1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Kapitalizm Nedir? Kapitalizmin Mülkiyet Anlayışı Nedir?


Kapitalizm Nedir? Kapitalizmde Mülkiyet

Kapitalizmin temel felsefesi şudur: Özel mülkiyet ve sözleşme özgürlüğüne dayalı bir ekonomide, piyasa fiyatları, kendi çıkarını düşünen bireylerin eylemleriyle toplumun refahını bütünleştirir (Bıçkı, 2001: 36). Klasik yaklaşım olarak da adlandırılan kapitalizmin hak ve özgürlük yaklaşımı, bireye ve bireyin iradesine dayanır (Eren, 1974: 766). Bu yaklaşım, insanların doğuştan itibaren haklara sahip olduklarını ve devletin bu haklara dokunamayacağı ilkesini savunmaktadır.

Bu görüşe göre birey devlet ortaya çıkmadan önce de bazı haklara sahiptir, dolayısıyla bireylerin sahip olduğu hakların kaynağı devlet değildir (Etgü, 2009: 53). Dolayısıyla devletin hakları karşısındaki konumu sınırlandırıcı değil, koruyucudur.  Malik mülkü üzerinde sınırsız hakka sahiptir (Eren, 1977: 173). Ricardo, kapitalist ekonomi düzeninin dayandığı en önemli ilkelerden birinin toprak ve sermaye üzerindeki özel mülkiyetin her türlü tehlikeden uzak tutulması olduğunu vurgulamıştır (Güriz, 1969: 245). “Kapitalist bir üretim düzeni için kaçınılmaz” olarak nitelendirilen üretim araçlarının özel mülkiyette bulunması ilkesi, insanın kazanma eğilimini gerçekleştirebilmesinin zorunlu sonucu ve temel nedeni olmak özelliğini taşır (Güriz, 1969: 245).

Kapitalist sistemin temelini özel mülkiyet oluşturmaktadır. Bundan dolayı bu sistem ferdi ya da özel mülkiyet sistemi de denilmektedir (Eren, 1974: 766). Bu sistemde bireyin sahip olduğu mülkiyet hakkı sınırsız ve tekelci bir özellik gösterir.

 Kapitalizme Göre Mülkiyetin Kaynağı

Kapitalizmin özel mülkiyete verdiği önem, farklı yazarlar tarafından çeşitli gerekçelerle açıklanmıştır. Bu anlamda tek bir kapitalist mülkiyet teorisi bulunduğu söylenemez (Güriz, 1969: 246).

Emek

Kapitalizmin öncüsü, mülkiyet hakkı ile görüşleri pek çok düşünürü etkilemiş olan Locke, mülkiyet hakkını emek ile açıklamaya çalışmıştır. Tabii haklar teorisinin ilk öncülerinden biri olan Locke mülkiyet hakkına özel bir önem atfetmektedir. Locke, başlıca haklar arasında saydığı mülkiyet hakkının korunmasını devletin başlıca görevleri arasında görmektedir. Locke egemenliği de mülkiyete dayandırmış ve egemenliği “mülk sahiplerinin mülk sahiplerine verdiği yetki” şeklinde tanımlamıştır (Güvenç, 2008: 17). Amerikan ve Fransız Bildirilerinin esin kaynağını oluşturduğu söylenebilecek Locke; insanın doğal haklarından yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakkının kendisinde kaldığını, bu haklarını korumak için sahip olduğu cezalandırma hakkını siyasal topluma devrettiğini ifade eder (Öğütçü, 2005: 573). Locke mülkiyeti ifade etmek için mülkiyetin yanı sıra yaşam ve özgürlüğü de içeren geniş bir anlama sahip olan “property” kelimesi ile dar anlamda mülkiyeti ifade eden “estate” kelimelerini kullanmıştır (Akbaş, 2005: 2). Locke için mülkiyet hakkı o kadar önemlidir ki bir kimse kendisinden bir malını ya da parasını zorla almak isteyen hırsızı öldürme hakkına sahiptir (Etgü, 2009: 57). Çünkü mülkiyetin kaynağı devlet ya da bir başkası değil, bizzat kişinin emeğidir. Locke mülkiyetin kaynağını açıklarken emeğe özel bir önem atfetmektedir.

Locke, tabiatta bulunan herhangi bir nesneye emeğini katan kişinin onu “kendisinin” yaptığını vurgulamaktadır. Bu şekilde bir kişinin mülkiyetine giren nesnelerin, diğer kişilerle bağlantısı kopmaktadır.

Locke, “herhangi bir nesneye emek katmak” ibaresinden, o nesnenin tabiat halinde bulunduğu durumdan ayırmayı anlamaktadır. Bu anlamda meyveleri, ağaçtan toplamak ona emek katmak anlamına gelmekte ve meyveleri, toplayan kişinin mülkiyetine sokmaktadır. Aynı şekilde yer yüzünün herhangi bir parçasını işleyen kişi de o taşınmaza emeğini katmış ve mülkiyetine dahil etmiş olur.

Ancak belirtmek gerekir ki Locke’un görüşüne göre, bir insanın emeğini vermek yoluyla bir toprak parçasını kendi malı yapması, diğer insanların da emeklerini katabilecekleri, ayni kalitede yeterli toprağın bulunması şartıyla diğerlerinin hakkına dokunmaz (Güriz, 1969: 138). Bu anlamda bir insanın başka birinin mülküne saldırması veya komşusunun zararına mülk sahibi olması mümkün değildir.

Locke’un görüşüne göre, insanlar emek yoluyla kazandıkları mülkiyeti, kanunlar ile koruma yoluna gitmişlerdir. Bu anlamda devletin temel amacı, mülkiyet hakkını korumaktır.

Kişisel Fayda

Zamanla, emek-mülkiyet ilişkisinin gittikçe zayıflaması ve Marksist yazarlarca eleştirilmesi, kapitalist görüşü savunan yazarları mülkiyet hakkını açıklamak için değişik görüşler ileri sürmeye itmiştir. Bu kapsamda mülkiyeti faydacı bir görüş açısından değerlendiren ve özel mülkiyetin kişisel faydaya olduğu kadar toplum yararına da uygun olduğunu savunan faydacı teori, özel mülkiyetin savunulmasında önemli bir dayanak teşkil etmiştir (Güriz, 1969: 245). Bu görüşün temel argümanı bireysel mülkiyetin bireysel faydayı ve refahı sağladığı, bir toplumdaki tüm bireylerin bu şekilde refaha ulaşmasının toplumun refahını sağlayacağıdır. Bir toplumdaki insanlar mutlu olurlarsa toplumun kendisi de mutlu olur.

İnsan İradesi

Mülkiyet hakkını açıklamakta kullanılan bir diğer teori ise insan iradesine dayanır. İradeci görüş, başta mülkiyet hakkı olmak üzere temel hak ve özgülüklerin insan iradesine ve hürriyetine dayandığını savunmaktadır. Buna göre insan bir iradeye ve kişiliğe sahip olduğu için haklara sahip olması gerekir.

İnsan Psikolojisi

Özel mülkiyetin savunulması için kullanılan bir diğer kanıt olan psikolojik kanıt özel mülkiyetin tarihi ve yadsınamaz bir gerçeklik olduğunu ileri sürmektedir. Bu yaklaşıma göre en ilkel insan topluluklarından modern medeni toplumlara kadar tüm toplumlarda mülkiyet uygulaması yaygın bir şekilde görülmüştür.

Psikolojik kanıt, özel mülkiyetin insanın tabiatına en uygun yaklaşım olduğunu savunmaktadır (Güriz, 1969: 246). Bu yaklaşıma göre insanın nesneler üzerinde mülkiyet tesis etmesi, insan tabiatının kaçınılmaz bir gereğidir. İnsan, psikolojik olarak sahip olma eğilimi taşır, bu eğilimin dışarıdan değiştirilmesi mümkün değildir. A. M. Ludovici, False Assumptions of Democracy isimli eserinde insanın nesneler üzerinde egemenlik kurabilmesinin, gelişimi açısından büyük bir etkiye sahip olduğunu, insanın, nesneleri kendi fizikî kontrolüne alarak, zilyetliğine geçirerek geliştiğini, bu yüzden özel mülkiyetin insan gelişmesinin zorunlu şartı (hatta bir hayat ilkesi) olduğunu vurgulamaktadır (Güriz, 1969: 247). Bu görüşe göre özel mülkiyete hücum etmek, hayata hücum etmekle birdir.

Psikolojik kanıtı savunanlar sadece mülkiyet hakkının değil, miras hakkının da insan psikolojisinin bir sonucu ve gereği olduğunu ifade etmişlerdir. Örneğin Thiers’e göre mülkiyet hakkının tam olabilmesi için, miras kurumunun kabul edilmesi gereklidir. Kişinin, ailesinin geleceğini korumak ve onların geleceğini teminat altına alma konusunda güçlü bir içgüdüsü vardır. Bu anlamda kişi ailesinin geleceğini teminat altına alabilmek için çok çalışır ve üretir. Miras hakkının tanımadığı durumlarda, kişinin ailesine herhangi bir mülk bırakma umudu kalmadığı için, insanda ya çalışarak kazandığı her şeyi tüketmek ya da tükettiği kadar kazanmak şeklinde eğilimler ortaya çıkacak ve bu da üretimin azalmasına neden olacaktır. İnsan, tabii olarak, hayatını eşi ve çocuklarıyla paylaşır. Çoğu zaman aile üyelerinin hayatı insanın kendi varlığından bile değerli olabilir. Tabiat, insana malik olduğu şeyleri çocuklarına geçirmek konusunda kaçınılmaz bir eğilim vermiştir. Bu eğilim, insanın hayatı boyunca, hatta ihtiyarlığında bile çalışmasını sağlamaktadır. İnsandaki çalışma gücünü sınırsız yapabilmek, mülkiyetin ölümden sonra mirasçılara geçmesini güvenlik altına almakla mümkün olabilir. (Güriz, 1969: 248)

Psikolojik kanıta göre özel mülkiyet söz konusu olduğu zaman kendini geliştirmesinin mümkündür, bu nedenle insanı ahlâki bakımdan geliştirmek ve topluma yararlı hale getirmek için özel mülkiyet tanınmalıdır (Güriz, 1969: 246). Özel mülkiyetin tanınmaması durumunda kişi sadece kendi ihtiyaçları kadar tüketecek bu da hem kişisel, hem de toplumsal gelişmeyi engelleyecektir.

Rekabet ve Doğal Seleksiyon

Özel mülkiyeti savunanların dayandıkları ve “biyolojik kanıt” olarak adlandırılan bir diğer yaklaşım, özel mülkiyetin tanınmasının toplumun en yetenekli kişilere kendi yeteneklerini geliştirme imkanı tanıyacağını, bunun da toplumun gelişmesi bakımından faydalı sonuçlar doğuracağını ileri sürmektedir (Güriz, 1969: 249). Bu şekilde özel mülkiyetin tanınması, yetenekli olanların öne çıkmasını ve yeteneksizlerin tasfiyesini sağlayacaktır.

Bu görüş tembeli, ihmalciyi, yeteneksizi; çalışkan ve yetenekli olan zararına koruduğu ileri sürülen sosyal yardım kanunlarını eleştirmek için kullanılmaktadır. Bundan dolayı, bu görüşü savunanlar sosyal yardımların, yeteneksiz olanların tasfiyesini engelleyeceğini, üstelik bunun yükünün de yeteneklilerin sırtına yükleneceğini ifade etmişlerdir (Güriz, 1969: 249). Bu görüşe göre sosyal yardımlar, tembel, yeteneksiz ve ihmalkar kişileri, akıllı, yetenekli ve çalışkan kişiler zararına korumaktadır (Güriz, 1993: 200).

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  315 sayılı Milli Emlak Genel Tebliği (Tahsis İşlemleri)

Sosyo-Ekonomik Koşullar

Bir diğer görüşe göre toplum içinde çatışan menfaatler, ancak özel mülkiyetin tanındığı bir sistemde adalete uygun şekilde düzenlenebildiğini ve düzenlenebileceğini savunmaktadır. Bu yaklaşıma göre özel mülkiyet hakkı tanınırsa her birey kendi menfaatlerini korumak için gerekli olan her şeyi yapacak, bireysel menfaatin sağlanması ve korunması da toplumun gelişmesine katkıda bulunacaktır.

Kapitalizm ve Özel Mülkiyet

Kapitalizmin mülkiyet anlayışı özel mülkiyete dayanır. Buna göre özel mülkiyet tanınması hem bireyin, hem de toplumun gelişimine katkı sağlar. Çünkü insan, kendi mülkiyetinde olan mülkleri korumak ve ona değer katmak için elinden geleni yapar.

Üstelik özel mülkiyetin tanındığı durumlarda herhangi bir nesnenin miktarı azalmaya başladığında insanlar hem mevcut kaynakları daha iyi korur, hem de değişik alternatifler üretmeye çalışır. Buna karşılık insanlar toplumun ortak mülkiyetinde bulunan malların korunmasında isteksizdir.

Bu kural hayatın her alanı için geçerlidir. Örneğin Gwartney ve Stroup, bu görüşü desteklemek için vahşi hayvanların yaşadığı doğal ortamların özel mülkiyet konusu olmasının, hayvanların daha iyi korunmasına sağladığını vurgulamaktadırlar (Gwartney ve Stroup, 1996: 35-38). Yazarlara göre Kenya’da fillerin yaşadığı alanlar özel mülkiyet dışı tutulmasına rağmen bu durum kaçak avlanmayı önleyememiştir. Buna karşılık fillerin yaşadığı arazilerin yerli halkın özel mülkü haline gelmesine imkan tanıyan Zimbabwe’de fil sayısı artmıştır.

Kapitalizmde Tabii Haklar

Kapitalist mülkiyet yaklaşımının en önemli özelliği tabii hak doktrininin benimsenmesidir. Kapitalizm mülkiyetin tabii bir hak olduğunu ve mülkiyet hakkının insanın tabiatında mevcut bulunduğunu savunmuştur (Eren, 1977: 177). Kapitalizme göre bu hak, devlet ortaya çıkmadan önce de mevcuttur.

Fransız Medeni Kanunu’nu hazırlayanlardan Portalis şöyle demektedir: “Mülkiyet tabii bir haktır, insanlar var olduğundan beri mülke sahip olanlar da olmuştur. Mülkiyet hakkı ne bir sözleşmenin, ne de pozitif hukukun sonucudur. Mülkiyet, insanın kendisinden, varlığından doğmaktadır” (Eren, 1974: 770).

Tekelci ve Sınırsız Mülkiyet

Kapitalist mülkiyet anlayışının bir diğer özelliği mülkiyet hakkının tekelci ve sınırsız olduğunun kabul edilmesidir. Bu yaklaşımda insan kendi maddi çevresini denetleyen ve başkalarına karşı onların özgürlüğüne saygı göstermenin dışında bir yükümlülük duymayan bir özne olarak algılanmıştır (Tekeli, 1988: 7). Bundan dolayı mülkiyet hakkına dışarıdan müdahale edilmesi söz konusu değildir. Malik, mülkünü dilediği gibi kullanma, ondan yararlanma, onun üzerinde tasarrufta bulunma, hatta mülkünü yok etme hakkına sahiptir.

Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi’nin 2. ve 17. maddelerinde ifadesini bulan bu yaklaşıma göre bireyin mülkü üzerinde mutlak, tekelci ve sınırsız bir hakkı söz konusudur (Eren, 1977: 175). Beyanname’nin 17. maddesinde mülkiyet hakkının dokunulmaz ve kutsal bir hak olduğu ve istisnai haller dışında kimsenin bu haktan mahrum bırakılamayacağı vurgulanmıştır. Bu maddeler değerlendirildiğinde Beyanname’nin mülkiyet hakkına ne kadar önem verdiği görülmektedir (Bulut, 2006: 21). Mülkiyet hakkının sınırsız olarak kabul edilmesi nedeniyle malike eşya üzerinde mutlak bir kullanma özgürlüğü tanınmış, bir işletmenin denize, nehre döktüğü atıklar, çıkardığı zehirli gazlar dikkate alınmamıştır (Sirmen, 1988: 282).

Bu yaklaşımın doğal bir sonucu olarak, kapitalizmin en katı şekli, devletin mülkiyet hakkına ve diğer haklara kesinlikle müdahale etmemesini savunur  (Eren, 1974: 767). Buna göre devletin mülkiyet hakkına müdahale etmesi ve bu hakkı sınırlaması mümkün değildir. Mülkiyet hakkının sınırı, hukuk düzeni ve diğer kişilerin mülkiyet hakkıdır. Ancak bu sınırlar dahi hakkın muhtevasında olmayan ve hakka yabancı olan unsurlardır. Kamu hukuku kaynaklı bu sınırlamalar, mülkiyet hakkının mahiyetini değiştirmez.

Başkalarının mülkiyet hakkını korumayı amaçlayan bu sınırlamalar, mülkiyet hakkı açısından sadece istisna niteliğindedir. Hukuk düzeninin modern ve karmaşık ihtiyaçlar karşısında mülkiyete koyduğu bu sınırlamalar, nitelik yönünden değil, nicelik yönündendir; bundan dolayı pratik ve fiili değişikliklerden kavramsal sonuçlar çıkarmak anlamsızdır (Eren, 1974: 769). Devletin mülkiyet hakkı konusundaki temel görevi, kişilerin bu haklardan etkin şekilde yararlanmasını sağlamak ve mülkiyet hakkını güvence altına almaktır. Buna karşılık çağdaş liberal yaklaşımlar, hakkın kendisine dokunulmaması şartı ile, mülkiyet hakkının düzenlenmesine karşı değildirler.

Kapitalistlerin mülkiyet anlayışı sadece yetkilerden oluşmaktadır (Eren, 1974: 769). Hakkın malike, sosyal devlet anlayışında olduğunun aksine, herhangi bir ödev yüklemesi söz konusu değildir (Eren, 1977: 176). Klasik yaklaşıma göre mülkiyet kavramı ile ödev kavramı bağdaşmamaktadır (Zevkliler, 1977: 582). Bu yaklaşıma göre mülkiyet hakkının iki sınırı söz konusudur: Mevzuatta yer alan sınırlamalar ile diğer bireylerin mülkiyet hakları. Ancak bunlar dahi mülkiyet hakkının özünde yer alan ödevler değildir. Bunlar mülkiyet kavramına yabancı, dışarıdan ve sonradan getirilmiş unsurlar olup, istisna niteliğini taşırlar (Eren, 1977: 176). Üstelik mülkiyet hakkının kamu hukukundan kaynaklanan sınırlamaları da mülkiyet hakkının ödevler de içerdiği anlamına gelmez.

Kapitalizm ve Ekonomik Eşitlik

Kapitalistler insanlar arasında hukuki eşitlik olabileceğini kabul etmek ve istemekle beraber, ekonomik eşitliğe karşı çıkmaktadırlar. Onlar açısından gerekli olan sadece hukuki eşitliktir. Kapitalist hukuk devletinin öngördüğü bu eşitlik, insanların eşitlikten yararlanıp yararlanmadığına bakılmaksızın eşit haklara sahip olmalarını ifade etmiştir.

Örneğin Thiers, hukuki eşitliği açıklarken, bu tür eşitliğin, insanların aynı kanunlara uyarak yaşamalarını, aynı otoriteye bağlanmalarını, aynı cezaları görmelerini gerektirdiğini ifade etmiştir (Güriz, 1969: 248). Ancak insanların her birinin farklı yetenekte olması nedeniyle bunlardan bazılarının çok, bazılarının ise az kazanması; biri zengin olurken diğerinin yoksul kalması kaçınılmazdır. Bundan dolayı insanlar arasında hiç bir zaman ekonomik eşitlik söz konusu olmayacaktır.

Kapitalistlere göre ekonomik eşitsizlik insanlığın değişmeyecek, değiştirilemeyecek kaderidir (Güriz, 1969: 248). Bundan dolayı kapitalistler sosyal refah devletini, plânlama ve sosyal güvenlik programları, sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumları gibi uygulamalarını şiddetle eleştirmişlerdir. Onlara göre sosyal devletin bu uygulamaları, diğer mülk sahipleri aleyhine bir durum yaratmaktadır. Çünkü bu tür sosyal devlet uygulamaları belirli bir kaynağı gerektirmekte, bu kaynak ihtiyacı da vergi yükünün ağırlaşmasına neden olmaktadır. Artan vergi yükü ise girişimciliği ve yatırımları önlemektedir (Güriz, 1969: 251).

Kapitalistler ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri

Kapitalistler kamu iktisadi teşebbüslerinin de israf, ehliyetsizlik ve kötüye kullanmaya neden olduğunu ileri sürerek özel sektör tarafından görülebilecek hizmetlerin kamu teşebbüsleri tarafından yapılmasına karşı çıkmaktadırlar. Özel teşebbüslerin tutumluluk, ehliyet ve verimlilik üzerine kurulduğunu ifade eden kapitalistler, kamu teşebbüsü yönetiminin çoğu zaman rasyonel temellere dayanmadığını ileri sürmüşlerdir (Güriz, 1969: 252).

Bunun temel nedenleri olarak kamu teşebbüslerinde çalışan memurların gelirlerinin, teşebbüsün kazanmasına veya zarar etmesine bağlı olmadığı için, gerekli olmayan zamanlarda ve durumlarda bile masraf yoluna gitmeleri, kamu teşebbüslerinde atamaların liyakat esasına göre yapılmaması gösterilmiştir.

Kapitalizmin temel felsefesi, insanın kazanmasıdır, bu nedenle kapitalistler insanın mülk edinmesinin önünde engel olarak gördükler dini ya da felsefi görüşlere karşıdırlar.

Kapitalizme Tepkiler

Kapitalizmin mülkiyet hakkının korunması konusundaki katı yaklaşımı, zamanla tepki görmeye başlamış ve kutsal mülkiyet anlayışının terk edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Çünkü kapitalist anlayışın en yoğun yaşandığı dönem olan sanayi devrimi, bir yandan tekellerin ortaya çıkması, bir yandan da başta işçi sınıfı olmak üzere geniş halk kitlelerinin bu tekelleşme nedeniyle zarar görmesi sonucunu doğurmuştur (Bulut, 2006: 21).

Bu anlamda üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran malikler, emeğin oluşturduğu artığa el koyarak emeği sömürmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak kutsal ve dokunulmaz mülkiyet anlayışının toplumun geneline zarar verebildiği görülmeye başlanmıştır. Bir başka ifadeyle mülkiyet hakkının sınırsız şekilde kullanılmasının, sadece maliki etkilemediği; bunun dışındaki kişilere de dışsallıklar yoluyla zarar verebildiği anlaşılmıştır (Tekeli, 1988: 7). Üstelik kapitalizmin toplumsal eşitliği bozduğu ve adaletsizliği artırdığı görülmüştür.

Bu durumda yapılabilecek iki şey vardı: Birincisi mülkiyetin sahibini değiştirmek, ikincisi ise mülkiyetin niteliğini değiştirmekti (Bulut, 2006: 22). Birinci yol Marksizm (bkz. Mülkiyet Anlayışı Açısından Marksizm) tarafından uygulanmış ve mülkiyet, bireyden alınarak topluma mal edilmiştir. İkinci yolda ise mülkiyet anlayışı değiştirilmiş, kamu yararı ve benzeri kavramlar geliştirilerek mülkiyet hakkı sınırlandırılmış ve kutsal/dokunulmaz mülkiyet anlayışından vazgeçilerek sosyal mülkiyet anlayışı (bkz. Sosyal Devlet Anlayışında Mülkiyet Hakkı) benimsenmiştir.

Kapitalizm Nedir
Kapitalizm Nedir? Kapitalizmin Mülkiyet Anlayışı Nedir?