Hakların Anası: Mülkiyet Hakkı
Diğer bütün hakların kendisinden türediğinin kabul edilmesi nedeniyle hakların anası olarak nitelendirilen (Ertaş, 2006: 135) mülkiyet hakkı, bireyin devlete karşı korunması açısından temel hak ve özgürlükler arasında özel bir öneme sahiptir. Ancak mülkiyet kavramı, soyut bir fikir ya da salt bir hukuki mesele olmayıp ilk toplum hayatından bugüne kadar töre ve kurumların sürekli gelişmesi sonucu ortaya çıkan ve iktisadî, sosyal ve ahlâki yönleri olan bir kurumdur (Eren, 1974: 766). Bundan dolayı mülkiyet kavramının anlamı ve boyutları ile hukukî yapısı, toplumların zaman içindeki gelişmeye ve bunun sonucu olarak anayasaların benimsediği toplumsal ve siyasal sisteme göre biçimlenmektedir.
Bunun doğal bir sonucu olarak üzerinde uzlaşılmış bir mülkiyet kavramı olmadığı gibi mülkiyet hakkının niteliği, kapsamı, sınırlandırma amaçlar ve şartları yönünden devletler arasında önemli farklılıklar söz konusu olabilmektedir. Bu anlamda mülkiyet hakkına gerek toplumlar ve gerekse bireyler tarafından dönemin sosyal ve ekonomik koşullarına ve toplumda mevcut değer yargılarına uygun olarak farklı anlamla yüklenilmiştir (Coşar, 1985: 505). Örneğin son zamanlarda Avrupa’da kabul edilen medeni kanunlarda hayvanların eşya olamayacağı düzenlenmiştir, ancak Türk Medeni Kanunu’na göre hayvanların da eşya olarak kabul edilmesi mümkündür (Ertaş, 2006: 137). Üstelik bir devletin farklı dönemlerinde de farklı tanımlamalar görülebilmektedir (Eren, 1974: 765). Her hukuk sistemi kendisine göre bir mülkiyet anlayışı benimsemektedir. Bu nedenledir ki Türkçedeki “mülkiyet”, İngilizcedeki “property”, Fransızcadaki “propriete” kavramları farklı anlamlara gelmektedir.
Mülk ve mülkiyet kavramlarının farklı hukuk sistemlerinde farklı şekilde ele alınışının bir diğer sonucu da uluslararası sözleşmelerde de mülkiyet hakkının tanımının yapılamamış olmasıdır.
Üstelik mülkiyet hakkının içeriği de zaman içinde büyük değişikliklere uğramıştır. 19. yüzyıla kadar mutlak ve sınırsız bir hak olarak kabul edilen mülkiyet hakkı, 20. yüzyıla gelindiğinde sınırsızlık özelliğini gitgide artan bir şekilde yitirmiştir. Gerçekten de mülkiyet hakkı geçen yüzyılın ferdiyetçi doktrinlerin etkisi altında malikin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, kutsal ve doğal haklardan sayılırken günümüzde bu görüş değişmiş ve mülkiyet hakkı malikine toplum yararına bazı ödevler ve görevler yükleyen sosyal bir hak olarak görülmeye başlanmıştır. Bu yüzyıldan itibaren hem mülkiyet hakkının sınırlama sebepleri (imar planları, vergiler, para cezaları, kira kontrolleri gibi) artış göstermiş; hem de mülkiyet hakkının sadece bir hak değil, aynı zamanda topluma karşı bir ödev olduğu anlayışı yaygınlaşmıştır.
Mülkiyet hakkı, genel olarak, bir kimsenin başkasına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla bir şey üzerinde dilediği biçimde yararlanma, tasarruf etme, başkasına devretme, kullanılanın biçimini değiştirme, harcama ve tüketme, hatta yok etme yetkilerini kapsar.
Arapça “mlk” kökünden türetilen mülk kavramı, sahip olunan şeyleri ifade etmektedir. Fakat bu sahip olma, aynı zamanda bir iktidarı, bir gücü de bünyesinde barındırır (Hatemi, 1977: 201). “Mlk” kökünden türetilen malik, melik, melike gibi kelimelerin, sahipliğin yanı sıra egemenlik de ifade etmesi bu yüzdendir (Etgü, 2009: 7). “Mlk” kökünden türeyen sözcüklerde üstün yetki, egemenlik, serbestçe tutma veya evirip çevirme gücü gibi anlamlar sezilmektedir (Hatemi, 1977: 202).
Aynı ilişki, diğer dillerde de görülür. Örneğin Latince de “mülkiyet” anlamına gelen dominium ve proprietas kelimelerinin kökenlerinde “efendi”, “sahip”, “egemen” anlamına gelen sözcükler vardır (Dağlı, 2007: 8). İngilizcede mülkiyet anlamına gelen property ve Fransızca’da mülkiyet anlamına gelen “propriete” kelimelerinin ise proprietas kelimesinden türetildiği konusunda şüphe yoktur. Zaten mülkiyetin ilk ortaya çıktığı dönemlerde, mülkü elde etmek ve korumak için güçlü ya da bir başka deyişle egemen olma zorunluluğu da bu kavramsal yakınlaşmayı onaylar görünmektedir.
Mülkiyet hakkının üç temel unsuru bulunmaktadır. Bunlardan ilki maliktir. Malik mülke sahip olan kişidir, dolayısıyla mülkiyet hakkının öznesidir. Mülkiyet hakkının ikinci unsuru mülktür. Mülk, malik olunan şeydir, dolayısıyla mülkiyet hakkının nesnesidir. Mülkiyetin üçüncü unsuru ise malik ile mülk arasındaki ilişkidir ki buna mülkiyet denmektedir. Bu ilişki; elde bulundurma (zilyetlik), kullanma, yararlanma ya da tasarruf etme şeklinde kendini gösterir.
B. Mülkiyet Hakkının Tanımı
Mülkiyet kavramının tanımına Medeni Kanunda yer verilmediği gibi, Anayasada da mülkiyetin tanımı yapılmamıştır. Ancak, 4721 sayılı Kanunun 683. maddesinin ilk fıkrasına göre bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Medeni Kanundaki mülkiyet kavramına ilişkin düzenlemeler ve genel hükümlerden hareketle mülkiyet, maddi varlığı olan şeyler üzerinde tam egemenlik sağlayan bir hak olarak tanımlanabilir. Mülkiyet hakkının verdiği yetkileri, o şeyin malikinin rızası olmadan başkaları kullanamaz. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir. Ancak, mülkiyet hakkının kullanımının da sınırları vardır. Bu sınırlar anayasa ve yasalar ile çizilmiştir.
Görüldüğü üzere mülkiyet hakkı, bütün yetkileri bünyesine alan egemenlik hakkıdır. Oysa, sınırlı ayni haklarda hak sahibinin yetkileri gerek kapsam gerekse süre bakımından sınırlandırılmıştır. Diğer bir ifade ile sınırlı ayni haklar, hak sahibine eşya üzeninde yalnızca belirli ve sınırlı yetkiler tanırlar, sınırlı bir egemenlik sağlarlar.
Mülkiyet hakkı, konusuna göre değişik kanunlarla düzenlenmiştir. Örneğin fikri ve sınai haklar, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Sınai Mülkiyet Kanunu ile düzenlenmiştir. Taşınır ve taşınmazlar (yani eşya) üzerindeki haklar ise Medeni Kanun’un eşya hukuku bölümünde düzenlenmiştir. Eşya hukuku kişilerin bir eşya üzerindeki egemenlik ve tasarruflarının nitelik ve türlerini, onların bu hâkimiyetlerini dolayısıyla diğer şahıslarla olan ilişkilerini düzenleyen Medeni Hukukun dördüncü kitabıdır. Dördüncü kitabın başlığı “eşya hukuku” olup bu bölümün kısımları; mülkiyet, sınırlı ayni haklar, zilyetlik ve tapu sicilidir.
C. Mülkiyet Hakkının Konusu
Mülkiyet hakkının neleri kapsadığı konusunda genel kabul gören görüşe göre Anayasa’nın 35. maddesinde koruma altına alınan mülkiyet hakkı sadece taşınır ya da taşınmazları değil; marka ve patent hakları, fikri mülkiyet hakları, alacak hakları gibi maddi bir varlığı olmayan hakları da kapsamaktadır. Bir başka ifade ile mülkiyet hakkının kapsamına iktisadi bir değer arz eden bütün unsurlar girmektedir.
Anayasa Mahkemesi de maddi varlığı olan taşınır ve taşınmazların yanı sıra maddi varlığı olmayan çeşitli hakların da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönünde kararlar vermiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi fikri ve sınaî mülkiyet haklarının (31.1.2008, E: 2004/81, K: 2008/48), alacak haklarının (19.06.2008, E: 2005/138, K: 2008/124), tasarrufu teşvik hesabına yatırılan Devlet/işveren katkısı ile nemaların (10.12.2001, E: 2000/42, K: 2001/361) da mülkiyet hakkının kapsamında olduğuna karar vermiştir. Doktrin de Anayasa’nın 35. maddesinin sadece maddi şeyleri değil, fikir ve sanat eserleri üzerindeki haklar, alacak hakları gibi değeri parayla ölçülebilen diğer nesneler üzerindeki maddi ya da gayri maddi mal varlığı haklarını da kapsadığı görüşündedir.
Anayasa’nın 35. maddesi sadece mülkiyet hakkını değil, aynı zamanda miras hakkını da düzenlemektedir. Ancak miras hakkının yerleşmiş bir kurum olarak niteliğinin bilinmesi nedeniyle Anayasa’da konu fazla işlenmemiş, ayrıntılar kanuna bırakılmıştır. Miras hakkı, miras bırakacak olana, ölümünden sonra malvarlığının kanunda belirtilen yakınlarına ya da belli ölçüde kendi seçeceği kişilere; aile bireylerine, yakınlarının ölümü halinde malvarlığının, en az kanunda öngörülen ölçülerde, kendilerine geçeceği yolunda güvence sağlar.
Türk Hukukunda Mülkiyet Hakkının Kapsamı
a) 1924 Anayasası’na Göre Mülkiyet Hakkının Kapsamı
Gerek 1924 Anayasası’ndan hemen sonra çıkarılan 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yaklaşımı ve gerekse bu dönemde çıkarılan diğer mevzuat dikkate alındığında 1924 Anayasası döneminde mülkiyet hakkının kapsamının sadece taşınır ve taşınmaz mallarla sınırlı olarak düşünüldüğü, fikri mülkiyet hakları gibi hakların ise mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmediği görülmektedir. Anayasa’da bu konuda açık bir hüküm yer almamıştır. 743 sayılı Kanun mülkiyeti taşınır ve taşınmazlarla (buna alınıp satılmaya elverişli tabii kuvvetler de dahil) sınırlı olarak düzenlemiştir.
743 sayılı Kanun’un 619, 620 ve 621. 644. maddeleri de mülkiyet hakkının yatay ve dikey kapsamını düzenlemiştir. Bu maddelere göre bir şeye malik olan kişi o şeyin tamamlayıcı parçasına (mütemmim cüz), doğal ürünlerine (tabii semere) ve istisna edilmemiş eklentisine (teferruat) sahip olur. Taşınmaz mülkiyetinin önemli bir unsuru da kaynak sularıdır. 743 sayılı Kanun’un 679. maddesine göre kaynak suları, taşınmazın tamamlayıcı parçasıdır. Bu nedenle kaynak sularının mülkiyeti üzerinde bulundukları taşınmazın kaderine tabidir.
644. madde ise mülkiyetin dikey kapsamını düzenlemiştir. Buna göre bir şeye malik olan kişi o şeyin altına ve üstüne de malik olur. 743 sayılı Kanun, İslam ve Osmanlı hukukundan esinlenerek bu malik olma durumunun “kullanmakta faydalı olacak derece” ile sınırlı olması esasını kabul etmiştir. Bundan dolayı malikin arazi üzerindeki ve altındaki mülkiyet hakkı, ancak malikin faydalanabileceği sınırlar için geçerlidir.
Taşınmaz mülkiyetinin dikey kapsamının çeşitli istisnaları söz konusudur. Bunlardan en önemlisi üst hakkıdır. 743 sayılı Kanun’un 652. maddesine göre bir arsanın altında veya üstünde yapılan yahut onunla devamlı bir surette birleştirilen inşaat ve imalat tapu siciline irtifak hakkı diye tescil edilmek üzere başka bir malikin mülkü olabilir. Bir başka istisna ise mecralardır. Kanun’un 653. maddesine göre elektrik, gaz, su gibi şeylerin mecraları hangi sınai teşebbüs için tesis edilmiş ise onun mülkü olarak kabul edilir.
Kalıcı olmamak şartıyla, başkasının taşınmazı üzerine yapılan kulübe ve barakalar da 743 sayılı Kanun’un 654. maddesi gereği, yapan kişinin mülkiyetinde olur.
Yeraltı suları kamunun ortak kullanımı altındadır. Bundan dolayı bir taşınmaza sahip olmak onun altındaki suya da sahip olunduğu anlamına gelmez.
b) 1961 Anayasası’na Göre Mülkiyet Hakkının Kapsamı
Anayasa koyucu 1961 Anayasası’nda mülkiyet hakkının kapsamını açıkça belirtmemiştir. Mülkiyet hakkının kapsam ve sınırlarını belirtme yetkisi kanun koyucuya bırakılmıştır (Eren, 1974: 783). Ancak kanun koyucuya tanınan bu yetki mutlak ve sınırsız değildir. Kanun koyucu bu görev ve yetkisini, sosyal hukuk devleti ve özellikle kamu yararı ilkesi açısından değerlendirip kullanacaktır (Eren, 1974: 791).
Başta 743 sayılı Türk Medeni Kanunu olmak üzere bu dönemde çıkarılan kanunlar incelendiğinde kanun koyucunun mülkiyet hakkını sadece fiziki varlığı olan nesnelerle sınırlı olarak düzenlediği, başta fikri mülkiyet hakları olmak üzere fiziki varlığı bulunmayan hakların mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmediği düşünülebilir.
Anayasa Mahkemesi de 1961 Anayasası döneminde verdiği 28.12.1967 tarihli ve E: 1967/10, K: 1967/49 sayılı kararında 1961 Anayasası’nın mülkiyet hakkını koruyan 36. maddesinin kapsamını eşya hukuku anlamında, yani Medeni Kanun’da düzenlendiği şekliyle dar yorumlamış ve fikri mülkiyet haklarının mülkiyet hakkının getirdiği korumadan yararlanamayacağını ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesi bu kararında 36. maddede mameleke giren bütün hakların hepsinin mülkiyet hakkı kavramı içinde olduğunu gösteren bir hüküm veya bu derecede geniş yorumlamaya elverişli bir anlatım bulunmadığını, madde gerekçesinin ve Temsilciler Meclisi’nde yapılan görüşmelerde kullanılan bazı ifadelerin de mülkiyet hakkının Medeni Kanun çerçevesinde anlaşılması gerektiğini düşündürdüğünü ifade etmiştir. Mahkemenin bu kararına göre mülkiyet hakkının konusunu maddî şeyler teşkil etmekte, mamelek içindeki diğer haklar (fikri mülkiyet hakları ve alacak hakları gibi) mülkiyet hakkı kapsamına girmemektedir.
Ancak Eren 1961 Anayasası’nın 36. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının sadece maddi varlığı olan malları değil, mameleke giren bütün unsurları kapsadığı görüşündedir (Eren, 1974: 778). Eren’e göre 36. maddenin kapsamına hem taşınır ve taşınmazlar üzerindeki haklar, hem de maddi ve gayrı maddi mallar üzerindeki diğer mutlak haklar girmektedir (Eren, 1977: 183). Mesela patent hakları, fikrî haklar, marka üzerindeki haklar, sınırlı aynî haklar gibi, alacak (şahsî) hakları da anayasal garanti altında bulunmaktadır (Eren, 1974: 779).
c) 1982 Anayasası’na Göre Mülkiyet Hakkının Kapsamı
Mülkiyet hakkının kapsamı konusunda 1982 Anayasası’nda herhangi bir hüküm yer almamıştır. Sadece Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan gerekçe de “Mülkiyet anayasal güvence altına alınması tek tek menkul ve taşınmaz malları, para ile değerlendirebilen hakları ve mal varlığını toplu olarak ve tabiî olarak üretim araçlarını içeren bir teminattır.” ibarelerine yer verilmiştir. Bu ifadeler Anayasa tasarısını hazırlayanların, iktisadi değer ifade eden her türlü unsuru mülkiyet hakkı kapsamında gördüğüne işaret etmektedir.
Bu konuda genel kabul gören görüşe göre de Anayasa’nın 35. maddesinde koruma altına alınan mülkiyet hakkı sadece taşınır ya da taşınmazları değil; marka ve patent hakları, fikri mülkiyet hakları, alacak hakları gibi maddi bir varlığı olmayan hakları da kapsamaktadır. Bir başka ifade ile mülkiyet hakkının kapsamına iktisadi bir değer arz eden bütün unsurlar girmektedir.
Anayasa Mahkemesi de maddi varlığı olan taşınır ve taşınmazların yanı sıra maddi varlığı olmayan çeşitli hakların da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönünde kararlar vermiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi fikri ve sınaî mülkiyet haklarının (31.1.2008, E: 2004/81, K: 2008/48), alacak haklarının (19.06.2008, E: 2005/138, K: 2008/124), 3417 sayılı Kanun uyarınca çalışanların aylık ve ücretlerinin belli bir yüzdesi üzerinden hesaplanarak ve ilgililerin tasarruf kesintisine eklenerek tasarrufu teşvik hesabına yatırılan Devlet/işveren katkısı ile katkının ve tasarruf kesintisinin birlikte değerlendirilmesiyle oluşan nemaların (10.12.2001, E: 2000/42, K: 2001/361) da mülkiyet hakkının kapsamında olduğuna karar vermiştir.
Doktrin de Anayasa’nın 35. maddesinin sadece maddi şeyleri değil, fikir ve sanat eserleri üzerindeki haklar, alacak hakları gibi değeri parayla ölçülebilen diğer nesneler üzerindeki maddi ya da gayri maddi mal varlığı haklarını da kapsadığı görüşündedir (Ertaş, 2006: 143).
Buna karşılık mülkiyetle ilgili davalar için yargılama ile ilgili olarak konulacak sınırlamalar, mülkiyet hakkı ile ilgili değildir ve bu sınırlamaların mülkiyet hakkını sınırladığı söylenemez. Anayasa Mahkemesi’ne göre, mülkiyet kavramını değiştirmeyen, yapısını daraltmayan, bağını ortadan kaldırmayan, kullanılıp yararlanılmasını önlemeyen, ancak ona bağlı hakların (dava açma hakkı gibi) kullanılma süresini düzenleyen kurallar doğrudan hakka yönelik değildir (Anayasa Mahkemesinin 15.03.1989 tarihli ve E: 1988/33, K: 1989/17 sayılı kararı).
Anayasa Mahkemesi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun geçici 4. maddesinde dava açma süresini 10 yılla sınırlayan hüküm hakkında verdiği 15.03.1989 tarihli ve E: 1988/33, K: 1989/17 sayılı kararında, yargılama ile ilgili sınırlamaların mülkiyet hakkı ile ilgili olmadığını ifade etmiştir. Mahkemeye göre yasa koyucunun, bir durumun, belli bir süre geçtikten sonra eski olaylara dayanılıp tartışma konusu yapılmamasını isteyerek ve bunda kamu düzeni bakımından yarar görerek getirdiği sınırlamalar mülkiyet hakkını değil, hak arama özgürlüğünü ilgilendirir. Üstelik aranılması önlenen hakların sonuçta mülkiyet hakkını etkilemesi sonucu değiştirmez. Dolayısıyla kısıtlanan, mülkiyet hakkı değil, dava açma hakkı, başvuru hakkıdır. Aynı yönde Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.1991 tarihli ve E: 1991/9, K: 1991/36 sayılı kararına bakılabilir.
Anayasa Mahkemesi’nin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğünden önce kadastro mevzuatında yer alan ve kazandırıcı zaman aşımı ile elde edilebilecek taşınmaz miktarını sınırlayan kuralların Anayasa’ya aykırılığını incelerken verdiği çeşitli kararlarda (Örneğin 07.06.1983, E: 1982/1, K: 1983/10; aynı yönde 17.05.1963, E: 1963/175, K: 1963/114), zamanaşımıyla kazanılan hakkın, tescil isteminde bulunma hakkı olduğu ve mülkiyet hakkının kapsamında olmadığı vurgulanmıştır. Mahkemeye göre zilyet, adına yapılmış olan tapulama tespitinin veya mahkemece verilen kararın kesinleşmesi üzerine taşınmazın mülkiyetini kazanmadıkça, zilyetlik, yalnız taşınmaz mal üzerindeki eylemli egemenliktir. Bu eylemli durumun hukuki sonuçları kanun tarafından öngörülmüş ise de zilyedin, Anayasa’nın 35. maddesinin güvencesi altında bulunan bir mülkiyet hakkından söz edilemez.
Fakat 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesinin birinci fıkrasında “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” hükmü yer almış ve aynı maddenin 5. fıkrasının 2. cümlesinde mülkiyetin, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olacağı hüküm altına alınmıştır. Bu açıdan bakıldığında zilyetliğe ilişkin koşullar sağlandığında mülkiyet gerçekleşmiş olacağı için tescil öncesi durumda dahi mülkiyet hakkının kapsamına giren bir durum söz konusudur.
35. maddenin bir de haklar yönünden kapsamı söz konusudur. Gerçekten de 35. madde sadece mülkiyet hakkını değil, aynı zamanda miras hakkını da düzenlemektedir. Ancak miras hakkının yerleşmiş bir kurum olarak niteliğinin bilinmesi nedeniyle Anayasa’da konu fazla işlenmemiş, ayrıntılar kanuna bırakılmıştır.
Miras hakkı, miras bırakacak olana, ölümünden sonra malvarlığının kanunda belirtilen yakınlarına ya da belli ölçüde kendi seçeceği kişilere; aile bireylerine, yakınlarının ölümü halinde malvarlığının, en az kanunda öngörülen ölçülerde, kendilerine geçeceği yolunda güvence sağlar.
35. maddenin gerekçesinde miras hakkıyla ilgili olarak şu ifadelere yer verilmiştir: “Maddede mülkiyet ve miras hakları, diğer temel haklar gibi ve onlar derecesinde düzenlenmiş ve Anayasa güvencesine bağlanmıştır. Miras hakkı, mülkiyet hakkının bir devamıdır, özel bir şeklidir. Bu nedenle mülkiyet ve miras aynı maddede ard arda düzenlenerek Anayasal güvence altına alınmıştır. Miras hakkının ağır vergilendirme yolu ile muhtevasız hale getirilmesi, miras hakkının ortadan kaldırılması önlenmek istenmiştir.”
Miras hakkı, mülkiyet hakkının bir devamıdır. Miras hakkı, miras bırakacak olana, ölümünden sonra malvarlığının yakınlarına yada belli ölçüde kendi seçeceği kişilere; aile bireylerine, yakınlarının ölümü halinde mal varlığının, en az kanunda öngörülen ölçülerde, kendilerine geçeceği yolunda güvence sağlar. Bu genel kavram içinde, miras hakkı bir yandan mülkiyet, öte yandan aile kurumuyla ilişkilidir (Anayasa Mahkemesinin 20.9.1984 tarihli ve E:1984/4, K:1984/9 sayılı kararı). Bu nedenle mülkiyet hakkının korunması, miras hakkının korunmasıyla yakından ilgilidir. Ancak bu iki hakkın çatıştığı durumlarda söz konusudur. Örneğin mülkiyet hakkı kişiye mülkü üzerinde dilediği gibi tasarruf etme imkanı verirken, mirasçıların tamamının miras haklarının korunması amacıyla saklı pay esası benimsenmiş ve malikin, mülkü üzerinde ölüme bağlı tasarruf yapma imkanı kısıtlanmıştır.