1. Anasayfa
  2. Gayrimenkul Makaleleri

Kıyılarda, Meralarda ve Ormanlarda Yapı Kayıt Belgesi Geçerli mi?


Yapı kayıt belgesi, ancak yapı kayıt belgesi alınamayacak yerde yapı kayıt belgesi alınmış ise iptal edilir. Yapı kayıt belgesi alınamayacak parseller, İmar Kanunu‘nun geçici 16. maddesi ile Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar ile düzenlenmiştir. Buna göre Yapı Kayıt Belgesi;

a) 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde, 3194 sayılı Kanunun geçici 16 ncı maddesi uyarınca adı geçen Kanuna eklenmiş olan kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanda,

b) İstanbul tarihi yarımada içinde 3194 sayılı Kanunun geçici 16 ncı maddesi uyarınca adı geçen Kanuna eklenmiş olan kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda,

c)  6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda,

ç) Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlar üzerinde,

d) Kesinleşmiş planlar neticesinde sosyal donatı alanı olarak belirlenmiş ve Maliye Bakanlığınca aynı amaçla değerlendirilmek üzere ilgili kurumlara tahsis edilmiş Hazineye ait taşınmazlar üzerinde,

bulunan yapılar hakkında Yapı Kayıt Belgesi düzenlenemez.

1) Boğaziçi Bölgesi, İstanbul Tarihi Yarımadası ve Gelibolu Yarımadasında İmar Barışı

Getirilen düzenlemeye göre imar barışı hükümleri, Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda uygulanmayacaktır.

Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslara göre Yapı Kayıt Belgesi;

a) 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde, 3194 sayılı Kanunun geçici 16 ncı maddesi uyarınca adı geçen Kanuna eklenmiş olan kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanda,

b) İstanbul tarihi yarımada içinde 3194 sayılı Kanunun geçici 16 ncı maddesi uyarınca adı geçen Kanuna eklenmiş olan kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda,

c) 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda,

düzenlemez.

2) İmar Barışında Sosyal Donatı Alanları Nedir? Sosyal Donatı Alanlarında İmar Barışı Geçerli midir?

Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslara göre, kesinleşmiş planlar neticesinde sosyal donatı alanı olarak belirlenmiş ve Maliye Bakanlığınca aynı amaçla değerlendirilmek üzere ilgili kurumlara tahsis edilmiş Hazineye ait taşınmazlar üzerinde bulunan yapılar hakkında Yapı Kayıt Belgesi düzenlenemez. Bu konuda şu yazımıza bakabilirsiniz: İmar Barışında Sosyal Donatı Alanları Nedir? Sosyal Donatı Alanlarında İmar Barışı Geçerli midir?

3) Mülkiyeti Üçüncü Kişilere Ait Taşınmazlara Tecavüzlü Olan Yapılar İçin Alınan Yapı Kayıt Belgesi Geçerli Midir?

3194 sayılı İmar Kanununun imar barışını düzenleyen geçici 16. maddesinin (9) uncu fıkrasında “Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlarda bulunan yapılar ile Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli araziler üzerinde bulunan yapılar bu madde hükümlerinden yararlandırılmaz.” yer almaktadır. Bu hüküm ile yapının tamamının üçüncü kişilere ait taşınmazlar üzerinde bulunması halinde Yapı Kayıt Belgesi alınamayacağı hükme bağlanmıştır.

Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslara göre (Hazine arazileri ve belediyeye ait araziler hariç) başkalarının taşınmazı üzerinde yapılan yapılar için yapı kayıt belgesi düzenlenmeyecektir.

Bununla birlikte, yapının büyük bir kısmı kendi parselinde kalmasına rağmen bir bölümü üçüncü şahsa ait bir parsele tecavüzlü olan yapılar için, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “taşkın yapıları” düzenleyen 725. maddesi hükümleri de gözetildiğinde, Yapı Kayıt Belgesi alınabileceği değerlendirilmektedir. “Taşkın yapılar” başlıklı bu maddede “Bir yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait taşınmazın bütünleyici parçası olur.

Böyle bir irtifak hakkı yoksa, zarar gören malik taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde itiraz etmediği, aynı zamanda durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyiniyetle yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteyebilir.” Hükmü yer almaktadır.

Bu hüküm, taşkın durumda olan yapının sahibine (yapıyı iyiniyetle yapmış olması şartıyla) uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteme hakkı vermektedir.

Alt Yapı ve Kentsel Dönüşüm Genel Müdürlüğü, bu durumda Geçici 16 ncı madde hükümleri uyarınca usulüne uygun alındığı tespit edilen Yapı Kayıt Belgelerinin iptalinin söz konusu olmadığı görüşündedir. Ancak, böyle bir durumda, alınan Yapı Kayıt Belgesi’ne istinaden tapuda işlem yapılırken, parseline tecavüzlü kısım için üçüncü şahısların muvafakatlerinin alınması gerekmektedir. 

4) Meralarda Yapı Kayıt Belgesi Geçerli mi?

Mera Kanunu’na tabi yerlerde bulunan yapılar için Yapı Kayıt Belgesi alınabilir. Gerek Kanun ve gerekse Yönetmelik yapı kayıt belgesi düzenlenemeyecek taşınmazları tek tek saymıştır. Mera ve harman yerleri, düzenlenmeyecek alanlar arasında değildir. Meralar ve harman yerleri de 4342 sayılı Mera Kanunu’na tabidir.

Ayrıca Kanun sadece 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca verilen yıkım kararlarının ve para cezalarının kaldırılacağını öngörmektedir. Buna karşılık Mera Kanunu, Orman Kanunu gibi özel kanunları uyarınca verilen yıkım kararları, imar barışı kapsamına girmemektedir. Bu nedenle bu alanlarda yapı kayıt belgesi alınmış olsa dahi Mera Kanunu veya Orman Kanunu uyarınca yıkım kararı verilmesi ve yapıların yıkılması mümkündür.

a) Köy Merası İmar Barışı Kapsamına Giriyor mu?

Gerek Kanun ve gerekse Yönetmelik Yapı Kayıt Belgesi düzenlenen taşınmazlardan ecrimisil alınmasını yasaklamamaktadır. Bu nedenle Yapı Kayıt Belgesi olsa dahi ecrimisil alınması mümkündür. Bununla birlikte söz konusu taşınmaz mera, yaylak, kışlak niteliğinde ise bu tür taşınmazlardan Milli Emlak Genel Müdürlüğünün 2002/10 sayılı Genelgesi gereğince ecrimisil alınmamaktadır.

Ayrıca Kanun sadece 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca verilen yıkım kararlarının ve para cezalarının kaldırılacağını öngörmektedir. Buna karşılık Mera Kanunu, Orman Kanunu gibi özel kanunları uyarınca verilen yıkım kararları, imar barışı kapsamına girmemektedir. Bu nedenle bu alanlarda yapı kayıt belgesi alınmış olsa dahi Mera Kanunu veya Orman Kanunu uyarınca yıkım kararı verilmesi ve yapıların yıkılması mümkündür.

b) Meralar İmar Barışı Kapsamında Satılabilir mi?

4342 sayılı Mera Kanunu’na tabi yerlerde yapı kayıt belgesi düzenlenmesi durumunda bu alanların satılıp satılmayacağı konusu biraz muğlaktır. Yönetmeliğe göre  Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, bu taşınmazlardan özel kanunları kapsamında kalan ve bu özel kanunlara göre değerlendirilmesi gerekenler dışında kalanlar Bakanlığa tahsis edilir.

Bununla birlikte 396 sayılı Milli Emlak Genel Tebliği imar barışı kapsamında yapı kayıt belgesi alınan meraların satışının yapılamayacağını hüküm altına almıştır. 3194 sayılı İmar Kanununun geçici 16 ncı maddesi kapsamında Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların bulunduğu Hazineye ait taşınmazların, Yapı Kayıt Belgesi sahiplerine satışına ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere çıkarılan 396 sayılı Milli Emlak Genel Tebliğine göre mera, yaylak ve kışlak niteliğindeki taşınmazlar imar barışı kapsamında satılmayacaktır. 

c) Mera Tespiti Olan Ancak Tahdit ve Tescil Olmayan Yerdeki Yapı İmar Barışına Girer Mi?

Soru: Mera tespiti olan ancak sonraki tahdit ve tescil işlemi yapılmamış taşınmaz (DHTA sınıfında) üzerinde yapı en az yirmi yıldır mevcuttur. Yapı kayıt belgesi alınmış ve imar barışı kapsamında satın alma için 31 Aralık 2019’dan önce 26 Aralık tebliği uyarınca ve imar barışı mevzuatınca Satın alma talebi idareye iletilmiş durumdadır. Ancak idare Tarım İl Müdürlüğü ile yapılan yazışma sonucu cevabın Mera kanunu 5-b’ye göre geldiğinden bahis ile satılamayacağı hususunu bildirmiştir.

Anlaşılamayan nokta mera tespitinde olan yerde zaten yapı (yayla evi) mevcut durumda ve yapı olan yeri mera sınıfına mera tespitinde girmesi mevzuat dışı çünkü yapı olan yere mera vasfı nasıl verilebiliyor? Diğer yandan herhangi bir mera tahdidi ve tescili mevcut değil şu aşamada. Mera kanunu 5 inci maddesi meraların tahsisi hususunu düzenlemekte ve herhangi talep sahibince mera komisyonundan Mera Kanunu 5 inci maddeye göre bir tahsis talebi mevcut değil. Yapılan inceleme sonucu Tarım ile yapılan yazışmaya 5b uyarınca olumsuz cevap nedeniyle satılamaz hükmü biraz gri bir cevap gibi…

Cevap: 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 5. maddesine göre bir alanın mera olup olmadığının tespitine mera komisyonu yetkilidir. Komisyon bu tespiti yaparken çok çeşitli unsurları gözetir. Bu konuda herhangi bir talep olmasına da gerek yoktur. “Anlaşılamayan nokta mera tespitinde olan yerde zaten yapı (yayla evi) mevcut durumda ve yapı olan yeri mera sınıfına mera tespitinde girmesi mevzuat dışı çünkü yapı olan yere mera vasfı nasıl verilebiliyor?” Bu cümleye de katılmıyorum. Üzerinde yapı olan yer mera olamaz şeklinde bir kural yok maalesef. Daha önceden mera olan yer üzerine ev yapılmış olabilir.

5) Ağaçlandırılacak Alan Üzerindeki Yapı İçin Yapı Kayıt Belgesi Düzenlenebilir Mi?

Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslara göre “Kesinleşmiş planlar neticesinde sosyal donatı alanı olarak belirlenmiş ve Maliye Bakanlığınca aynı amaçla değerlendirilmek üzere ilgili kurumlara tahsis edilmiş Hazineye ait taşınmazlar üzerinde,” yapı kayıt belgesi verilemez.

Ağaçlandırılacak alanlar da sosyal donatı alanı niteliğinde olduğu için bu taşınmaz Maliye Bakanlığınca aynı amaçla değerlendirilmek üzere ilgili kurumlara tahsis edilmiş ise YKB geçersizdir. Ayrıca Hazineye ait taşınmazlardan “bu taşınmazlardan özel kanunları kapsamında kalan ve bu özel kanunlara göre değerlendirilmesi gerekenler dışında kalanlar” satılabileceği ve ağaçlandırılacak alanların özel şekilde değerlendirilmesi gerektiği için bu parsellerin imar barışı kapsamında satılamayacağını düşünüyorum.

6) Kentsel Dönüşüm Yapılan Alanlardaki Yapı Kayıt Belgeleri Geçerli Mi?

3194 sayılı İmar Kanununun Geçici 16 ncı maddesinin (10) uncu fıkrasında “Yapı Kayıt Belgesi, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerlidir…” hükmü yer almakta olup, zikredilen hükme göre kentsel dönüşüm uygulaması yapılan alanlarda (6306 sayılı Kanuna göre riskli alan, rezerv yapı alanı veya 5393 sayılı Belediye Kanununa göre kentsel dönüşüm ve gelişim alanı vb.) kalan ruhsatsız ve ruhsat eklerine aykırı yapılar için alınmış olan Yapı Kayıt Belgeleri, söz konusu alanlardaki yapıların kentsel dönüşüm uygulaması kapsamında yıktırılmasına, yani kentsel dönüşüm yapılmasına engel teşkil etmeyecektir.

Ayrıca, Yapı Kayıt Belgesinin, yapının kentsel dönüşüm alanında kalması gerekçesiyle iptali ve belge bedelinin iade edilmesi mümkün olmayacaktır.

Yine, kentsel dönüşüm alanlarındaki Yapı Kayıt Belgesi alınan yapılar, Hazineye veya belediyeye ait taşınmazlar üzerinde ise Hazine ve belediyeye ait taşınmazlar dönüşüm uygulaması çerçevesinde değerlendirileceğinden, dönüşüm uygulamasını yürüten idare uygun görmüyor ise, bu taşınmazların doğrudan Yapı Kayıt Belgesi alanlara satılması mecburiyeti söz konusu olmayacaktır. Ancak, dönüşüm uygulamasını yürüten idare taşınmazın Yapı Kayıt Belgesini alan yapı sahibine satılması yönünde karar alıp satış yapabilecektir.

Diğer taraftan, kentsel dönüşüm uygulaması yürütülen bir alanda kalan herhangi bir yapı için 3194 sayılı Kanun ve 2960 sayılı Kanun uyarınca verilmiş bir idari para cezası söz konusu ise, yapı kentsel dönüşüm uygulaması çerçevesinde yıktırılmadan önce Yapı Kayıt Belgesi alınmak suretiyle yapı hakkındaki idari para cezasının iptali sağlanabilecek ve yine Kanun uyarınca söz konusu yapılara kentsel dönüşüm kapsamında yapılar yıktırılıncaya kadar geçici olarak elektrik, su ve doğalgaz bağlatılabilecektir.

Ayrıca, kentsel dönüşüm uygulaması yapılan bir alanda kalan yapı için Yapı Kayıt Belgesi alınmasından sonra yapının, kentsel dönüşüm uygulaması çerçevesinde yıktırılacağını bilerek, 3194 sayılı Kanununun Geçici 16 ncı maddenin (5) nci fıkrasında yer alan, “Yapı Kayıt Belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebilir.” hükmünde belirtilen şartlar çerçevesinde, yapı maliklerince talep edilmesi halinde, tapuda cins değişikliği ve kat mülkiyeti işlemleri yapılabilecektir.

7) Kıyılarda İmar Barışı

a) Kıyılarda İmar Barışı

Kıyılarda ve sahil şeritlerinde yapılmış olan yapıların imar barışından yararlanıp yararlanamayacağı konusunda mevzuatta açık bir hüküm bulunmamaktadır. İmar barışını düzenleyen kanun maddesinde imar barışı kapsamında kalmayan (bir başka ifadeyle imar barışı başvurusu yapılamayacak) alanlar tek tek sayılmıştır. Getirilen düzenlemeye göre imar barışı hükümleri, Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda uygulanmayacaktır.

Görüldüğü üzere kıyılar bu alanlar arasında sayılmamaktadır. Ancak 20.09.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Usul ve Esaslar ile İskele, liman, tersane, istinat duvarı, dolgu alanı, havuz, spor sahaları ve benzeri bina niteliğinde olmayan yapılar için ödenecek bedel belirlenmiştir. Bu durumda iskele, liman gibi yapıların da imar barışı kapsamında kaldığı görülmektedir.

Son düzenlemeler sonrasında kıyıda kalan yapıların imar barışından yararlanıp yararlanamayacağı konusunu, yapının, kıyıda yapılabilecek yapı olup olmamasına göre ikiye ayırarak incelemek gerekir.

a.1) Kıyıda Yapılabilecek Yapılar

20.09.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Usul ve Esaslar ile İskele, liman, tersane, istinat duvarı, dolgu alanı, havuz, spor sahaları ve benzeri bina niteliğinde olmayan yapılar için ödenecek bedel belirlendiğine göre bu yapıların da imar barışı kapsamında kaldığı açıktır.

Bu yapılar imar barışı kapsamında kalmaktadır. Bunlar için yapı kayıt belgesi düzenlenebilir. Ancak kıyılar Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu için kıyıda kalan alanların satışı mümkün değildir. Dolayısıyla kıyıda kalan yapılar için yapı kayıt belgesi alınsa bile bu yapıların bulunduğu alanların yapı sahibine satışı hukuken mümkün değildir.

Bu tür yapılar için irtifak hakkı düzenlenmesi veya kullanma izni verilmesi düşünülebilirse de Kanun, bu yolda bir düzenleme yapmamıştır. Usul ve Esaslarda da bu yönde bir hüküm yer almamaktadır. Dolayısıyla idare tarafından yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar bu alanlarda irtifak hakkı düzenlenmesi veya kullanma izni verilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının internet sitesinde (https://imarbarisi.csb.gov.tr/sss/5–hazineye-ve-belediyeye-ait-tasinmazlar-uzerindeki-yapilar) yer alan bilgilere göre bu alanların satışı mümkün olmadığı için ecrimisil ile idare edilmeye devam edilecektir.

a.2) Kıyıda Yapılamayacak Yapılar

Yukarıda bahsedilen alanlar dışında kalan alanlarda kalan ve kıyıda yapılması mümkün olmayan yapılar konusunda iki şekilde düşünmek mümkündür. Bunlardan ilkinde bu tarz yapıların kıyıda yapılması mümkün olmadığına göre bu yapıların imar barışından yararlanamayacağı ileri sürülebilir.  Kıyı Kanunu açısından bakıldığında bu yorum oldukça doğru gelmektedir.

İkinci yorum tarzında ise imar barışını düzenleyen maddede  ve bununla ilgili Yönetmelikte imar barışından yararlanamayacak alanlar tek tek ve sınırlı şekilde sayıldığına göre kıyıda kalan yapıların imar barışından yararlanmasının mümkün olduğu ileri sürülmektedir. Benim de katıldığım bu görüşe göre kanun koyucu kıyıda kalan yapıların imar barışından yararlanmamasının uygun görseydi bunu açıkça belirtirdi. Üstelik 20.09.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Usul ve Esaslar ile İskele, liman, tersane, istinat duvarı, dolgu alanı, havuz, spor sahaları ve benzeri bina niteliğinde olmayan yapılar için ödenecek bedel belirlendiğine göre kıyıda kalan bazı yapıların imar barışından yararlanması daha uygun olacaktır.

a.3) Kıyılarda İmar Barışı Konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Görüşü

Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görüşü de bu yöndedir.  Bakanlığın internet sitesinde (https://imarbarisi.csb.gov.tr/sss/5–hazineye-ve-belediyeye-ait-tasinmazlar-uzerindeki-yapilar) yer alan bilgilere göre bu alanlarda kalan yapılar için imar barışı başvurusu yapılabilecektir. Ancak bu alanların satışı mümkün olmadığı için ecrimisil ile idare edilmeye devam edilecektir.

İmar barışı konusundaki en önemli meselelerden birisi kıyı, orman, mera gibi özel kanunu olan alanlarda kalan yapı kayıt belgelerinin geçerli olup olmadığı idi. Bu konudaki en yetkili birim olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Alt Yapı ve Kentsel Dönüşüm Genel Müdürlüğü bu alanlarda alınmış yapı kayıt belgelerinin geçerli olduğunu ve iptal edilemeyeceğini belirtmektedir. 

Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bir diğer birimi olan Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü yakın zamanda verdiği bir görüş yazısında kıyıda kalan yapı kayıt belgesinin iptal edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu Genel Müdürlüğün görüşünde şu hususlar vurgulanmıştır.

“Bilindiği üzere; 3194 sayılı Kanun’un Geçici 16 ncı maddesinin (9) uncu ve (11) inci fıkralarında Yapı Kayıt Belgesi alınamayacak alanlar ve yapılar sayılmış olup; zikredilen fıkralarda belirtilen alanlar ve yapılar dışında, 31/12/2017 tarihinden önce ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan yapılar için Yapı Kayıt Belgesi alınarak Geçici 16 ncı madde hükmünden faydalanılması mümkündür.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun Geçici 16 ncı maddesinde ise; “(…)” ile, Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar’ın “Yapı kayıt belgesi düzenlenemeyecek yapılar” başlıklı 8. maddesinde ” (…) ” hükümlerine yer verilmiştir.

Ayrıca; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun Geçici 16 ncı maddesi kapsamında Yapı Kayıt Belgesi alındıktan sonra tapuda yapılacak iş ve işlemlerin de söz konusu geçici 16 ncı maddenin (5) inci fıkrasında yer alan “Yapı Kayıt Belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebileceği” hükmü çerçevesinde Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar’ın 6 ncı maddesinin (4) üncü fıkrası hükmü ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün 06/07/2018 tarihli ve 1787 (2018/8) sayılı Genelgesi hükümlerine göre yürütülmesi gerekmekte olup bu çerçevede belirtilmelidir ki; Yapı Kayıt Belgesi alınan yapılarla ilgili olarak tapuda işlem yapılabilmesi için, Yapı Kayıt Belgesi alınan yapının üzerinde bulunduğu taşınmaz Özel Kanunlar kapsamında ise (örneğin Kıyı Kanunu), bu özel Kanunlarda, tapuda yapılacak cins tahsisi ve kat mülkiyeti işlemlerine engel teşkil edecek bir hükmün de bulunmaması gerekmektedir.

Diğer taraftan; özel bir Kanun olan Kıyı Kanununun hükümlerine bakıldığında ise; 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun “Genel Esaslar” başlıklı 5.maddesinde “…Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır, Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir…” hükmü ile kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasında kalan kıyı alanının özel mülkiyete konu edilemeyeceği açıktır.

Bununla birlikte; Kıyı Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Sahil Şeridinde Planlama” başlıklı 17. maddesinde “Sahil şeritlerinin birinci bölümünü içeren uygulama imar planları, tümüyle açık alan olarak toplumun kullanımına tahsis edilecek şekilde düzenlenir. Bu alanlarda sadece yaya yolları, gezinti ve dinlenme alanları, seyir teras ve alanları ile bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinde tanımlanan rekreaktif amaçlı kullanımlar ile bu Yönetmeliğin 13 üncü maddesinde belirlenen yapı ve tesisler yer alabilir. Bu alan içinde toplumun yararlanmasına açık yapılar da dahil olmak üzere başka hiç bir yapı ve tesis yapılamaz. Sahil şeridinin ikinci bölümünde yapılacak planlar, bu Yönetmeliğin 13 ve 14 üncü maddesinde sayılan yapı ve tesisler ile toplumun yararlanmasına açık olmak şartı ile konaklama hariç bu Yönetmelikte tanımlanan günübirlik turizm yapı ve tesislerini kapsayacak şekilde düzenlenir.” ve “Sahil Şeridinde Yapılanma” başlıklı 18.maddesinde “Sahil şeridinde inşaat ruhsatı verilebilmesi için onaylı uygulama imar planı hükümlerine uygun olarak 3194 sayılı İmar Kanunu ve yönetmeliklerine göre işlem yapılarak imar parsellerinin oluşturulması ve kamuya açık alanların kamu eline geçmesi şarttır.” hükümlerine yer verilmiştir. Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri göz önünde bulundurularak;

  1. Öncelikle 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında kalan deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyılarının 3194 sayılı İmar Kanunu’nun Geçici 16 ncı maddesi kapsamında Yapı Kayıt Belgesine konu edilemeyeceği, edilmiş ise bu belgelerin iptal edilmesi gerektiği,
  2. 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında kalan deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden ilk 50 metrenin herkesin eşit kullanımına açık olmak üzere açık ve yeşil alan olarak düzenlenebileceği, dolayısıyla hiç bir suretle umuma açık olmayan ve rekreatif düzenleme arz etmeyen bu alanlardaki bir yapının, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun Geçici 16 ncı maddesi kapsamında Yapı Kayıt Belgesine konu edilemeyeceği, edilmiş ise bu belgelerin iptal edilmesi gerektiği,
  3. 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında kalan deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden ikinci 50 metresinin herkesin eşit kullanımına açık olmak üzere açık ve yeşil alan ve günübirlik turizm yapı ve tesisleri olarak düzenlenebileceği, dolayısıyla hiç bir suretle umuma açık olmayan veya rekreatif amaçlı düzenleme arz etmeyen veya günübirlik turizm yapı ve tesisi olmayan bir yapının, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun Geçici 16 ncı maddesi kapsamında Yapı Kayıt Belgesine konu edilemeyeceği, edilmiş ise bu belgelerin iptal edilmesi gerektiği,
  4. Yukarıda sıralanan maddeler dışında 3621 sayılı Kıyı Kanunu uyarınca bu kanun kapsamında kalan alanlarda ilgili mevzuatında sıralanan kullanımlar haricinde ne amaçla yapılmış olursa olsun hiçbir yapının 3194 sayılı İmar Kanunu’nun Geçici 16 ncı maddesi kapsamında Yapı Kayıt Belgesine konu edilemeyeceği, edilmiş ise bu belgelerin iptal edilmesi gerektiği, bir başka ifadeyle bu tür alanlarda “cins değişikliği/kat mülkiyeti” gibi işlemlerin müspet sonuçlandırılamayacağı, açıktır.

b) Sahil Şeritlerinde İmar barışı

Sahil şeridinde yapılan yapıların imar barışından faydalanıp faydalanmayacağı konusunda aşağıdaki soruya verdiğimiz yanıt faydalı olacaktır. İmar barışı kapsamında alınan yapı kayıt belgeleri sadece İmar Kanunu kapsamında tesis edilecek yıkım ve para cezaları işlemlerini durdurmaktadır. Kıyı Kanunu, Mera Kanunu, Orman Kanunu gibi özel kanunların hemen hepsinde hem yapılabilecek yapılar, hem de bunların yıkımıyla ilgili hükümler vardır. Bu nedenle bu alanlardaki kaçak yapılar için alınacak yapı kayıt belgesinin Kıyı Kanunu dolayısıyla tesis edilecek yıkım ve para cezaları gibi işlemler açısından bir faydası olmadığını düşünüyorum. Söz konusu alanın Hazine mülkiyetinde olmasının pek bir önemi yoktur.

Bu yazımız da ilginizi çekebilir:  5228 sayılı Bina Yapılmasını Teşvik Kanunu

8) 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı İmar Barışı Kapsamında Mı?

Arkeolojik sit alanları, insanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanlardır. 1. ve 2. derece olmak üzere iki ye ayrılır. I. Derece Arkeolojik Sit alanları, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır.

3194 sayılı İmar Kanunu‘nun geçici 16. maddesinde, sit alanı, kıyı, orman ve mera gibi özel kanunlara tabi olan alanlarda bulunan yapıların imar barışından faydalanamayacağına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, 1. derece arkeolojik sit alanları içine yapılan yapıların imar barışı başvurularının kabul edilmeyeceğini açıkladı. Kurum açıklamasında, “Birinci derece arkeolojik SİT alanında bulunan binaların imar barışından faydalanmasına müsaade etmeyeceğiz.” şeklinde açıklama yapmıştır.

9) 1. Derece Doğal Sit Alanı İmar Barışı Kapsamında Mı?

Birinci Derece Doğal (Tabii) Sit: Bilimsel muhafaza açısından evrensel değeri olan, ilginç özellik ve güzelliklere sahip olması ve ender bulunması nedeniyle kamu yararı açısından mutlaka korunması gerekli olan, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak alanlardır. Bu alanlarda, bitki örtüsü, topografya, silüet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde bulunulamayacağı gibi kesin yapı yasağı söz konusudur. Bu nedenle bu alanlarda imar barışı uygulamaları söz konusu değildir.

10) Ormanda Kalan Yapı İçin İmar Barışı Başvurusu Yapılabilir Mi?

Normal koşullarda, orman alanı üzerinde kalan yapılarak imar başvurusu yapılmasını tavsiye etmiyorum. Çünkü (kural olarak) orman alanlarının satışı, kiralanması mümkün değildir. Anayasamızın 169. maddesine göre Devlet ormanlarının mülkiyeti devredilemez.

Zaten Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esasların 7. maddesine göre de “Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, bu taşınmazlardan özel kanunları kapsamında kalan ve bu özel kanunlara göre değerlendirilmesi gerekenler dışında kalanlar Bakanlığa tahsis edilir” hükmü yer almaktadır. Burada bahsedilen taşınmazlar mera, orman gibi taşınmazlardır. Bu gerekçelerle, normal koşullarda, orman alanı üzerinde kalan yapılarak imar başvurusu yapılmasını tavsiye etmiyorum.

Bununla birlikte ilerleyen dönemlerde bu orman alanlarında 2/B çalışması yapılabilir ise bu alanların 2/B olarak orman sınırı dışına çıkarılıp kullanıcısına satılması ihtimali söz konusu olabilir. AMA BU SADECE BİR İHTİMALDİR. Bu ihtimali göze almak tamamen yapı sahibine kalmış bir durumdur. Yukarıda anlattıklarım çerçevesinde bu risk göze alınıyorsa imar barışı başvurusu değerlendirilebilir.

Ayrıca Kanun sadece 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca verilen yıkım kararlarının ve para cezalarının kaldırılacağını öngörmektedir. Buna karşılık Mera Kanunu, Orman Kanunu gibi özel kanunları uyarınca verilen yıkım kararları, imar barışı kapsamına girmemektedir. Bu nedenle bu alanlarda yapı kayıt belgesi alınmış olsa dahi Mera Kanunu veya Orman Kanunu uyarınca yıkım kararı verilmesi ve yapıların yıkılması mümkündür.

11) İrtifak Hakkı Kurulmuş Hazine Taşınmazlarında İmar Barışı

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Genel Müdürlüğünün, irtifak hakkı kurulmuş olan Hazine taşınmazlarında üçüncü kişilerce Yapı Kayıt Belgesi alınması mümkün olup olmadığı konusundaki görüşü aşağıdadır:

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 826 ve devam maddelerinde düzenlenmiş olan “üst hakkı” en az otuz yıl için kurulmuş ise “sürekli nitelikte” kabul edilmekte ve tapu kütüğüne kaydedilmekte olup, böylece bu irtifak hakkı, üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilen bir hak niteliği taşımaktadır.

Yani, tapu kütüğüne kaydedilen “üst hakkı”, sahibine mülkiyet hakkına benzer bir hak tanımaktadır. Belirtilen sebeple, belli bir kişi lehine 30 yıldan fazla süre ile irtifak hakkı tanınan Hazineye ait taşınmazlar üzerinde üçüncü kişiler tarafından yapılan yapıların irtifak hakkının (üst hakkının) özüne zarar vereceği ve ayrıca, üst hakkı tesis edilerek 4706 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmiş olan bu taşınmazın Yapı Kayıt Belgesi alanlara satışının mümkün olmayacağı gözetildiğinde, bu durumdaki taşınmazlar üzerindeki yapılar için üst hakkı sahibi dışındaki üçüncü kişilerce Yapı Kayıt Belgesi alınamayacağı değerlendirilmektedir.”

Bu görüşte dikkat çeken en önemli husus irtifak hakkı kurulmuş Hazine taşınmazlarının üzerinde üçüncü kişilerce yapı kayıt belgesi alınmış olsa dahi satılamayacağıdır.

Kıyı, Orman, Mera Gibi Alanlarda Kentsel Dönüşüm Uygulanır mı?

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 9. maddesinin 2. fıkrasında, bu Kanun kapsamındaki alanlarda bu Kanunun öngördüğü uygulamaların zaruri kılması hâlinde, bu uygulamaların gerektirdiği iş ve işlemler hakkında;

a) 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunun, b) 6831 sayılı Orman Kanununun, c) Afete maruz bölgeye ilişkin hükümleri saklı kalmak kaydıyla 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun, ç)    189 sayılı Millî Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları İçin Sarfiyat İcrası ve Bu Bakanlıkça Kullanılan Gayrimenkullerden Lüzumu Kalmıyanların Satılmasına Salâhiyet Verilmesi Hakkında Kanunun,

d) 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun, e) 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun, f) 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun, g) 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununun,

ğ) 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanununun, h) 16/6/2005 tarihli ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun, ı) 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun, i) Geri görünüm ve etkilenme bölgeleri bakımından 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun,

bu Kanunun uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların bu Kanuna aykırı hükümlerinin uygulanmayacağı yer almaktaydı. Ancak, bu hüküm Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.

a) Maddenin Anayasa’ya Aykırılığı Konusundaki Görüşümüz 

Bu maddenin uygulanması, bazı alanlar bakımından sorun çıkarmayabilir. Örneğin 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun kapsamında kalan alanların (jeolojik açıdan yapılaşmasında sakınca bulunmaması şartıyla) 6306 sayılı Kanun kapsamında kullanılmasında hiçbir sakınca ortaya çıkmayabilir.

Ayrıca 189 sayılı Millî Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları İçin Sarfiyat İcrası ve Bu Bakanlıkça Kullanılan Gayrimenkullerden Lüzumu Kalmıyanların Satılmasına Salâhiyet Verilmesi Hakkında Kanun, bu Bakanlığa tahsisli bazı alanların satışını düzenlemektedir. Bu Kanun’a tabi yerlerin 6306 sayılı Kanun kapsamında kullanılmasında zaten bir engel yoktur. Sadece taşınmazın bedelinin, özel ödenek olarak Milli Savunma Bakanlığına ödenmesi söz konusudur. 6306 sayılı Kanun’un bu maddesi, bu ödemeyi ortadan kaldırmak amacıyla konulmuştur.

2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu ile 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununa tabi yerlerin de kullanılması herhangi bir sakınca ortaya çıkarmayacaktır. Boğaziçi Kanunu’na tabi alanlarda uygulama yapılması da tamamen bir tercih meselesidir.

Ancak 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun, 6831 sayılı Orman Kanunu, 3621 sayılı Kıyı Kanunu, 4342 sayılı Mera Kanunu, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamında kalan yerlerin 6306 sayılı Kanun kapsamında kullanılabileceğini düşünmek, Anayasal açıdan bazı sıkıntılar ortaya çıkarabilecektir. Bunlara ilişkin hususlar aşağıda açıklanmıştır.

İlk olarak tarım alanlarını ve meraları açıklayalım. 6306 sayılı Kanun, bu Kanun’un uygulanmasının gerekmesi halinde, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun,  Mera Kanunu, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamındaki alanların da kullanılabilmesini öngörmektedir. Bu ise tarım alanlarının, meraların ve zeytinlik alanlarının azalması sonucunu doğurabilecektir. Oysaki bunların korunması, Anayasal bir zorunluluktur.

1982 Anayasasının 45. maddesi tarım arazileri ile meraların amaç dışı kullanımını yasaklamaktadır. Bu hükmün uygulanması amacıyla çıkarılan 5403 sayılı Kanun’un 13. maddesi de tarım arazilerinin, tarım dışı amaçlarla kullanılmasını yasaklamaktadır. Madde hükmüne göre; mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz. Ancak, alternatif alan bulunmaması ve Kurulun uygun görmesi şartıyla; Kanunun 14. maddesinde sayılan amaçlar içim bu arazilerin amaç dışı kullanım taleplerine, toprak koruma projelerine uyulması kaydı ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından izin verilebilir. Bu hüküm, Anayasa’nın, devlete tarım alanlarının amaç dışı kullanılmasını önleme görevi yükleyen 45. maddesiyle uyum içerisindedir.

6306 sayılı Kanun ise bu tutumun tam tersine bir yaklaşım sergilemektedir. Kanun, uygulama için gerekmesi durumunda, tarım arazilerinin de bu amaçla kullanılmasına cevaz vermektedir ki bu durumun, Anayasa’nın 45. maddesiyle devlete yüklenen tarım alanlarının amaç dışı kullanımını engelleme görevine tezat olduğuna şüphe yoktur. Dolayısıyla bu alanların 6306 sayılı Kanun amaçlarında kullanılması, 5403 sayılı Kanun’a ve dolayısıyla Anayasa’nın 45. maddesine aykırılık teşkil edecektir.

Aynı durum zeytinlik alanları için de geçerlidir. Kanun koyucu zeytinliklerin korunmasına verdiği önemi göstermek amacıyla, 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunu yürürlüğe koymuştur. Zeytinlik alanları korumak amacıyla çıkarılan 3573 sayılı Kanun’un 20. maddesine göre; zeytincilik sahaları daraltılamaz. Ancak, belediye sınırları içinde bulunan zeytinlik sahalarının imar hudutları kapsamı içine alınması hâlinde altyapı ve sosyal tesisler dahil toplam yapılaşma, zeytinlik alanının %10’unu geçemez”. Bu durumda bu alanların 6306 sayılı Kanun için kullanılması, zeytinliklerin daralmasına neden olabilecektir.

Meralar açısından da benzer bir durum söz konusudur. Kanun’un 4. maddesinin 6. fıkrasına göre 4342 sayılı Mera Kanunu kapsamında olup riskli alanlarda ve riskli yapılarda yaşayanların nakledilmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca ihtiyaç duyulan taşınmazlar, 4342 sayılı Kanunun 14. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendindeki alanlardan sayılarak, tahsis amaçları aynı maddeye göre değiştirilip tapuda Hazine adına tescil edilir; bu taşınmazlar hakkında bu Kanun’a göre uygulamada bulunulur. Bu alanların vasıf değişikliği Mera Kanunu’nun 14. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendine (doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulması) göre yapılacaktır.

Ancak (g) bendi sadece istisnai durumlarda doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulması söz konusu olduğunda kullanılabilecektir. Oysaki 6306 sayılı Kanun bu durumu genişletmekte ve bu Kanun amaçlarında kullanılması planlanan her türlü meranın tahsis amacının değiştirilebilmesine imkan tanımaktadır. Böyle bir durumun Mera Kanunu’nu ve dolayısıyla Anayasa’nın 45. maddesi ile çeliştiği açıktır.

Ormanlar açısından da benzer bir durum söz konusudur. 1982 Anayasası’nın 169. maddesine göre Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz ve bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez. Bundan dolayı devlet ormanlarının mülkiyetinin devredilmesi ve bu alanların zamanaşımı ile mülk edinilmesi mümkün değildir. Oysaki 6306 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre uygulama için orman alanlarının kullanılmasının zorunlu olması durumunda, bu alanların da kullanılabilmesi mümkündür. Fakat bu hüküm, orman alanlarının, 6306 sayılı Kanun uygulanarak özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyete geçirilmesine neden olabilecektir. Bu durum ise Anayasa’nın 169. maddesinde yer alan Devlet ormanlarının devredilemeyeceğine ilişkin kuralla çelişmektedir.

Her ne kadar 6306 sayılı Kanun’un 9. maddesine “Uygulamalar için 6831 sayılı Kanuna tabi alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın ağaçlandırılması zorunludur” hükmü konulmuş ise de bu uygulama devlete ait orman alanlarının özel mülkiyete konu olmayacağına ilişkin hükmü bertaraf etmemektedir. Başka alanlarda ağaçlandırma yapılsa dahi, mevcut durumda devlet mülkiyetinde bulunan bazı alanların şahıslara devredilmesi, Anayasa’nın 169. maddesiyle çelişmektedir.

Kıyı alanlarında dönüşüm uygulamalarının yapılması da Anayasa’ya aykırılık teşkil eder. Gerek Anayasa’nın 43. maddesi ve gerekse 3621 sayılı Kıyı Kanunu kıyılarda mülkiyet durumu ile ilgili olarak önemli ilkeler ortaya koymuştur. Buna göre kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.

Anayasa’nın “kıyılardan yararlanma” başlıklı 43. maddesinde; kıyıların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği ve kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartlarının kanunla düzenleneceği öngörülmüştür. Bu maddeye göre kıyılar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.

Bu açıdan bakıldığında, kıyı tanımı kapsamında kalan yerlerin, 6306 sayılı Kanun amaçlarında kullanılması, hem 1982 Anayasası, hem de Kıyı Kanunu açısından mümkün görünmemektedir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve özel mülkiyete konu olması mümkün olmayan alanların, konut ya da ticaret alanı olarak yerleşime açılabileceğini düşünmek mümkün değildir.

Kanun’un “Uygulanmayacak Mevzuat” başlıklı 9. maddesinin 3. fıkrasına göre, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun kapsamındaki alanlarda uygulamada bulunulması hâlinde alanın sit statüsü de gözetilerek Kültür ve Turizm Bakanlığının görüşü alınır. Bu hüküm, tescilli sit alanlarında da 6306 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağını göstermektedir. Üstelik Kanun’un 9. maddesine göre bu Kanun kapsamındaki alanlarda bu Kanunun öngördüğü uygulamaların zaruri kılması hâlinde, bu uygulamaların gerektirdiği iş ve işlemler hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun bu Kanunun uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların bu Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz. Bir başka ifadeyle, herhangi bir tescilli sit alanında 6306 sayılı Kanun’a göre dönüşüm yapılmak istenmesi durumunda, 6306 sayılı Kanun öncelikle uygulanacak, 2863 sayılı Kanun’un 6306 sayılı Kanun’un uygulanmasını engelleyici hükümleri ise uygulanmayacaktır.

Ancak bu durum, uygulama açısından ciddi sorunlar ortaya çıkarma potansiyeli taşımaktadır. Örneğin 2863 sayılı Kanun’un 8. maddesine göre, tescil edilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarının tespiti ve bu alanlar içinde inşaat ve tesisat yapılıp yapılamayacağı konusunda karar alma yetkisi koruma kurullarına aittir. Dolayısıyla 6306 sayılı Kanun, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun bu Kanunun uygulanmasını engelleyici hükümlerinin uygulanmayacağını hüküm altına aldığına göre 6306 sayılı Kanun kapsamında yapılan uygulamaların, 2863 sayılı Kanunla çelişme ihtimali söz konusudur.

Üstelik Anayasa’nın 63. maddesi Devlete, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alma ödevi yüklemektedir. Dolayısıyla tescilli sit alanlarında yapılan uygulamalarda, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasını sağlayıcı mevzuatın gözetilmesi daha uygun bir yaklaşım olacaktır.

b) Anayasa Mahkemesinin Kararı

Anayasa Mahkemesi 27.2.2014 tarihli ve E: 2012/87, K: 2014/41 sayılı kararında 6306 sayılı Kanun’un 9. maddesinin 2. fıkrasının Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir. Mahkemeye göre Anayasa’nın 43. maddesinde “kıyılar”; 44. maddesinde “toprak”; 45. maddesinde “tarım arazileri ile çayır ve meralar”; 63. maddesinde “tarih, kültür ve tabiat varlıkları”; 169. maddesinde “ormanlar” yönünden güvenceler öngörülmüştür. Ayrıca Anayasa’nın 56. maddesinde “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı” düzenlenmiştir. Devlete verilen bu görevlerin, Anayasa’da güvence altına alınan yerlere ilişkin özel kanunlarla da yaşama geçirileceğinde kuşku bulunmamaktadır. Dava konusu kuralın (ç) ve (d) bentleri dışındaki bentlerinde sayılan kanunlar bu kapsamdadır.

Anayasa’nın yukarıda belirtilen maddelerinde ifadesini bulan ödevlerin somut tedbirlerle nasıl yerine getirileceği şüphesiz kanun koyucunun takdirindedir. Bu anlamda kanun koyucu dava konusu kuralda sayılan kanunlar ile sayılmayan diğer kanunların hükümleriyle bağlı değildir. Bununla birlikte söz konusu ödevlerin ne şekilde yerine getireceğine ilişkin yeni bir kanuni düzenleme yapılmaksızın idarenin Kanun’u uygularken anılan kanunlardaki kısıtlamaların dışında tutulması, Anayasa’nın sözü edilen maddelerinde öngörülen koruma ödevleriyle bağdaşmaz.

Dava konusu kuralda, “Ancak, bu Kanunun öngördüğü uygulamalar sırasında, bahsedilen kanunların amaçları ayrıca gözetilir. Uygulamalar için 6831 sayılı Kanuna tabi alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın ağaçlandırılması, 3573 sayılı Kanuna tabi alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde de, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın zeytinlik alan hâline getirilmesi mecburidir.” denilmiş olması da bu durumu değiştirmemektedir. Çünkü anılan hüküm, Anayasa’da koruma altına alınan yerlerin anayasal güvenceler dikkate alınarak ne şekilde kullanılacağına ilişkin usul ve esasları değil, idarenin takdirine bağlı olarak gerçekleşecek kullanımın sonuçlarının nasıl giderileceğini düzenlemektedir. Kaldı ki kullanımın sonuçlarının giderilmesi de kural kapsamına giren ve anayasal koruma altında bulunan tüm yerlere ilişkin değildir.

Diğer taraftan dava konusu kuralın (ç) bendinde yer alan 189 sayılı Kanunla, milli savunma ihtiyaçları için anılan Kanun’un neşri tarihine kadar gerek muhtelif kanunlara ve 3887 sayılı Kanun’a göre iktisap edilen, gerekse tahsisli ve tahsissiz olarak işgal edilmek suretiyle kullanılan devlete ait gayrimenkullerden hizmet için lüzumu kalmayanların Milli Savunma Bakanlığı ile mutabık kalınarak tahsislerinin kaldırılması ve satılmasına ilişkin usul ve esaslar; (d) bendinde yer alan 2565 sayılı Kanunla ise yurt savunması bakımından hayati önemi haiz askeri tesisler ve bölgeler ile sınırların, güvenlik ve gizliliğini sağlamak için bunların çevrelerinde, kıyılarında ve havalarında; kara, deniz ve hava askeri yasak bölgelerinin, yurt savunması veya yurt ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulunan veya kısmen dahi tahripleri veya devamlı olarak ya da geçici bir zaman için faaliyetten alıkonulmaları halinde milli güvenlik veya toplum hayatı bakımından olumsuz sonuçlar doğurabilecek diğer askeri tesis ve bölgeler ile kamu veya özel kuruluşlara ait her türlü yer ve tesislerin etrafında güvenlik bölgelerinin kurulması, kaldırılması ve gerektiğinde genişletilmesine ilişkin usul ve esaslar düzenlenmektedir.

Anılan kanunların düzenleme alanı doğrudan Anayasa’da koruma altına alınan yerlerle ilgili değilse de burada da sınırları kanunla çizilmeyen belirsiz bir alanda yürütme organına uygulama yetkisi verilmektedir. Bu durum, hukuk devletinin bir gereği olan “belirlilik” ilkesiyle bağdaşmaz.

Hangi Alandaki Yapilar Imar Barisi Kapsami Disinda
Hangi Alandaki Yapılar İmar Barışı Kapsamı Dışında? İmar Barışı Hangi Alanlarda Geçerli?
Meralar? Ormanlar?