciler Meclisinin tekrar değiştirdiği maddeler ise Kurucu Meclis tarafından karara bağlanmıştır.

Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan tasarıda mülkiyet hakkı 36, 37 ve 38. maddelerde yer almıştır. 36. madde mülkiyet hakkıyla ilgili genel kuralı, 37. madde toprak mülkiyetini, 38. madde ise kamulaştırma ve millileştirmeyi düzenlemektedir.

Tasarıda ilk dikkat çeken nokta 36. maddede mülkiyet hakkının değil, mülk edinme hakkının düzenlenmesidir. Madde metninde “mülk edinme” ibaresi geçmektedir. Maddenin Temsilciler Meclisinde yapılan görüşmelerinde de sadece mülk edinme hakkını düzenlediği, buna karşılık mevcut mülkiyeti koruma ve kullanma hakkını düzenlemediği yolunda eleştiriler olmuş ise de tasarıyı hazırlayan Anayasa Komisyonu’nun sözcüsü Muammer Aksoy bunun yalnızca mülk edinme hakkını değil, aynı zamanda mevcut mülkiyeti koruma ve kullanma hakkını da kapsadığını vurgulamıştır (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 4, Sayfa: 87). Komisyon sözcüsüne göre tasarıda “mülk edinme” ibaresinin kullanılması 1924 Anayasası’nın 74. maddesinde yer alan “temellük” kelimesinin Türkçeleştirilerek tasarıya alınmasından kaynaklanmaktadır.

İkinci husus yalnızca mülkiyet hakkının düzenlenmiş olması, buna karşılık miras hakkının düzenlenmemiş olmasıdır. Zaten bu nokta Temsilciler Meclisinde yapılan görüşmelerde de sık sık dile getirilmiştir. Miras hakkı konusundaki temel endişe, mülkiyet hakkının anayasal koruma altına alınmadığı durumlarda ağır vergiler yoluyla mirasın büyük bir kısmının devlete geçirilebilmesi ihtimalidir. Bu eleştirilere karşılık Anayasa Komisyonu sözcüsü Muammer Aksoy açıklamalarında mülkiyet hakkının, miras hakkını da ihtiva ettiğini vurgulamıştır. Komisyon sözcüsüne göre miras hakkı, mülkiyet hakkının doğal bir parçasıdır. Miras hakkının tanınmadığı bir mülkiyet hakkının tam bir mülkiyet hakkı olduğunu söylemek mümkün değildir. Fakat Anayasa Komisyonu başkanının ve sözcüsünün “miras hakkının, mülkiyet hakkının bir parçası olduğu” yolundaki savunması üyeleri tatmin etmemiştir. Buna paralel olarak, miras hakkının da madde metninde açıkça yer alması gerektiğine yönelik eleştiriler çoğalmıştır. Bu eleştiriler Anayasa Komisyonu tarafından kabul edilmiş ve mülkiyet hakkını düzenleyen 36. madde aşağıdaki şekilde yeniden tasarımlanmıştır (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 3, Sayfa: 252):

“Madde 36 – Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Mülkiyet hakkının kullanılması, kamu yararına aykırı olamaz. Mülkiyet hakkının sınırları ve miras hakkının sınırları kanun ile düzenlenir”

Maddede dikkat çeken ilk husus, Temsilciler Meclisinde daha önceden yapılan eleştirilerin dikkate alınarak miras hakkının da 36. madde kapsamına alınmasıdır. Anayasa Komisyonu aslında mülkiyet hakkının miras hakkını da kapsadığı görüşündedir, ancak maddenin kapsamından doğacak yanlış anlamaları önlemek amacıyla miras hakkı da maddeye dahil edilmiştir.

Maddenin bu halinde bir başka tartışma konusu ortaya çıkmıştır. Üyelerden bazıları mülkiyet hakkının kişisel bir hak olduğunu, bundan dolayı sosyal hak ve ödevler kısmında değil, kişi hakları bölümünde düzenlenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 3, Sayfa: 252). Bu eleştirilere göre mülkiyet hakkı gibi şahsi bir hakkın, sosyal ve ekonomik haklar bölümünde değil, klâsik kişisel haklar ve hürriyetler bölümünde yer alması gerekir. Mülkiyet hakkı şahsi bir haktır. Mülkiyet hakkının, sosyal ve ekonomik haklar bölümünde düzenlenmesi şu şekilde bir sakınca doğurur. Ekonomik ve sosyal haklar bölümünün sonunda bulunan bir madde (51. madde) iktisadi ve sosyal hakların gerçekleşmesi için Devlete malî ve iktisadi kaynaklarının yeterliği ölçüsünde bunu yerine getirmek görevi yüklemektedir. Oysa ki mülkiyet hakkının korunması açısından 51. maddenin uygulanması düşünülemez. Üstelik tarihî gelişim içinde mülkiyet hakkı, kişisel hak ve hürriyetler arasında yer almıştır. Fakat, ileri sürülen bu görüşler ve verilen önergeler Temsilciler Meclisi tarafından kabul görmemiş ve mülkiyet hakkı sosyal ve ekonomik haklar bölümünde düzenlenmiştir.

Maddenin bu haliyle ilgili ikinci mesele mülkiyet hakkının kanunla “sınırlanacağı mı” yoksa “düzenleneceği mi” konusundadır. Necip Bilge bu konuda şu eleştirilerde bulunmuştur (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 3, Sayfa: 254): “Komisyonun teklifinde ‘Mülkiyet hakkının kullanılması sınırları kanunla düzenlenir’ denilmektedir. Bendeniz, düzenleme kelimesini yerinde bulmuyorum, yerinde görmüyorum. Çünkü bu şekilde, olursa, yani düzenleme kelimesi kullanılırsa, kanunun sınırlamadığı, yani düzenlemediği yerde bu haklar kullanılamaz demektir.” Necip Bilge’nin bu konuda verdiği önerge kabul edilmiş ve komisyonca maddeye son şekli şu şekilde verilmiştir (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 3, Sayfa: 282): “Madde 36 – Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” Madde ilk görüşmelerde bu haliyle kabul edilmiştir.

Maddenin Temsilciler Meclisindeki ikinci görüşmelerinde de çeşitli tartışmalar söz konusu olmuştur. Bunların başında da kamu yararı kavramının, kişiler lehinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaları da kapsayıp kapsamadığı gelmektedir. Kapsamadığı görüşünde olan bazı üyeler (Esat Çağa) maddeye “Türk Medeni Kanununun fert lehine kabul etmiş olduğu tahditler saklıdır” şeklinde bir fıkra ilavesini teklif etmişlerdir (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 4, Sayfa: 494). Buna karşılık Anayasa Komisyonu sözcüsü kişi lehine getirilen sınırlamaların da kamu yararı kavramına dahil olduğunu vurgulamıştır. Neticede bu ve diğer önergeler kabul edilmemiş ve madde olduğu gibi kabul edilmiştir (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 4, Sayfa: 495).

Maddenin Milli Birlik Komitesinde yapılan görüşmelerinde maddeye arsa spekülasyonun önlenmesine dair bir hüküm konması teklif edilmiştir. Buna gerekçe olarak da 36. maddenin arsa spekülasyonunu önlemeye yeterli olmaması gösterilmiştir  (Milli Birlik Komitesi, Genel Kurul Toplantısı Tutanakları, Cilt: 6, Sayfa: 16). Yapılan tartışmalarda bir sonuca varılamaması üzerine madde yeniden düzenlenmek üzere geri gönderilmiştir. Bu amaçla kurulan beş kişilik bir komisyon bu hükmün, mülkiyet hakkını düzenleyen 36. maddeye değil, toprak mülkiyetini düzenleyen 37. maddeye eklenmesini önermiş ve bu husus kabul edilmiştir (Milli Birlik Komitesi, Genel Kurul Toplantısı 87. Birleşim Tutanakları, Cilt: 6, Sayfa: 19) Dolayısıyla 36. madde Temsilciler Meclisinde kabul edildiği şekliyle benimsenmiştir.

“Sosyal ve İktisadi Haklar” arasında düzenlenen bu hak 1961 Anayasası’nda şu şekilde yer almıştır: “Madde 36 – (1) Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. (2) Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. (3) Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

b) 1961 Anayasasında Mülkiyet Hakkı: Sosyal Mülkiyet Yaklaşımı

Öncelikle belirtmek gerekir ki 1961 Anayasası da herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğunu hüküm altına alarak özel mülkiyeti kabul etmiştir. Bundan dolayı mülkiyet hakkını tümüyle ortadan kaldıran bir düzenleme mümkün olmadığı gibi, devletin mülkiyet hakkına Anayasa’ya aykırı şekilde müdahalede bulunması da söz konusu değildir.

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  Parselasyona Tabi Tutulan Parsellerde Yüzölçümü Hatalarının Düzeltilmesi

Üstelik Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi de özel mülkiyetin tanınmasını zorunlu kılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne göre de “mülkiyet hakkını tanımayan bir devlet sisteminin; kamu yararı düşüncesine dayansa bile, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen demokratik bir hukuk devleti sistemi olduğu savunulamaz” (Anayasa Mahkemesi’nin 12.10.1976 tarihli ve E: 1976/38, K: 1976/46 sayılı kararı)

Ancak 1961 Anayasası’ndaki mülkiyet anlayışı 1924 Anayasası’ndaki mülkiyet anlayışından oldukça farklıdır. 1961 Anayasası, mülkiyet hakkını sosyal bir hak olarak görmüştür. Aslında sosyal devlet anlayışı 1961 Anayasası’nın geneline hakim olan bir ilkedir. 1961 Anayasası’nın hazırlayan Anayasa Komisyonu hazırladığı gerekçede sosyal devlet ilkesine oldukça sık atıf yapmıştır.

Fakat “sosyal devlet” kavramı Temsilciler Meclisi üyeleri arasında endişelere neden olmuştur. Bu endişenin temel nedeni tasarının 2. maddesinde yer alan “sosyal devlet” kavramının sosyalizmi kastedip kastetmediği ve tasarıda benimsenin sosyal devlet anlayışının mülkiyet hakkını tanıma konusunda şüphelere yol açabileceğidir.

Sosyal devlet ve sosyal mülkiyet anlayışı konusundaki ikinci endişe ise sosyal mülkiyet anlayışının bireysel menfaate oranla, toplumsal menfaate fazlasıyla ağırlık vermesidir. Özellikle iktisadi kalkınma amacıyla yapılacak yatırımlarda mülkiyet hakkına müdahale edilmesi konusu oldukça tartışılmıştır.

İktisadi kalkınmaya büyük önem verilmekle ve bu amaçla mülkiyet hakkına müdahalede bulunulabileceği kabul edilmekle beraber Temsilciler Meclisinin bazı üyelerinde, bu müdahalelerde aşırıya kaçılabileceği endişesi söz konusu olmuştur. Özellikle kamulaştırma müessesesinin düzenlendiği 38. maddenin Anayasa Komisyonu tarafından yazılan ilk halinde “Kalkınma plânına giren tesislerin kurulması” amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda kamulaştırma bedelinin taksitle ödenebileceğinin belirtilmesi bu endişeyi doğurmuştur.

Fakat bu endişelere rağmen, netice itibarıyla 1961 Anayasası’nın sosyal mülkiyet anlayışını benimsediğini rahatlıkla söylemek mümkündür. Gerçekten de mülkiyet hakkını koruyan 36. madde, bu hakkın kamu yararı amacıyla sınırlanabileceğini, ayrıca bu hakkın kullanılmasının toplum yararına olmayacağını öngörmüştür.

36. maddenin gerekçesinde “Birinci fıkra ile ikinci fıkranın birinci cümlesinin izahına lüzum yoktur, İkinci fıkranın ikinci cümlesi hükmü ise, 19 ncu yüzyılın ikinci yansından ve bilhassa 20. yüzyılın başlarından bu yana bütün medeni memleketlerde hâkim olan ve bugün genel olarak kabul edilen bir temayülün mahsulüdür. Artık mülkiyet hakkı Roma Hukukundaki anlamda, ferdin toplum menfaatini dahi hesaba katmaksızın istediği gibi kullanabileceği bir hak hudutsuz bir hürriyet niteliğini taşımamaktadır. Batı medeniyetinin öncüleri olan ve kolektif iktisat temayüllerinden çok uzak bulunan memleketlerde, hatta eski hukukumuzda dahi mülkiyet anlayışı, mülkiyetin aynı zamanda sosyal karaktere sahip bir hak olduğu yolundadır. Medeni Kanunumuzun mülkiyet anlayışı da bu istikâmettedir. Sözü geçen hükmün bazı anayasalarda olduğu gibi, Anayasa’mızda da yer alması kanun koyucuya yol gösterecek, içtihatlara istikâmet gösterecek ve genel olarak fertler üzerinde terbiyetkâr tesire sahip olacaktır.” denilerek Anayasa’nın sınırsız bir mülkiyet hakkı öngörmediği, tam aksine mülkiyet hakkının soysal yönüne de önem verdiği gösterilmiştir.

Bunun yanı sıra Anayasa’nın başlangıç kısmında Anayasa’nın amacı “insan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak” olarak ifade edilmiştir. Başlangıç kısmının demokratik hukuk devletinin sosyal temellerine vurgu yapması anlamlıdır.

Ayrıca Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesi de mülkiyetin sosyal yönü ağır basan bir hak olduğunu göstermektedir (Zevkliler, 1977: 576). Üstelik Anayasa’nın başta kamulaştırma, devletleştirme, toprak mülkiyeti olmak üzere pek çok maddesi mülkiyet hakkının sınırlandırılması sonucunu doğuracak hükümler ihtiva etmiştir. Bu kapsamda Anayasa özellikle taşınmaz mülkiyeti söz konusu olduğunda mülkiyet hakkını daha da kısıtlamayı uygun görmüştür (Zevkliler, 1977: 563).

Mülkiyet hakkının; temel hak ve özgürlüklerin sınıflandırılmasında kullanılan “kişinin hak ve ödevleri”, “sosyal ve iktisadi haklar ve ödevler” ile “siyasi haklar ve ödevler” ayrımında sosyal ve iktisadi haklar ve ödevler altında düzenlenmesi de sosyal mülkiyet anlayışının benimsendiğini göstermektedir.

Bu anlamda mülkiyet hakkı, artık dokunulamaz bir hak değildir, mülkiyet hakkı kişiye sadece haklar değil, topluma karşı bazı ödevler yükleyen bir haktır (Etgü, 2009: 131). 1961 Anayasası bireysel menfaat ile toplumsal menfaat arasında bir denge kurmayı amaçlamıştır. Ancak belirtmek gerekir ki bu dönemde dahi bireysel mülkiyet kural, mülkiyet hakkının sınırlanması ise istisnadır (Eren, 1974: 793).

Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası döneminde birey/toplum dengesinde, sosyal devlet ilkesinin doğal bir sonucu olarak, topluma ağırlık veren bir tutum izlemiştir (Eren, 1974: 793). Anayasa Mahkemesi bu dönemde verdiği kararlarında mülkiyet hakkının, 1961 Anayasası’nda sınırsız bir hak olarak tanınmadığını; fert yararı ile toplum yararının karşılaştığı alanlarda, toplum yararının üstün tutulduğunu (Anayasa Mahkemesinin 28.04.1966, E: 1966/3, K: 1966/23 kararı); Anayasa koyucunun mülkiyet hakkının toplum yararı bir tarafa bırakılmak suretiyle istenildiği gibi kullanılabilen bir hak olarak görmediğini (Anayasa Mahkemesinin 21.09.1966, E: 1966/14, K: 1966/36 kararı) vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesi bir kararında (02.06.1964, E: 1964/13, K: 1964/43) şu görüşü belirtmiştir: “Mülkiyet hakkı geçen yüzyılın ferdiyetçi doktrinlerinin etkisi altında malikin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, kutsal ve doğal haklardan sayılırken günümüzde bu görüş değişmiş ve mülkiyet hakkı, malikine toplum yararına bazı ödevler ve görevler yükleyen sosyal bir hak olarak görülmeye başlanmıştır”

Mülkiyet hakkının sosyal bir nitelik taşımasının iki önemli sonucu ortaya çıkar. Bunlardan birincisi, devletin temel görevi sadece kişilerin mevcut mülklerini korumak değil, fakat bundan da önemlisi toplumun zayıf kesimlerinin mülkiyete erişebilmelerini sağlamaktır. İkinci olarak bireysel yarar ile toplum yararı karşı karşıya geldiği zaman toplum yararına üstünlük tanınacaktır. 36. maddede kamu yararının gerektirdiği hallerde mülkiyet hakkının kanunla sınırlanabileceği açıkça belirtilmiştir.

1982 Anayasası Hazırlık Çalışmalarında Mülkiyet Hakkı Konusu

1982 Anayasası Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanmış, Danışma Meclisi tarafından iki kez görüşüldükten sonra Milli Güvenlik Konseyi tarafından son hali verilmiştir.

Danışma Meclisi Tasarısında Mülkiyet Hakkı

Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan Anayasa tasarısının III. Bölümünde mülkiyet ve miras hakları Mülkiyet ve miras hakları” başlığı altında düzenlenmiştir. Bu bölümde ilk olarak mülkiyet hakkıyla ilgili genel kurala, sonrasında ise mülkiyet hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran diğer konulara (toprak mülkiyeti, tanının ve tarımla uğraşanların korunması, kooperatifçiliğin geliştirilmesi, kıyılardan yararlanma, kamulaştırma, devletleştirme) yer verilmiştir. Tasarı da mülkiyet hakkı, Sosyal ve Ekonomik Haklar bölümünde şu şekilde düzenlenmişti (Danışma Meclisi Anayasa Tasarısı, Sayfa: 17, Alıntı: Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 7, Sayfa: 87): “III. Mülkiyet ve miras hakları

MADDE 43 – (1) Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, diğer temel haklar gibi, Anayasanın güvencesi altındadır. (2) Mülkiyet ve miras hakları, ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir. (3) Mülkiyet hakkının kullanılması, toplum yararına aykırı olamaz. (4) Kamu hizmeti ve kamu yararı amacıyla dahi mirasçıların saklı payları azaltılamaz.”

Danışma Meclisi Görüşmeleri

Maddenin Danışma Meclisindeki görüşmelerinde bazı önemli eleştiriler söz konusu olmuştur. Bu eleştirilerin başında da maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Bu haklar, diğer temel haklar gibi, Anayasanın güvencesi altındadır.” ibarenin gereksiz olduğu yönündeki eleştiriler gelmiştir. Bu eleştirilere göre Anayasa’nın diğer maddelerinde açıkça bu yönde bir ibare bulunmamasına rağmen mülkiyet hakkıyla ilgili maddede bu hükmün bulunması hem gereksizdir, hem de diğer haklara ilişkin anayasal güvenceyi azaltmakta, sanki diğer haklar anayasanın güvencesi altında değilmiş gibi bir algı ortaya çıkarmaktadır.

Buna karşılık Anayasa Komisyonu Başkanı Orhan Aldıkaçtı, bu yönde bir belirtme yapmalarının gereksiz olduğunu kendilerinin de farkında olduklarını, ancak mülkiyet hakkına yapılan tecavüzleri önlemek ve engellemek adına bu şekilde bir belirtme yapma ihtiyacı hissettiklerini vurgulamıştır. Komisyon, mülkiyet hakkının korunmasını ayrıca vurgulamak üzere böyle bir ifadeyi tercih etmiştir.

Anayasa Komisyonu Başkanına göre, Komisyon, mülkiyet hakkının korunmasının Anayasa kuralı olduğunu okuyanlara derhal hatırlatmak; okuyanlara, okuyanların genel kültürü içerisinde değil, maddenin kendi muhtevası içerisinde mülkiyet ve miras haklarına dokunulmamak gerektiği anlatmak istemiştir. Komisyon, mülkiyet ve miras haklarına son yıllarda yapılan devamlı tecavüzler veyahut da teşvikler yüzünden bu maddenin yazılmasında, daha doğrusu bu cümlenin ilave edilmesinde yarar görmüştür. Yapılan görüşmeler ve oylama neticesinde cümlenin madde metninden çıkarılmasına ilişkin önergeler reddedilmiştir.

İkinci eleştiri ise mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğini öngören 2. fıkranın, devletin iktisadi sistemin tamamen değiştirilmesine yol açabileceğidir. Bu endişelere göre mülkiyet hakkı çok kuvvetli şekilde kısıtlanırsa bu durumun devletin iktisadi sisteminin kapitalizm dışına çıkarma riski söz konusudur. Bundan dolayı mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlandırılmasının dahi devletin iktisadi rejimini değiştirmeyeceği ve mülkiyet hakkını ortadan kaldıramayacağına dair önergeler verilmiştir.

Ancak Anayasa Komisyonu ve üyelerden büyük bir kısmı böyle bir endişeye katılmadıkları için önergeler reddedilmiştir. Ayrıca maddenin “Kamu hizmeti ve kamu yararı amacıyla dahi mirasçıların saklı payları azaltılamaz.” hükmünü ihtiva eden son fıkrasının çıkarılması yönünde pek çok önerge verilmiştir. Bu önergelere Anayasa Komisyonunun da katılmasıyla fıkra, madde metninden çıkarılmış ve Danışma Meclisindeki ilk görüşmelerde madde aşağıdaki şekilde kabul edilmiştir (Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 8, Sayfa: 415):

“Madde 43- (1) Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, diğer temel haklar gibi, Anayasanın güvencesi altındadır. (2) Mülkiyet ve miras hakları, ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir. (3) Mülkiyet hakkının kullanılması, toplum yararına aykırı olamaz.”

Maddenin Danışma Meclisindeki ikinci görüşmelerinde de herhangi bir değişiklik söz konusu olmamış ve madde aynen kabul edilmiştir (Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 10, Sayfa: 585). Tasarı madde, gerek birinci ve gerekse ikinci görüşmelerde “Sosyal ve Ekonomik Haklar” bölümünde düzenlenmiştir.

1982 Anayasası Mülkiyet Hakkı Maddesinin Gerekçesi

Anayasa tasarısı, Danışma Meclisinde kabul edildikten sonra, maddelere uygun olarak gerekçeler hazırlanmıştır.  Milli Güvenlik Konseyine sunulan bu tasarıda mülkiyet hakkının gerekçesi olarak, Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan gerekçe bir küçük değişiklik dışında aynen kabul edilmiştir. Bu küçük değişiklik ise mirasçıların saklı paylarının korunmasıyla ilgilidir.

İkinci gerekçede, ilk gerekçede bulunan “Bilindiği üzere Medenî Kanunda mirasçılara, miras bırakana yakınlıklarına göre mahfuz hisseler (saklı paylar) tanınmıştır. İşte bu kanunî mahfuz hisselerinin kamu yararı ve kamu hizmeti gibi amaçlarla dahi, bu saklı payların azaltılamayacağı hükme bağlanmıştır. Bu son nokta giderek özel miras hakkının ve mirasçılık haklarının yerine mirasın Devlete veya kamu kurum veya kuruluşlarına geçmesine yol açabilecek tehlikeli bir yol olarak görülmektedir.” kısmı çıkarılmıştır (Danışma Meclisince Kabul Edilen Anayasa Tasarısı ve Gerekçesi, Sayfa: 23)

Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonunda Mülkiyet Hakkı

Anayasa tasarısı Danışma Meclisinde kabul edildikten sonra Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonu tarafından değerlendirilmiştir. Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonu birinci fıkrasında yer alan “Bu haklar, diğer temel haklar gibi Anayasanın güvencesi altındadır.” cümlesini maddeden çıkarmıştır. Bu değişikliğin gerekçesi olarak Anayasada sayılan tüm temel hak ve hürriyetler gibi mülkiyet ve miras hakkının da herhangi bir açıklamaya gerek olmaksızın Anayasanın güvencesi altında olması, diğer temel hak ve hürriyetler için ilgili maddelerinde bu kurala yer verilmemesi gösterilmiştir (Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonu Raporu, Sayfa: 71, Alıntı: Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, Cilt: 7, Sayfa: 496)

Ayrıca Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonu mülkiyet hakkını, Sosyal ve Ekonomik Haklar bölümünden çıkararak, “Kişinin Hakları ve Ödevleri” bölümüne, 35. madde olarak almıştır. Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonu tarafından benimsenen metin şu şekildedir:

“Madde 35 – (1) Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. (2) Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. (3) Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

Milli Güvenlik Konseyinde yapılan görüşmelerde maddede herhangi bir değişiklik yapılmamış ve madde bu haliyle yasalaşmıştır (Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, Cilt: 7, Sayfa: 347). Görüldüğü üzere maddenin ilk fıkrası mülkiyet hakkını, ikinci fıkrası ise mülkiyet hakkının sınırlanmasını düzenlemekte, üçüncü fıkra ise mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı olarak kullanılmayacağını öngörmektedir. Ayrıca Anayasa’nın 13. maddesi, mülkiyet hakkının da aralarında bulunduğu temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin hükümler ihtiva etmektedir. Bunların yanı sıra, Anayasa’nın 43, 44, 46, 47, 63, 73, 167 ve 168. maddeleri de (açıkça olmasa da) mülkiyet hakkının sınırlandırılması sonucunu doğuran hükümler ihtiva etmektedir.

1982 Anayasasının Mülkiyet Hakkına Bakışı

Bu konuda şu yazımıza bakınız: 1982 Anayasasının Mülkiyet Hakkına Bakışı

Cumhuriyet Anayasalarinin Mulkiyet Hakkina Bakisi

Cumhuriyet Anayasalarının Mülkiyet Hakkına Bakışı